Yıllarca “üç beyazdan uzak kalmamız” gerektiğini hep işittik durduk. Hattâ bu un, şeker ve tuz üçlüsüne, kısaca “beyaz zehir” bile denildi. Diyetten de çıkarıldılar. Buna rağmen ne onlar bizi, ne de biz onları bir türlü terk edemedik.
Aslında Rabbimizin bize sunduğu yiyeceklerin tabiîliğini değiştirmeden, onlarla yeterli ve dengeli beslenildiği takdirde zararlarından korunmak elbette mümkündür. Maalesef ana gıdamız buğday işlenerek vitamin, mineral ve lif yapıcı özelliklerinden ayrılarak beyaz un hâline geldi. Şeker pancarının rafinasyonuyla üretilen beyaz şeker, vazgeçilmez tatlandırıcımız oldu.
Sanayileşme, tabiî tuz kristalini de “temizlemeyi” (!) ve onu iki elemente indirmeyi seçti ve beyaz şekere benzeyen beyaz bir zehir ortaya çıkardı.
İşte bu “rafine tuz”, tansiyon yükselten, damarlardaki sıvı miktarının artmasına, kan basıncının yükselmesine, kalp ve böbrek hastalıkları ile felç riskinin artmasına sebep olan tuzdur. Öyle ki; geçen aylarda Sağlık Bakanlığı’nın lokanta masalarından tuzlukların kaldırılması yönünde bir çağrısı bile olmuştu.
Peki, ama tuzu düşman îlân etmeye hakkımız var mı? Yemek yapanlar bilir ki, onsuz, yemeğin “tadı tuzu” olmaz. Ama unutmamalı ki, kanımızda da, terimizde de tuz var. İnsan vücudunu da oluşturan iki temel elementten biri su, diğeri de tuzdur. Anne karnındaki fetüsün bulunduğu kesedeki sıvı, su ve inorganik tuzların karışımıdır. Bir insan cesedi yandığında geriye kalan küllerin bile vücut tarafından yapılmış saf tuz olduğu, yaklaşık 100 yıl önce ispatlanmıştır.
O hâlde, bir yandan zararlarından dolayı kısıtlanan, öte yandan da vücudun vazgeçilmeyen minerali olarak bilinen tuzu iyi tanımamız gerekiyor.
TUZ
Tuz’un tarihini araştırdığımızda 14.000 farklı kullanım alanı olduğunu, tarihte medeniyetler arasında tuz savaşları yapıldığını, tuza hâkim toplumların gelişip zenginleştiğini öğreniyoruz. Romalılar, maaşları tuz (salary) ile öderlermiş. Hattâ tuz o kadar kıymete binermiş ki, Avrupalı ve Afrikalı kâşifler, bir fincan tuz almak için 1 fincan altın tozu verirlermiş. Yani tuz, kıt bulunduğu yörelerde altın kadar kıymetli imiş, hattâ tuza “beyaz altın” diyorlarmış.
Tabiatta var olan tabiî tuzda 84 element bulunuyor, insan bedenindeki tuz da aynı tabiattaki tuz gibi 84 elementten oluşmaktadır. Tuz, hayatın vazgeçilmez unsuru, çünkü onsuz hayat mümkün değil... Suyun damarlarımızda ve hücrelerimizde durabilmesi tuzsuz olmuyor. Tuz, ayrıca sinirlerimizin iletişimini sağlıyor, kaslarımızı kasıyor, çeşitli besin maddelerinin hücre içine girmesini sağlıyor. Tuz olmadan hiçbir şey düşünemiyor ve hareket edemiyoruz.
Fakat bu kastettiğimiz tuz, bizlerin sofra tuzu olarak kullandığı “rafine tuz” değil. Tabiatta var olan “kaya tuzu” veya denizlerden elde edilen “rafine edilmemiş deniz tuzu”dur.
TUZ ÇEŞİTLERİ
Tuzlar, doğal tuz ve rafine edilmiş sofra tuzu (saf sodyum klörür) diye ikiye ayrılır.
- Tabiî Tuzlar
Doğal tuzların %84’ünü sodyum klorür; geri kalan %16’lık bölümünü lityum, fosfor, selenyum, magnezyum, kalsiyum, vanadyum gibi tabiî mineraller oluşturur. Doğada bulunan 94 elementten soy gazlar hâriç bütün elementler (84 element) tabiî tuz kristalinde mevcuttur. Tabiî tuz, bu mineralleri alacağımız en iyi kaynaktır. Bu mineralleri, kaynak suyu ve maden sularından da almak mümkündür. Doğal tuzlar üç çeşittir:
- a) Deniz tuzu: Deniz tuzu özellikle deniz kenarlarında yapılan göletlerde, deniz suyunun kurutulması sonucu elde edilir. Deniz suyunda, çok fazla miktarda bulunan sodyum klorla birlikte, suda çözülebilen 84 element de bulunmaktadır. Deniz tuzu, kaya tuzu, özellikle de kristal tuz, elementler ve iz elementler bakımından birbirlerine oldukça yakındırlar. Denizlerin tuzu mineraller açısından oldukça zengindir. Ancak deniz tuzu, çevre kirliliğinden dolayı, ağır metallerle yüklüdür. Bunun yanı sıra neredeyse bütün deniz tuzları rafine edilmektedirler.
- b) Kaya tuzu: Kaya tuzu, eski denizlerin kuruması sonucu oluşmuştur. Yer altında az veya çok derinlerden katı hâlde elde edilen tuzlar, kaya tuzu olarak tanımlanır. Kaya tuzu, içerisinde tabiatta serbest hâlde bulunan 84 mineralin “tamamını” içeren ve bu sebeple lezzetten de öte insan sağlığı için ihtiyaç niteliğinde olan bir tuz türüdür.
Herhangi bir katkı maddesi içermeyen ve işlenmesine gerek olmadan kullanılan kaya tuzu, tamamen organik yapıya sahip olduğu için dünyanın birçok yerinde araştırma yapan bilim adamları tarafından da tavsiye edilmektedir. Demir, magnezyum, kalsiyum ve potasyum gibi insan vücudunun temel yapı taşlarını oluşturan mineraller açısından da son derece zengin olan kaya tuzunun gerçek mânâda bir sağlık dostu olduğu söylenebilir. Kaya tuzu, milyonlarca yıl yaşında olduğu için hiçbir çevre kirlenmesinin tesiri yoktur.
- c) Kristal tuz: Dünyanın çeşitli bölgelerinde milyonlarca yıl yüksek basınç altında kalan kaya tuzları kristalleşirler. Kristal tuzlarını, kaya tuzlarından ayıran en büyük özellik, basınç altında molekül yapısı yoğunlaşarak küçülmüş olmasıdır. Bu ince molekül yapısı, kristal tuz iyonlarının hücre zarından hücreye girmelerini kolaylaştırır. Dünyanın en iyi kristal tuzlarından birisi de “Himalaya kristal tuzu” ve “kelt” tuzudur. (Devam Edecek)
YORUMLAR