Sâhibu’l-Vefâ
Bir insanın, görmüş olduğu iyilik sebebiyle birisini yâd etmesi, onu hatırlaması kadirşinaslık ve ahlâk güzelliğinden sayılır. İşte vefâ da, insanı güzelleştiren bu ahlâkın bir neticesidir.
Allah dostları, yetiştirmiş oldukları talebelerine ve gönüldaşlarına, Allah’ın yolunu tanıtmakla, dünyâyı gerçek hâliyle gösterip âhirete yaklaştırmakla en büyük iyiliklerden birini yapmaktadırlar. Bu yüzden onlara karşı gösterilecek sadâkât, vefâ ve muhabbet, sâir insanlardan farklı olmalıdır.
Biz bu hâlin en nâdide örneklerinden birini Mûsâ Efendi’de müşâhede etmiştik. Kendileri, mânevî terbiyesinde yetiştikleri Mahmud Sâmî Ramazanoğlu hazretlerini hep büyük bir heyecan ve muhabbetle anarlar; ondan bahsederken âdetâ o mesud günlerin zevkini tekrar tekrar yaşarlardı.
Kendilerine duymuş oldukları bu derin muhabbet ve bağlılık sebebiyle, oturuşları, kalkışları, söz ve sohbetleri Mahmud Sâmî Efendi’ye benzerdi. O, bu hâlleriyle “vefânın sâhibi” olmayı hak etmişti.
Bize Verilen Sır
Mûsâ Efendi, Mahmud Sâmî hazretlerini anlatırken de büyük bir edeb içerisinde bulunurlar ve sanki o an yaşamaktaymış ve yanıbaşındaymış gibi dikkat içinde sohbet ederlerdi. Bir keresinde Mûsâ Efendi, yine Onu anlatırken:
“–Ömrünce kimsenin kusurunu söylememiş, arkasından çekiştirmemiştir. Kendisine emânet edilen sırları titizlikle saklamıştır. Hattâ birgün kendisine bir sır veren kimse, bu sırrı saklamasını sıkı sıkıya tenbih etme ihtiyacı hissetmiş de, merhum Efendimiz:
«–Merak buyurmayın evlâdım, bize verilen sır, bizimle beraber mahşer yerine kadar gider!» buyurmuştur.
Dile Dikkat
Dil, Allâh’ın insana verdiği en büyük nîmet, hem de en büyük imtihandır. Bazen insan diliyle pek çok hayra nâil olabileceği gibi, bazen de dili sebebiyle pek çok hayırdan mahrum kalabilir.
Vaktiyle Ziyâeddin Efendi isminde bir zât vardı. Medîne-i Münevvere’de yaşardı. Şahsen ben de ondan çok istifâde etmiştim. Dâimâ sükût hâlinde idi. Sükût bazen sohbet gibi faydalıdır. Mûsâ Efendi’ye bu zâtın hâlini sormuştum da gülümseyerek:
“–Mühim olan gönle huzurun inmesidir.” buyurdular.
Medîne’de bir zât vardı. Pek çok hayırlar yapmış olmasına rağmen, bir zaman diline dikkat etmemesi sebebiyle elindeki bütün amelleri hebâ olup gitmişti. Allâh Teâlâ da müminleri îkaz etmiyor mu? «Sesinizi Allâh’ın Rasûlü’nün yanında yükseltmeyin, sonra farkında olmadan amelleriniz boşa çıkıverir!..» diye!
Bilhassa hanımlar dillerinden çok kaybederler. Her birimiz ağzımıza girene (lokmamıza) dikkat ettiğimiz gibi, ağzımızdan çıkana (sözlerimize) de dikkat etmeliyiz.
Gönlü Allâh’a Tahsis
Musâ Efendi, sohbetlerinin birinde teslimiyetten bahsettiler. Bu yolda sâhip olunması gereken hâli ifâde için İbrahim -aleyhisselâm-’ın teslimiyetini örnek verdiler. Ateşe giderken bile hâlini ancak Allâh’a arz etme ve kullara değil de Allâh’a bağlanma…
“–Nasıl Züleyha annemiz, Yusuf aleyhisselâm’a duymuş olduğu aşk ve muhabbetini dâimâ kalbinde taşımış ve bu muhabbetin îcablarını yapmaya gayret etmişse, bizim de muhabbetimizi kalbimize yerleştirmemiz gerekir. Bu sevgiyi hiç zorlamadan kalbimize yerleştirmeli ve zikirle onu beslemeliyiz.” buyururlardı.
“–Gönlümüzü evlât, mal ve aile sevgilerinin esaretinden kurtarıp Mevlâ sevgisine tahsis edeceğiz. Elbette çocuklarımıza, anne babamıza ve zevclerimize karşı muhabbet besleyeceğiz, ama bunlar, Allâh’a olan sevgimizin önüne geçemeyecek…
Allâh için seveceğiz, Allâh için buğz edip nefret duyacağız. Kardeşimizi, kendimize ne kadar tercih ediyorsak o kadar imânımız kemâle ermiş demektir.”
YORUMLAR