Edeb, incelik, nezâket, zarâfet gibi ahlâkî meziyetler, insanların ve özellikle Allah dostlarının en güzel süs ve meziyetleridir. Onlar, diğer üstün ahlâkî vasıfları yanında bu edeb ve zarâfetleri ile gönüllerindeki hassasiyet ve olgunluğu göstermiş olurlar. Sergiledikleri bu kemâl ve güzellikler sebebiyle de insanların gönlünde taht kurarlar.
Şüphesiz bu edeb ve kemâlin zirvesi, Peygamber Efendimiz’dir. O, her hâliyle ümmetine örnek olduğu gibi edeb ve hayâsıyla da müstesnâ bir örnektir. O’nun hayatının her safhasına vâkıf olan Ashâb-ı Kiram, Allah Rasûlü’nün örtünün arkasındaki bâkire bir kızdan daha edepli olduğunu rivâyet etmişlerdir.
Peygamber Efendimiz’in ahlâkıyla ahlâklanmaya gayret gösteren Allah dostları da her bakımdan O’nu taklit etmeye özen göstermişler ve zamanla O’nun -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ahlâkında fânî olmuşlardır.
Gerçekten böyle bir Allah dostunu tanıma bahtiyarlığına eremeyen kimseler, Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Nebevî’nin çizdiği “kâmil insan portresi”ni kolay kolay zihinlerinde canlandıramazlar.
Biz de tam anlamıyla “kâmil bir insan”ı, muhterem Mahmud Sami Ramazanoğlu’nu tanıma şerefine erenlerdeniz. Onu tanıyan nice insanın da itiraf edeceği gibi, Mahmud Sami Efendi, Peygamber Efendimiz’in ahlâkının güzelliklerini hayatına aksettirmiş nadide şahsiyetlerden birisiydi. Oturması, kalkması, konuşması, sükûtu, edeb ve nezâketleri, misafir ağırlama ve seyahat esnasındaki hâl ve tavırları; devrimizde nasıl bir ahlâk yaşanabileceğinin en güzel örneği olmuştur.
Onu tanıyanlar arasında kendinden incinen, kırılan kimse olmadığı gibi onunla bir ömür beraber olma imkânına kavuşan, muhterem âilesi Râbia annemiz de, kendisinin edep ve zarâfetini anlatmakla bitirememiştir. Ev içinde, iki kişi olarak yaşadıkları hâlde annemizin kapısını tıklatmadan odaya girmemişler; seyahate çıkacağı veya bir misafiri eve dâvet edeceği zaman muhakkak annemizle istişâre etmişlerdi.
Kendileri genellikle sükûtu ihtiyar ettikleri gibi zaman zaman “sükut sohbetleri” yaparlardı. Herkesin kendi içinde derinleşip tefekkür âlemine daldığı bu kıymetli vakitler, feyz ve huzurun sağanak sağanak yağdığı “rahmet meclisleri” hâline gelirdi.
Sohbetlerinde âyet ve hadis-i şeriflerden istifade ederler, daha çok ashâb-ı kirâm menâkıbını naklederlerdi. İnsanın merkezi mevkiinde olan “kalb” üzerinde çok dururlardı. Bazen birkaç saat süren sohbetlerde bile dizüstü oturmaya devam ederlerdi. Her zaman Allah’ın huzurunda bulundukları şuuru içerisinde her türlü laubâlilikten, aşırılıktan, kabalık ve kırıcılıktan uzak bir hayat sürmüşlerdi.
Onların güzel ahlâkından hisseler alabilenlere ne mutlu!..
YORUMLAR