Hayallerimizin Fâtih’i Olmak

Dünyaya dair kurduğumuz en büyük hayal, zengin olmak veya kariyer sahibi olmak olursa, her yolu birbirine çıkan bir labirentte dolanır dururuz. Oysa nesiller, maalesef böyle bir eğitim yolculuğundan geçiyorlar. Eğitim sistemi, tamamen “zihinlere yönelik” ve daha çok “başarılı olmak” odaklı sürüp gidiyor.

İçinde inanılmaz potansiyeller bulunan insanoğlu, sadece para ve kariyer peşinde mi koşacak ömrü boyunca? Şimdi bir anket yapılsa ve gençlere “En büyük hayaliniz nedir?” diye sorulsa, sizce nasıl bir netice çıkar?

Oysa köreltilen ve gömülen istîdatlar var. Bunları kim nasıl fark edecek? İçlerindeki kıvılcımı kim ateşleyecek? Kim sürekli eleştirmek yerine şefkat ve güvenle sarıp sarmalayacak? Kim bir insanın kâbiliyetlerini ve istîdatlarını görecek, geliştirecek? Günümüzde Akşemseddin’ler olmadıkça Fâtihler de olmayacak!..

Fâtih’in içindeki ateşi yakan neydi? Neydi ona küçücük yaşta ideali uğruna çalışmalar yaptıran? Geceleri uyutmayan güç neydi? Niçin geceleri hayali için çalışıp duruyordu?

* * *

Bir gece Molla Gürânî, küçük Mehmed’in gece yarısından sonra odasında ışık gördü, meraklandı ve yanına varıp sordu:

“-Şehzâde Mehmed! Niçin uyumadın?”

“-Çalışıyordum...”

“-Hangi derse?”

Fâtih, mahcup bir edâ ile sustu. Hocası, önündeki evrakı karıştırdı ve onun ne ile meşgul olduğunu anladı. Küçük Mehmed, İstanbul’u fetih projeleri üzerinde çalışıyordu. Büyük idealini açıkladı:

“-Hocam, İstanbul’un bunca zamandır alınamaması içimi yakıyor. Peygamber Efendimiz’in azîz sahâbîlerinden beri hep kuşatılan ve o mübârek insanların kanlarıyla sulanmış Bizans surları neden aşılamıyor? Müjdesi çoktan verilmiş olan o beldeyi fethetmenin yolu nedir? Bu soruyu kafamdan atamıyorum, uykularım kaçıyor, sabahlara kadar plânlar yapıyorum...”

İşte ecdâdımızın hayallerinden sadece bir tanesi... Bizim neslimizde böylesine büyük hayaller kurabilecek gençler yok değil aslında. Ama hem kendimizi, hem çocuklarımızı ve çevremizi öylesine sınırlandırıyoruz ki, beden hapishanesinde gardiyanların isteklerini yerine getirerek yaşamayı yeterli buluyoruz. Buna da yaşamak denirse… Çocukların içindeki o coşkulu var olma heyecanını, merak duygusunu yok edip sadece bilgiler ve davranışlar yüklemeye çalışıyoruz. Doğrusu, mekanik bir icat olan bir bilgisayar bile buna dayanamaz, hata verirdi sürekli… Ki rûhu olan, Rabbinden sırlar taşıyan, ulvî bir yaratılışa sahip olan insanoğlu, nasıl özünden uzak bir sistemde sağlıklı bir hayat bulsun?

Çalışmak… Ne için, ne uğruna? Ne tetikleyecek içimizdeki hasreti de harekete geçeceğiz? Ne tetikleyecek “hayal, gâye” denilen ve ucu Allâh’a uzanan o tecellî yolunu ki, neticede özümüzü göreceğiz. Yaratılma gayemizi ifade sadedinde, “kulluk” denilen o genel ifadenin içinde nasıl ve ne zaman tek olarak yaratılış gâyemizi sorgulayacağız? Bir arı ile bir karıncanın bile tecellîleri farklı iken, farklı şekilde Allâh’ı zikrederken, insanoğlu “Ben ne için yaratıldım?” diye sormaz mı kendine?!..

Çağ açıp çağ kapayan Fâtih, inanılmaz eserler ortaya koyan Mimar Sinan, Pîrî Reis, İbn-i Sînâ, Mevlânâ ve emsâli nice büyük insan, madde ve mânâyı birleştirerek devirlerindeki insanlara hizmet etmişlerdir. Kısaca, güçlü bir îman ile çok çalışmışlar, ilimleri kendilerine yük etmemişlerdir. Kendilerini ve âlemi tefekkürden ayrılmamışlardır.

İstanbul fethedildiğinde Fatih Sultan Mehmed, karşısına çıkan bir dervişin:

“-İstanbul’u bizim duâlarımızla aldığını unutma!” demesine karşılık şu cevabı vermişti:

“-Doğru dersin derviş baba... Amma sen de kılıcın hakkını unutma!..”

İnsan kaç yaşında olursa olsun, onu içerden ateşleyen bir gâyesi mutlakâ vardır. Ya da olmalıdır. Bu gâye, yetiştirilişi ve istîdâdı doğrultusunda bazen sığ, bazen de kâinâtı kuşatabilecek kadar geniş ve engin olabilir. İşte bu hususta bize düşen, iç dünyamızı keşfetmek ve “Hayallerimizin Fâtihi” olmaktır. O hayallere ulaşmaktaki engeller, Bizans surları kadar çetinse eğer, bunun bir yolunu bulmak için çalışmak gerekir. Bazen gemileri karadan yürütebilecek kadar çılgın, bazen top îcad edecek kadar bilgili, çalışkan ve mucit olmak gerekebilir. Ama en önemlisi, Allah rızâsı için yola çıkmak ve sırtımızı yegâne yenilmez olan kudret sahibine dayamaktır.

Îmanda sağlam, ilimde kuvvetli, hayalinde hür nesillerin yetişmesinde pay sahibi ve bu nesillerin içinde bir fert olabilmek duâsıyla…

PAYLAŞ:                

Ayse Gunduz

Ayse Gunduz

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle