İnsanları dünya ve âhirette, iyiye, güzele, hayra ve selâmete ulaştıran İslâm Dîni, Peygamber Efendimizin ifadesiyle; “Güzel ahlâkın tamamıdır.” (Kenzü’l-Ummâl, 3/17)
Mizanda en ağır gelecek amel olan güzel ahlâk; yolda eziyet veren taşı kenara itmekten tebessüm etmeye, misafire ikram etmekten ihtiyacı olana el uzatmaya, hal hatır sormaktan ziyarette bulunmaya kadar çok geniş bir yelpazede kendini gösterir. Bunların zirve noktası ise, girdiği her yeri süsleyen, tâbiri câizse taçlandıran “edep ve hayâ”dır. Nitekim edep; insanı diğer canlılardan ayıran en temel özelliktir. “Necis” yani pis sayılan bir damla sudan yaratılan insanı, “eşref-i mahlûkât” derecesine yükselten mihenk taşı, edep ve hayadır.
Edep; Allah Teâlâ’nın kendi rûhundan üfleyerek şereflendirdiği insanın nişanıdır. Îmânın beslendiği kaynaktır. Îmânın olmadığı yerde edep ve hayâ; edep ve hayânın bulunmadığı yerde ise, îman yaşamaz. Tıpkı damara giren küçük bir virüsün, bütün vücudu hasta ettiği gibi, edep ve hayâdan mahrumiyet de îmânı zaafa uğratır, yıpratır ve kurutur.
İllâ Edep, İllâ Edep
Edep, günlük konuşma dilinden başlamak üzere, davranış, kılık-kıyafet, söz ve bakışlara kadar hayatın her noktasında kendini gösterir. Sevgi, saygı, nezâket, hizmet ve yumuşak başlılığın bütününü içine alan edep; kişinin hem kalbî, hem de aklî seviyesini ifade eden bir mikyastır. Bir nevî insanın “kemâlât derecesini” gösteren karnesi, kartvizitidir. Bu vesîle ile şair, hayatta alınması gereken en büyük dersin edep olduğunu söyle dile getirmiştir:
“Ehl-i diller arasında aradım, kıldım talep.
Her hüner makbul imiş, illâ edep illâ edep.”
Bir eğitim terbiyesi olan edep, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hayatında âdeta ete kemiğe bürünmüştür. “Rabbim beni güzel bir edeple edeplendirdi.”[1] buyuran Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ümmetin peygamberi olarak tebliğ vazifesini îfâ ederken, ticaret yaparken, sohbet ve muhabbet ortamlarında “bâkire bir kızdan daha hayâlı” davranırdı.
Kendisini, canlarından çok seven sahabîlerinin yanında da, eziyet eden müşriklerin yanında da dâimâ îtidal üzere bulunur, yumuşak lisânını, mütebessim sîmâsını eksik etmezdi. O’nu, kendi canlarından çok seven sahâbîler ise -Allah onlardan râzı olsun- âdeta Efendimizle aynîleşmiş, edep ve hayâlarından O’nun mübârek gözlerinin içine doyasıya bakamamışlardı.
Hayâ İki Çeşittir
Hayâ, insanın en değerli ziynetidir. Bu ziynetin bir kısmı nesepten, insanın karakterinden gelmektedir. Bu, Allâh’ın anne-babasıyla birlikte insana ihsân ettiği ahlâkın en değerli kısmıdır. Her biri edep ve hayâ timsali olan sahâbenin içinde Hazret-i Osman’ın hayâsı buna güzel bir misaldir. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- diğer sahâbîlerinin yanında daha rahat davranırken Hazret-i Osman’ın yanına girmesiyle derlenip toparlanır:
“-Osman’dan melekler hayâ eder, ben hayâ etmeyeyim mi?” buyururdu.
Hayânın ikinci kısmı ise, evde âilenin eğitimiyle başlayan ve sonradan çalışılarak kazanılan kısmıdır. Bu da Allah Teâlâ’yı tanıyıp yüceliğini idrak ettikten sonra, kulları üzerindeki tasarrufunun idrâk edilmesiyle elde edilir. Nitekim Âlemlerin Rabbi, kıyamet gününün sahibi olan Allah Teâlâ, gizli-açık ne varsa görüp işitmekte, hattâ gönüllerden geçen duyguları dahî bilmektedir.
Bu vesîle ile Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Aşîretiniz içinde îtibar sahibi bir kişiden nasıl hayâ ediyorsanız Allah’tan öylece hayâ edin.” buyurmuştur. (Taberânî, el-Kebîr, 7897)
Hayânın bu kısmı, îmânın en üst çeşitlerinden biridir. Çünkü her an Allâh’ın yanı başında olduğu şuuruyla yaşayan bir insan, elbette Allâh’ın hoşlanmadığı iş ve sözleri yapmayacak, O’nun beğenmeyeceği ortamlarda bulunmayacaktır. Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-:
“-Hayâ eden, saklanır. Saklanan kişi sakınır. Sakınan kişi de Allah tarafından korunur.” demiştir.
Abdülkaysoğulları’ndan Eşecc -radıyallâhu anh- şöyle anlatmaktadır:
“Bir gün Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bana hitâben şöyle buyurdu:
«-Ey Eşecc! Sende Allâh’ın sevdiği iki ahlâk var.”
Ben de:
“-Onlar nedir, yâ Rasûlâllah?” dedim. Bunun üzerine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
“-Yumuşaklık ve hayâ…” Ben tekrar:
“-Bunlar bende eskiden beri mi bulunuyor, yoksa yeni mi?” diye sordum. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“-Eskiden beri!..” buyurdu. Bunun üzerine ben de:
“-Beni sevdiği iki ahlâk üzere yaratan Allâh’a hamd olsun…” dedim. (Müslim, Îman, 26)
Hayâ Örtüsüne Dikkat
Dinimizin temel prensiplerinden olan “edep” ve “hayâ” dâimâ muhafaza edilip yaşanması gereken mühim değerlerdir. Maalesef günümüzde pek çok kere şâhit olduğumuz gibi, edep ve hayânın insandan insana geçmesi gibi edeb ve hayâdan mahrumiyet de bulaşıcı bir hastalık gibi insandan insana sirâyet edebilmektedir.
Hazret-i Ali’nin “zehirli ok” olarak tarif ettiği yanlış bakışlar dahî insanın hayâ örtüsünü zedeleyebilir. Nitekim çok değil, bundan on yıl öncenin çocuklarıyla bugünün çocukları arasında, on yıl öncenin âileleriyle bugünün âileleri arasındaki fark, bu zararın en büyük şâhitleridir. O günlerde âile büyükleri yanında televizyon açılamazken bugün bir çok dizi âilece izlenilmektedir. O günlerde âile büyükleri yanında meşrû, fakat gereksiz konuşmalar bile doğru görülmezken bugün gayr-i ahlâkî konular hep beraber enine boyuna konuşulabilmektedir.
Başta yazılı ve sözlü medya olmak üzere, sokaklardan gelen edep mahrumu hâl ve hareketler, gözlerimizden gönüllerimize yavaş yavaş akmış; zihinlerimize ve bedenlerimize hâkim olmaya başlamıştır. Tıpkı Peygamber Efendimiz’in sahâbeyle sohbet ederken dikkat çekerek uyardığı konu gibi…
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün:
“-İnsanlara öyle bir zaman gelir ki, çocukların terbiyesi konusunda şeytan onlara ortak olur.” buyurmuştu.
Bunun üzerine sahâbe:
“-Ey Allâh’ın Rasulü, bu gerçekten olur mu?” diye sordular. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“-Evet.” buyurdu. Sahabe tekrar:
“-Peki, şeytanın çocuklarımızın terbiyesi konusunda bize ortak olduğunu nasıl anlayacağız?” diye sorunca Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Çocuklarınızda hayâ (utanma), merhamet ve acıma duygularının az olduğunu görürseniz, şeytan onların terbiyesi konusunda size ortak olmuş demektir.” buyurdu. (Kenzu’l-Ummal)
Îmanın beslenip barındığı edep ve hayâ, zedelenmeye başlayınca şeytan ve dostlarının işleri de kolaylaşmış olacaktır.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir başka hadîs-i şerîfinde yine kendimizi hesaba çekmemizi tavsiye ederek şöyle buyurur:
“Allah Teâlâ bir kulu helâk etmek istediği zaman, ondan hayâyı çekip alır. Hayâ çekilip alınınca o kul, ancak gazaba uğrayan biri olur. Gazaba uğradığı zaman ondan emânet vasfı da çekilip alınır. Ondan emânet vasfı çekilip alınınca, o ancak hâin olur. Hâin olduğu zaman, kendisinden rahmet kaldırılır. Rahmet kaldırılınca, o ancak lânete uğrar ve mel’ûn olur. Lânete uğradığı ve mel’ûn olduğu zaman da kendisinin İslâm ile olan bağı koparılır.” (İbn-i Mâce, Fiten, 27; ayrıca bkz: Ebu Nuaym, Hilye, 1/204)
[1] Süyûtî, Câmiü’s-Sağîr, 1/12.
YORUMLAR