İnsan hayatının çocuklukla yetişkinlik arasını kapsayan 12–21 yaş arası, “Ergenlik Dönemi” olarak tanımlanır. Genel itibariyle bu dönem; biyo-psikolojik bakımdan çocukluğun sonu ve yetişkinliğin başı olarak belirginleşir.
Bu dönem, fizikî ve zihnî değişimlerin, duygusal oluşumların en hızlı yaşandığı dönem olması hasebiyle önemli ve hassas bir dilimdir. Bir nevî kuşların hayatında, uçmanın hemen öncesindeki zor dönemdir. Tüyler, telekler çıkmış, fakat hiç kanat çırpılmamıştır.
Ergen de bu dönemde çocukluk kabuğunu kırmış, yetişkinlik sınıfına geçmiştir. Ancak tecrübesiz ve cesaretsizdir. Alışık olmadığı sorumlulukları, duyguları bu dönemde yaşayacak, değişkenlikler gösterecektir. Deneme-yanılma yolu ile kimlik ve şahsiyetini kazanacak; insanı eşref-i mahlûkat yapan irâdeyi kullanacaktır. Dolayısıyla her zamankinden daha fazla ilgiye, özene, yol göstericiye ve sevgiye ihtiyacı olacaktır.
Ergen, bu dönemde hızlı değişen hormonlarından dolayı aklını fazla kullanma gereği hissetmez. Çoğunlukla duygularıyla ve “ben-merkezci” hareket etmeyi ister. Emir ve nasihatlerden hoşlanmaz. Dolayısıyla hayatındaki en fazla yanlışlara bu dönemde meyleder. Agresif davranış ve eylemleriyle başta âilesi ve yakın çevresiyle çatışma içerisine girebilir.
Bu dönemin özelliklerine vâkıf ebeveynler, bu hâl ve hareketlerin fıtrattan ve geçici olduğunu bilerek sabırla ve sevgiyle yaklaşabilirlerse, bu dönemi sağlıklı ve bilinçli atlatmış olurlar. Bu dönemin sağlıklı ve bilinçli atlatılabilmesi ise; insan hayatının yetişkinlik döneminde kendisiyle barışık, daha başarılı, daha üretken bir hayat sürmesini sağlar.
Bu Dönemin Belli Başlı Özelliklerini Şöyle Sıralayabiliriz:
Bu dönem, öncelikle biyolojik gelişmelerle kendini gösterir. Genç, yaşadığı fizikî değişmelere alışma döneminde iken iç dünyasında da psikolojik ve zihnî farklılıklar belirir. Kendi içine yönelik sorgulamaları, kimlik ve kişilik arama çabaları başlar.
Kişiliğinin geliştiği dönemlerdir. Kendini, bize göre ehemmiyet taşımayan küçük şeylerle de olsa kanıtlamak isterler. Tebrik ve takdir edilerek en fazla ihtiyaç duydukları benlik saygısını kazanmayı hedeflerler.
Düşük benlik saygısı, güven eksikliği ve değersizlik duyguları, ferdin sürekli iç çatışmasına sebep olur. Bu iç çatışma, dışarıya mutsuzluk, başarısızlık ve iletişimsizlik olarak yansır. Birçok zaman ise, genci depresyona kadar götürebilir.
Bu dönem, insan hayatının bir nevî belkemiği hükmündedir. Hayatının bütününde kendini ve fonksiyonlarını gösteren, iç çocukluğundan dış dünyaya açılan bir iletişim penceresinin, gönül dünyasının oluştuğu dönemlerdir.
Coşkulu ve heyecanlıdırlar. Büyüklerin sözleriyle; “deli-kanlı” bir şekilde duygularıyla hareket ederler.
Reddiye ile teslimiyet arasında salınırlar. Çabuk sevinir, çabuk öfkelenir, olur-olmaz şeyleri problem hâline dönüştürüverirler.
Daima “ben-merkezci” düşünürler. Sorgulanmalardan, emir ve nasihatlerden hiç hoşlanmaz, “bizim zamanımızda ..” ile başlayan cümlelere ters tepki gösterirler.
Kişiliğin tam oturmadığı kaygan bir dönemde bulunduklarından dolayı çevrelerinde örnek alacak, güven duyacak şahsiyetler ararlar. Yakın çevrelerinden kendilerine şartsız sevgiyle kucak açan çevreler bulamazlarsa, yanlış ortamlara, geçici rahatlık veren uyuşturucu, alkol, sigara gibi maddelere kolay alışırlar.
Bu dönemde yaşanan, okunan, öğrenilen her şey, tanışılan her insan, ergenin hayatında çok etkili olur. Âdeta taşa kazılan yazılar gibi…
Ebeveynlere Düşen Görevler
Ebeveynler, öncelikle çocuklarının çok önemli ve değişken bir dönem geçirdiklerini ve bu dönemin genel özelliklerini iyi bilmelidirler.
Âile, insan hayatının her döneminde mühim bir yere sahip olduğu hâlde; hayatının ilkleriyle tanışan ergen için çok daha fazla öncelik ve ehemmiyete sahiptir. Âilenin, ergenlik çağındaki gence, onun daima arkasında bulunduğunu ve onu her hâlükârda çok sevdiğini hissettirmesi gerekir.
Ergenin kimlik ve şahsiyetinin oluşma dönemi olduğu için güven, inanç ve sevgi, en fazla ihtiyaç duyduğu şeylerdir. İnsanlar, kendisine inanıldığı ve güvenildiği oranda ve tabiî kendisi de inandığı ve güvendiği ölçüde gelişir ve başarıya ulaşırlar.
Ergenin henüz yeni oluşmakta olan gönül dünyasını ebedî ve gerçek sevgilerle doldurmasını; kendisine mânevî güç, direnç ve dayanıklılık verecek bütün değerlere sarılmasını sağlamak çok önemlidir. Bu değerlere sarılmanın ruhlara daima huzur ve sükûnet verdiği hiç akıldan çıkarılmamalıdır.
Eleştiri ve nasihatlerin faydası olmadığını bilerek empatiyle yaklaşmaya özen gösterilmelidir. Aksi takdirde baskı, tehdit, korkutma ve sindirme gibi usûller, genci isyana, yalana ve hatta evden kaçırmaya kadar götürebilir.
Genç, bu dönemde anne-babadan daha ziyade ortak duyguları paylaşacağı arkadaş ve okul çevresiyle beraber olmak ister. O yüzden ebeveynler, çocuklarının okul ve arkadaş çevresini belirlemesinde özenli olmalı, gençte güven ve destek oluşturacak bir çevreyle tanıştırmalıdır.
Evdeki genel ortamın gergin olmamasına ve evle ilgili kararlarda ergenle fikir alışverişi yaparak düşüncelerine saygı duymaya çalışılmalıdır.
Esnek, sabırlı ve sevgi dolu büyükler, bu dönemde gençler için en büyük rehberlerdir. Azarlayan, hor gören, nasihatlerle onu düzeltmeye çalışan ebeveynler yerine onunla paylaşan, üzüntü ve sevinçlerini beraber yaşayan ebeveynler olunmalı, ergenlerin yeni oluşan gönül dünyasını “sevgiyle” fethetmeye özen gösterilmelidir.
Hazret-i Ali Efendimizin nasihati üzerine; “çocuklarımızla yedi yaşına kadar oynamayı, onbeş yaşına kadar arkadaş olmayı, onbeş yaşından sonra ise istişare yapmayı” ihmal etmeyelim.
YORUMLAR