HAYÂLİ GÖZÜMÜZDE YAŞ OLUR

Sizi bu duygu âlemine daldıran, umre ziyaretinizin hâtırasıdır. Gidenlerin yüzüne bakakalıp, karşılaşacakları manzaralarla ne denli huzura gark olacaklarını hayal edersiniz. Dönüşlerinde yüzlerinde belirecek halâveti şimdiden görür gibi olursunuz. Hiçbir güzelin yanında salınıp gezinmeye cesaret edemeyeceği, eşsiz güzel Kâbe’yi gördüklerindeki o heyecan ve tesiri onlara söylemeseniz de bunu anlatan gıpta dolu mânidâr bir bakış atarsınız. İçiniz yanar da yanar. Hasretiniz tatlı hâtıralarla tüllenir de tüllenir.

“-Ne yapalım takdir!” der, “Bizi de o mübârek beldelerden çağırın!..” diye âdeta yalvarırsınız.

Mübârek topraklara giriş ânından itibaren her bir zaman dilimi canlanır yâdınızda… İlk attığınız adım… Ne güzeldi! Ayaklarınızı yumuşacık avuçlarıyla tutan şefkatli bir ana gibi gezdirmişti bu topraklar sizi üzerinde… Her köşesinde, burası hiçbir yere benzemez dedirtecek bir farklılıkla karşılaşırsınız. Duyduğunuz Arapça lafızlar, sizi 14 asır öncesine götürmeye başlamıştır bile... Gördüğünüz sîmâlarda sahâbîlerin yüzü canlanır. Çünkü bu topraklar, hâlâ, vahyin indiği, o mübârek kalbin adımlarını bağrında taşıdığı ve Cebrâil’in kanatlarıyla taradığı yerlerdir.

Ravza’ya yetişme heyecanınız gelir aklınıza… Attığınız her adım, sizi Rasûlullâh’a yaklaştırırken ve uzaktan nur şerâresi hâlinde parıldayan ışıkları belirirken, kapılır gidersiniz o güzelliğe… Sağınız-solunuz, önünüz-arkanız hep insanlarla doludur. Renk renk tenleriyle kalabalık bir topluluk, Ravza’ya doğru akar. Eğer İstanbul’un ya da başka bir şehrin sokaklarında bu kalabalıkla karşılaşsanız, ne denli rahatsız olursunuz değil mi? Fakat etraftaki hızlı adımlarla yetişme telâşı içinde olan her bir insan, sizin heyecanınızı kat kat artırır. Yâdınızda o adımlar canlanır, gözlerinizde yaş olur.

Ziyâret için bekleyip de sabırsızlandığınız o dakikalar yok mu? İşte kâinatın kalbini taşıyan Rasûl-i Ekrem’e doğru yaklaşmaya başladınız. Bir tenha arıyorsunuz, azıcık gönülden hasbihâl etmek için… Fakat burada tenhâ bulmak ne mümkün! Belki, hülyâlı hülyâlı, yeşil kubbeyi seyrettiğiniz beyaz şemsiyelerin altında, o tenhâyı yakalarsınız. Kalabalıktan sıyrılıp kalbinize yöneldiğiniz her anda, O mübârek kalbin diriliğini duyar, buraya ev sahibinin dâveti üzerine geldiğinizi hissedersiniz. Bununla başınız sarhoş olur. Mûsâ -aleyhisselâm- gibi konuşmanın lezzetinden geçip görmenin lezzetini yaşamak ister, için için yalvarırsınız:

“-Ne olur, nûr cemâlini bir an seyretsem!..” diye…

Güzelliğe doyamadığınız, sevginin kalbinizden taştığı ânlar geçer hayalinizden, gözünüzde bir bir yaş olur. Dünyanın, sadece Medine ve Mekke’den ibaret olduğunu düşündüğünüz o saâdet dolu günleriniz aklınıza gelir, rûhunuz yelkenlenir, bir soluk orada olmak istersiniz.

“-Sensiz bu güne kadar nasıl yaşamışım, âh Medîne!..” diye içinizin pişmanlıkla karışık o buruk duygularını yeniden yaşarsınız.

Ne muhteşem manzaralar yaşandı üzerinde!.. Vahyin övdüğü sîmâlar parlattı çehreni, ki sana kapılışımızın bir sebebi de odur.

Âh Medîne!.. Yüreği yanık, sevdası ebediyete nûr olup yansıyan ne gönüller şereflendirdi seni!.. Sen de onları şereflendirdin. Birbirine yansıyan güzeller gibi… Sahibinden tek isteği, Allah Rasûlü’nün arkasında namaz kılmak olan o siyâhî köleyi anarsınız bir namaz vakti… Rasûlullâh Efendimiz’in köleyi göremeyip de hasta oluşunu öğrendiği zaman kendisini ziyaretine gidişini hatırlarsınız. Okuduğunuz satırların canlanması için Ravza’nın her bir köşesini taradığınız “Acaba burada mı yaşandı?” dediğiniz anlar gelir aklınıza... Gözleriniz yaşla dolar, gönlünüz hüzünle…

Mübârek kabr-i şerîfe bakınca, Âişe Annemizin fedakârlığını hatırlarsınız. Allah Rasûlü’nün Refîk-i Â’lâ’ya, En Yüce Dost’a yürüyüşünden sonra, Annemizin hâne-i saâdeti olan bu mekâna defnedilişini... Ve o mübârek annemizin buradan ayrılmayıp sevgili zevcinin yanı başında ikamet etmeye devam edişini yâd edersiniz. Babası Ebûbekir -radıyallâhu anh- vefat edince, isteği üzerine aynı mekâna defnedilmiş. Âişe Annemiz, bu daracık mekânın biraz daha daralmasına rağmen orada yaşamaya devam etmiş.

Ziyaret ânındaki hacıların yakarışını gördüğünüzde, Mübârek Annemizin, Rabbine hep niyaz ile:

“-Ben de vefat ettiğimde onlardan ayrılmak istemiyorum!..” duâlarını hatırlarsınız. Ve bir gün Hazret-i Ömer -radıyallahu anh- gelip de kendisinden aynı ricada bulununca… İşte Âişe -radıyallâhu anha-’nın bir tarafta Habibi, bir tarafta babasının yattığı o hâneyi, içinin yana yana din kardeşine verişini, bir mü’min kardeşini kendisine tercih edişini hatırlarsınız. Ravza’nın köşelerinde, onun yangınını yaşamaya çalıştığınız demler aklınıza gelir. Sanki onunla beraber, onun için ağlarsınız.

Öyle ya! Medine hatıralarını anarken güzellikler incisi Kâbe’yi elbette yâd edeceğiz, yanık bir hasretle… Bir sevgiliden bir sevgiliye koştuğunuz o gün yok muydu? Kâbe’yi görecek olduğunuz için yaşadığınız heyecan! Elinizi dokunacak kadar yakınına gelebileceğinizi bilemezdiniz elbet! Ağır adımlarınıza rağmen, içinizin heyecanla ona koşuşu gelir aklınıza... Onu görüp de ülfetinizi artırdıktan sonra tavaftan ayrılamayışınızı hatırlarsınız. Kâbe’yi anlayabilmek için tavafın içinden O’na baktığınız, rûhunuzun bu dönüşlere meftûn olup tavaf üstüne tavaf yaptığınız demler… Bedeniniz yorgun düşse de kendinizi Kâbe’nin merkezinde, ancak o zaman hissettiğinizi hatırlarsınız. Kâbe’nin mü’minlere olan yakınlığını duyduğunuz demler aklınıza gelir. Âdeta gören gözü, işiten kulağı olduğunu düşündüğünüz anlar… O’na dokunduğunuz zamanlar… Bu hâtıralarla gözleriniz dolu dolu olur, ağlarsınız. Sonra zemzeme koştuğunuz, onunla buluşmak için sabırsızlanışınız gelir hayâlinize… Zemzem içinizi ferahlatacaktır, bir de ruhunuzu.. Kâbe’yle bütünleşip bir hikmetle akar içinize, taa gönlünüze…

Artık namazları vaktinde kılmak için karar verişinizi hatırlarsınız. Çünkü Kâbe’de namaz vakitleri, rahmetin ne denli coşkun olduğuna şâhit olmuştunuz. Bu huzuru her vakit yaşamak için, cemaat dizilirken büyük bir azimle karar verişiniz aklınıza gelir. Hep İbrahim -aleyhisselâm-’ı, Hacer Annemizi, İsmail -aleyhisselâm-’ı hatırladığınız, onlarla yürüdüğünüz Safâ-Merve arası gelir bir bir hayalinize…

Umre yolcularına bakarken, bu hâtıralar canlanır gözünüzde. Hasretiniz tüllenir gider, en bediî mekânlara... Kâbe’yi görecek bu gözlere bakarken içiniz coşar ağlarsınız. Bu hayalin seneye Ramazan’da gerçek olması için duâ duâ yalvarırsınız. Dönenlerin gözlerine mıhlanıp kalır gözleriniz... Her birinde Kâbe’yi, Ravza’yı, Uhud’u, Hira’yı ararsınız. Gönlünüz hasretle yanar, gözleriniz dolu dolu olur ağlarsınız.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle