Vecihe Hanım Ablamız, tam bir İstanbul hanımefendisiydi. Yıllarca yakın beraberliğimiz olmuştu. Kendileri, Sıdıka ismindeki teyzelerinden çok istifade etmişlerdi. Ondan aldıkları mânevî eğitimle büyük bir kemâle ulaşmışlar; hasta annesine, ruh hastası ve felçli kardeşine senelerce büyük bir ihtimam ve îtina ile bakmışlardı.
Kendileri saate çok dikkat ederlerdi. Fuzûlî konuşmazlar, boş şeylerle vakit geçirmemeye çalışırlardı. Kısacık bir boş zamanları olsa, daima çantalarında gezdirdikleri takvim yapraklarından çıkarırlar ve yetmiş küsur yaşlarında olmalarına rağmen gözlüksüz okurlardı. Lisânı çok fasih, sohbeti çok tatlıydı. İnsanların gıybetlerini etmekten hiç hoşlanmazlar, bulundukları meclislerde dedikodu edilmesine izin vermezlerdi. Kul hakkına çok riâyet ederlerdi.
İnsanları severler ve en küçüğünden en büyüğüne herkese hürmet gösterirlerdi. Son derece vefâlıydılar. Hasta, garip, sıkıntılı, genç, çocuk… her gönle girer, kalp kazanırlardı. Konu-komşularını ziyaret eder, misafir olarak gittiği yerlerde ev sahibinin geçmişlerine duâlar okur, ikramlarına samimi teşekkürlerde bulunurdu. Torunu yaşındaki bir insanın ikramını dahî ayağa kalkarak alırlardı. Bize de:
“–Evlâdım!.. Misafirin vazifesi, buyur edilen odaya girmek, gösterilen yere oturmak, etrafa dikkatli göz gezdirmemektir. Bunlar âdaptandır.” diye nasihatte bulunurlardı.
Bir yere giderken ufak da olsa mutlaka bir hediye götürürler, hiçbir şey yapamazlarsa, bıraktıkları ufacık bir notla gönülleri fethederlerdi.
Yaşlı olmasına rağmen insanlara emir vermeyi sevmezler, kendi işlerini kendileri görürlerdi.
Medih ve iltifat edilmekten hiç hoşlanmazlardı. Zaman zaman:
“–Vecihe’yi Allah affetsin; kendi kendisini affetmiyor!..” derlerdi.
Hastane önünden geçerken tefekkürle hastalara duâ eder, mezarlıktan geçerken rahmet okurdu.
İsraf ve lüksten hiç hoşlanmazlardı. Yakın zamana kadar evlerinde telefon bile yoktu. Bilhassa yiyeceğe çok dikkat ederler, tabaklarında bir tane bile kırık bırakmamaya çalışırlardı.
Hizmet eden kimselere, kazandıkları sevapları, her gün bir sevdiklerine bağışlamalarını tembih ederler ve:
“–Böyle yaptığınız takdirde sizin sevaplarınızdan bir eksilme olmadığı gibi sevdikleriniz de istifade etmiş olur!..” derlerdi.
Tasavvufa çok muhabbetleri vardı. İlim meclislerinde, mütevâzi bir hâlde bir kenara oturup sessizce gözyaşı dökerlerdi. Tanıdıklarının tâziyesine ulaşamazlarsa, mektup veya telefonla irtibat kurarlar ve gönül alırlardı.
Meclislerde gençlerin de bulunmasını arzu ederler ve:
“–Ruhlar beraber yaratıldı. Din nasihattir, beşikten mezara kadar muhtacız…” buyururlardı.
Meclisinde bulunanları:
“–Sakın hayatınızdaki güzellikleri ulu orta her yerde dile getirmeyin, nazar haktır.” şeklinde ikaz ederlerdi.
Âhirete hazırlık yapmanın lüzumuna o kadar inanmışlardı ki, sahip oldukları yegâne mülk olan iki evini vakfetmişlerdi. Sahip oldukları bütün eşya ve zînetlerini de, henüz hayatta ve sağlıklı iken muhtaçlara dağıtmışlardı.
Tertemiz bir hayat yaşamış olan Vecihe Ablamız, 78 yaşında, arkasında cüzdanından çıkan cüzî bir harçlıkla rahmet-i Rahmân’a kavuşmuştur. Cenâzesi, kendisini tanıyan ve muhabbet eden büyük ve güzîde bir cemaat eşliğinde ebedî yolculuğa uğurlanmıştır. Kendisine Cenâb-ı Hak’tan rahmet niyâz ediyoruz. Makamı cennet olsun. Âmin…
YORUMLAR