Muhterem Üstâdımız Mahmud Sâmî Ramazanoğlu, zamanın ehemmiyeti üzerinde çok dururdu. Kendisi, vaktini en hayırlı işlere tahsis etmeye çalışırdı. Boşa zaman kaybına hiç tahammülü yoktu.
İnsanın dünyasına da, âhiretine de faydası dokunmayan işlere “mâlâyânî” denir. Mahmud Sâmî Efendimiz de ihvânın mâlâyânî ile vaktini ziyân etmesini hiç hoş görmezdi.
Merhum Mûsâ Topbaş Efendi, üstâdı Mahmud Sâmî Efendi’nin bu hassâsiyetini bütünüyle hayatına tatbik etmiştir. Yatışı, kalkışı, işe gidişi, yemek vakti, hatta misafir ağırlama zamanları bile hep planlı-programlıdır. Bu hususta sık sık:
“-İnsan, hayatını nizam ve intizam içinde yürütürse, her şeye vakit bulur!..” derdi.
Gerçekten o, işlerini mümkün mertebe vaktinde yaptığı için teennî ile hareket eder, hâl ve davranışlarında acele ve telaş görülmezdi. İnsanın dünyaya kulluk için geldiğini, ömür dediğimiz vaktin mahdut olduğunu, dolayısıyla insanın en büyük sermâyesinin “zaman” olduğunu söylerdi.
“-Zaman, öyle büyük bir sermâyedir ki, onu kullanarak dünya hayatını da, âhiret hayatını da huzur ve saâdete çevirmek mümkündür. Her gün eksilen bu sermâyenin ziyan edilmesi hâlinde de hem dünya, hem de âhiret mahvolmuş olur. İnsanın en akıllısı, vaktini en güzel şekilde kullanandır. Cenâb-ı Hakk’a olan vazifelerini en başa alarak, üzerinde hakkı olan herkese haklarını en güzel şekilde verendir. Kendi âilesine, çocuklarına, akrabasına ve kendi nefsine… Tıpkı Peygamber Efendimiz’in kardeş kıldığı Selmân-ı Fârisî ile Ebû’d-Derdâ Efendilerimiz gibi…
Ashâb-ı kirâmın büyüklerinden Ebu’d-Derdâ Efendimiz, kendisini tamamen ibâdete vermiş, fakat bu vecd ve istiğrak hâli onu çoluk-çocuğunu ihmal etmeye götürmüştü. Buna vâkıf olan Selmân-ı Fârisî Hazretleri, Peygamber Efendimizin kendilerini “din kardeşi” kılması sebebiyle onun aşırıya giden bu hâline müdâhale etmişti. Onun peşpeşe tuttuğu nâfile orucunu bozdurmuş, gecenin tamamında ibâdet etmesine de mâni olmuştu. Sonra da kendisine şu nasihati vermişti:
“-Kardeşim, üzerinde muhakkak ki Rabbi’nin hakkı vardır! Kendinin de böylece hakkı vardır. Âilenin de bir hakkı vardır. Hatta misafirin bile hakkı vardır. Bu yüzden her hak sahibine hakkını vermelisin! Evet ye, iç, oruç tut, namaz kıl, uyu ve hayat yoldaşını da ihmal etme!..”
Ebû’d-Derdâ hazretleri, kimin yaptığının daha doğru olduğunu öğrenmek üzere Peygamber Efendimiz’e müracaat ettiğinde, Allah Rasûlü, Selmân-ı Fârisî’yi haklı bulmuştur.
O hâlde, biz mü’minler olarak hâlimizi, yaşayışımızı, düşüncemizi, “en güzel örnek” olan Peygamber Efendimiz’e ve O’nun güzîde ashâbına benzetmeliyiz. En mühim sermâyemiz olan zamanı, hem dünyevî ihtiyaçlarımızın temini ve hem de ebedî âhiret yurdumuzun îmarı için kullanmalıyız. Dünya tamamen ihmal edilerek âhiret saâdeti mümkün olmadığı gibi, âhiret tamamıyla unutularak dünya huzur ve refâhı da mümkün değildir. Ne mutlu, dünya sermâyesini, âhiret saâdetine dönüştürebilenlere… Ne mutlu, dünyadan yüz akı ile ebedî yurduna göç edebilenlere!.. Ne mutlu kısıtlı sermâye ile sonsuz saâdete ulaşabilenlere!..
YORUMLAR