HAYALİMDEKİ SEN, GERÇEK SEN

 

Seni gördüğüm ilk anda gönlüm sevdi:

“Tam bana göre, çok mükemmel; benim her şeyim olabilir.” dedim.

Sen habersizdin, daha seninle konuşmadan hayalinle konuştum ilk... Gönlümle konuştum, derinden... Sen, hiç birini duymadın…

“Hayalimdeki sen”in bana verdiği bütün cevaplar, gönlüme göre idi. “Hayalimdeki sen”, tam da benim istediğim gibi gülüyordu. “Hayalimdeki sen”, istediğim gibi idi.

Hatırlar mısın, bütün cesaretimi toplayıp da sana selâm verdiğim günü? Ne güzel de selâmımı almıştın.

“-İyi…” dedim “güzel gidiyor, benim gibi gönülden seviyor.”

Ara ara selâmlaştık. Seni her görüşümde elim ayağıma dolaşıyordu. Doğrusu kalbim iyi dayanıyordu. Hâlimi, ahvâlimi sorduğun gün mest oldum, o gece hiç uyumadım…

Zamanla, birlikte yürümeye başladık. Biraz yavaştın… Ama olsun; ben seni sevmiştim ya, sana uyar yavaşlardım. Yavaşladım… Birlikte ilk kez bir ağacın altına oturduk. Sen tedirgin oldun, kıyafetin beyazdı, kirlenmesinden korktun.

Lutfetti, yanıma oturdu diye ne çok şükrettim. Biraz konuştuk:

“-Neleri severdin?”

“-Ben neleri severdim?”

Ortak sevdiklerimizi toplamak istedim. Ortak sevdiklerimiz ne kadar çok olursa, o kadar çok şeyi paylaşırdık. Sevdâmız, o kadar büyük olurdu. Senin sevdiklerin, benim sevdiklerim değildi. Hâsılı, çok şeyimiz ortak değildi.

“-Olsun!” dedim. “Birbirimize öğreterek çoğalırız; zamanla ben onun sevdiklerini, o da benim sevdiklerimi sever, değişiriz.”

Çok büyük konuşmuşum, kimse kimseyi değiştiremezmiş, kişi kendisi istemedikçe…

Sinemaya gideceğimiz o gün, hatırlarsan; ne mekân konusunda anlaştık, ne de seyredeceğimiz film konusunda… Ben, senin istediğin filmi istediğin salonda seyretmeye râzı oldum. Kabul ettim. Mutlu oldun. O filmi hiç sevmedim, sen seviyordun ya, sevmesem de izledim. Gidilecek yerlerde, yapılacak işlerde pürüz çıkıyordu. Ben de, ne istersen onu yapmaya, nereye gitmek istersen oraya gitmeye, kendimi yok kabul etmeye karar verdim. Kararımda durdum. İstediklerini yapıp seni mutlu edecektim. Ben yokum, sen varsın diyecektim. Dedim de…

Fakat bana bir şeyler olmaya başladı; “gerçek sen” ile “hayalimdeki sen” başkalaştınız. Çok başka… “Hayalimdeki sen”i kaybetmemek için “gerçek sen”in her dediğini yaptım. Sen bir şey söylüyordun, hayalimdeki sen, “aslında” diyordu. Aslında…

Epey zaman geçti, ben seni tanıdım. Ya da öyle sandım. Önce deli gibi seviyor, sonra tanımaya başlıyordu insan, bunu anladım.

“Aşk” denilen, birbirimizi tanırken tüketeceğimiz sermâyemizmiş onu da anladım. Biraz da, sen beni tanı istedim. Kuşçu Recep ile konuşmanı, Yetim Hasan’ı görmeni, sevdiğim vîrâneleri benimle gezmeni istedim. Geldin, ama dostlarım seninle konuşurken sen yanımızda değil, çok uzaklardaydın.

Senin sinemaya gidelim dediğin gün, bizim takımın maçı vardı. Ben maça gitmeyi seçtim, hep senin istediğinin olması canımı yakmaya başlamıştı. Yavaş yavaş benliğimin tükendiğini fark ettim. Ben, ben değilsem eğer, senin yanında gezen kimdi? Kendime dört elle sarıldım, ama geç kaldım. O maç dönüşü, ne çok surat asmıştın. Seni ihmal ettiğimi söyleyip bir hafta küs kaldın. Ben bu küslüğü hiç anlamadım. Baktım olmayacak, çok sevdiğin bir hediyeyi aldım, beni affettin. Artık bana her kızdığında sana hediye alıyordum, sen de beni affediyordun. Sen kızıyordun, ben af diliyordum. Bu da başka bir tükenme şekli idi. Artık tek sevgilim, hayalimdeki sendin; onunla hâlâ iyi anlaşıyordum.

Ne olduysa, o yemekte oldu. Sen bir şey söyledin, ben ters cevap verdim. Yumuşak başlı ben, nasıl da şahlanıvermiştim. Kendime şaştım kaldım. Ama mutlu da oldum, ayların birikiminin, ayların sinmişliğinin acısını o gün çıkardım. Dolmak, katlanmak, konuşmadan sindirmek, insanı bu hâle getiriyormuş demek… İnadına damarına bastım, sen damarıma basınca ben sabrederdim, aynısını ben yapınca…

Bana dönüp: 

“-Ruhlarımız uyuşmuyor, bir daha görüşmeyelim!..” dedin.

Hayran oldum, nasıl da güzel kestirip attın; ben neden aynını yapamamıştım? Benliğimi o zamana kadar nerede bırakmıştım?! Olsun, geç de olsa bıraktığım yerden geri aldım. O gece “hayalimdeki sen”le baş başa kaldım. “Gerçek seni” de karşıma aldım. İkinize birden iyice baktım: “Hayalimdeki sen” başkaydı, “gerçek sen” bambaşka…

Ben “hayalimdeki sen”e âşıktım; o, rûhumun dengi idi, sanki aynı ben idi. O tam da gönlüme göre idi. O, bana değer verip, üzüldüğüm zaman benim istediğim gibi gönlümü alıyordu. Benim gibi gülüyordu. Benim ağladıklarıma ağlıyordu. “Gerçek sen”in benden uzak olduğu kadar, “hayalimdeki sen” bana o kadar yakındı…

Bu ikilikten bıktım, sıkıldım, “hayalimdeki sen”i, “gerçek sen”in öldürmesine izin verdim. Öldürdün, çok şükür rahatladım…

İnsan önce sever, sonra tanırmış; geç öğrendim. Gerçek sevilenler,  tanıdıktan sonra belli olanlarmış. Kişi, ilk önce hayalindeki, kurguladığı kişiye âşık olurmuş da; tanıdıkça gerçek sevgili ortaya çıkar, hayal kaybolurmuş. Mesnevî’deki câriye hesabı… Bir de bakıyorsun ki, kuyumcu sevilmeye değer birisi değil…

Sonra şunu anladım bir de: İlk gördüğümde gözüm ve gönlüm ünsiyet kuruyor, âşık oluyor. Ama yanımda kalan, hep rûhuma yakın olan oluyor.

Rûhuma yakın olan…

“-Evlat bir kişiyi tanımak için üstünden yedi bayram geçmesi gerek!..” derdi babaannem… “Gönlünü kaptırıverme, hele bir bekle, mesafeli dur; tanı bakalım, ne çıkacak…”

Lâkin gönül dinlemiyor da her sefer bizi uçuruma vuruyor nedense…

“-Tanımak çok zordur!..” derdi dedem, “İnsanoğlunun alacası içinde, meyvenin alacası dışında olur… Tanımak için yemek ye önce, alışveriş yap, yolculuğa çık, işte o zaman anlarsın!.. Çok seviyorum dediğinin, yârim dediğinin aslını, vefâsını, güvenilirliğini, kendinden çok seni düşünüp düşünmediğini… Bunlar önemli evlat!.. Sevmek iyi güzel de; tüketmeye başlayınca sevdân seni, kişiliğini yok etmeye başlayınca; o zaman söyle bana sevdân nerde şimdi?! Kalmış mı? Seni terk edip gitmiş mi? Bir hayale mi âşıksın?  Yoksa gerçeğine mi? İnsandan âşık olmaz, evlat!.. İnsanoğlu nâkıstır…”

“-Peki!..” dedim, “Mecnûn’a ne dersin, Ferhat’a da…”

“-Evlat!..” dedi dedem, “Onlar kavuşmuş mu?”

“-Yok.” dedim, “Kavuşamamışlar.”

“-Hah işte ondan…” dedi.

 “-Kavuşsalardı da tanısalardı birbirlerini, bir de o zaman görseydik sevdâlarını!..”

“-Ya Şems’le Mevlânâ’ya ne dersin?” dedim

“-Evlat! Onların gönül aynaları pırıl pırıldı; birbirlerini seyrettiler, kendi gönüllerinde… O ayna ise, sadece Hakk’ı gösteriyordu. Tanıdıkça gördüler ki, Şems Mevlânâ idi, Mevlânâ da Şems… Bir de şunu unutma!..” dedi dedem, “Gerçek âşık, sadece Hak’tır; kişi, beynindeki mükemmel varlığa âşıktır; o da yüce Allah’tır!..”

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle