Geçen sayımızda biraz bahsettiğimiz Râbiâ Annemizin ibretli hâllerinden ve kıymetli sohbetlerinden hatırladıklarımızı nakletmeye devam edelim:
Râbia annemiz, M. Sâmi Efendi’nin pek çok mânevî hâline ve kerâmetine vâkıf olduğu hâlde, bunları uzun uzun anlatmaktan hoşlanmazdı. Bir kul için önemli olan şeyin, Allah’ın emir ve yasaklarına olan riâyeti, yani “istikamet”i olduğunu söylerdi. Kerametlerin, rüyâların, bazı keşif ve mânevî hâllerin, zaman zaman insanın ayağının kaymasına bile sebep olabileceğini hatırlatır, bu gibi fevkalâdeliklerle isim yapmaktan hiç hoşlanmazdı. Sâde bir hayat tarzı ile, mahfiyet ve hiçlik içerisinde yaşamayı çok severdi.
Kendisini yakından tanıma fırsatı bulan insanlara, yaşayış tarzıyla örnek olmaya çalışır, ancak bunu “insanlar görsün” diye yapmazdı. O, her zaman Allah’ın huzurunda olduğunu bildiği için, insanlar görse de, görmese de hâlini ve yaşayışını değiştirmezdi.
Yine Peygamber Efendimiz’in yüce ahlâkının bir aksi olarak Rabia annemiz de insanların yüzlerine karşı:
“-Niye öyle değil de böyle yaptın!” diye azarlama ve ikazda bulunmazdı.
Çünkü böyle bir ikaz, her insanın içinde bulunan nefis düşmanının eline bahane bulma fırsatı verir. Eğer insan, yapmış olduğu hareketin yanlışlığını kendi anlarsa, pişmanlığı daha derin ve kabulü daha kolay olur. Ancak onun bu davranışı, hareketin yanlışlığını umûmî ortamlarda, isim vermeden söylemeye engel değildi. İnsanların yaptığı hatayı yüzüne vurmaz, ama uygun bir ortamda, bir kalabalık içinde münâsip bir dille yapılmış olan hatanın yanlışlığını anlatırdı. Böylece herkes hissesine düşeni alır, kendine çeki düzen verirdi.
Rabia annemiz çok muhterem ve zeki bir hanımefendi idi. Ömrünce verimli işler yapmış, insanların kalbini kazanmış, çok hizmet etmiş, gönüllere sürûr vermiş, o devrin hanımlarına örnek olmuş ve çok sevilmiş ve en önemlisi, Sami Efendi’nin rızasını kazanmış bir kişiydi.
Rabia anne, mecbur kalmadıkça dışarıya çıkmaz, lüzumsuz gezmeye gitmez, halkın arasına karıştığında seslerini yükseltmezdi.
Allah rızası için, komşu veya akraba ziyareti gibi sebeplerle dışarı çıktığında ziyaretini kısa tutar, hediyeler götürür, insanların gönlünü alırdı.
İnsanın, dünyanın hay-huyuna gönlünü kaptırmamasını tembih eder, ibâdetleri vaktinde ve itinayla yapmaya ehemmiyet verirdi.
“-Nâil olduğunuz nimetler için şükrü eksik etmeyin!..” diyerek yeni bir elbise vesâire alındığında, o kıyafetle ilk olarak namaz kılar ve Rabbi’ne hamd ederdi.
Kısacası, insanın dünyadaki değeri, geride bıraktığı izleri ve eserleridir. O da, güzel ahlâkı, istikamet ve ihlâsı ile nice insanın üzerinde derin tesirler bırakmış, mübârek bir Allah dostunun kıymetli bir zevcesiydi. Bu mânevî rütbeyi, alnının akıyla, şerefle bir ömür boyu üzerinde taşımış ve yine aynı hâl üzerine Rabbine kavuşmuştu.
Rabbim, makamını cennet eylesin. Bizlere de, onun güzel ahlâkından hisseler nasip eylesin.
YORUMLAR