Allah’ın Habibi’nin mübârek şehri Medîne-i Münevvere’de, O’nun sünneti üzere fakirlere hizmet etmenin târif edilemez bir mânevî heyecanı var. Bu heyecan, Ramazan ayının mâneviyât ve feyiz dolu iklimiyle birleşince daha da artıyor.
Biz, ikindi namazının hemen sonrasında iftar sofralarının hazırlığına başlar ve akşam ezanına yarım saat kala bütün işleri bitirirdik. Beraber hizmette bulunduğumuz arkadaşların her birinde hizmet için apayrı bir heyecan tufanı yaşanırdı. Herkes, “acaba nasıl daha çok gönül kazanır ve daha çok kişinin duasına nail olabilirim?!” telâşındaydı.
Musa Efendimiz elimizden gelenin en iyisiyle hizmete koşmamız husûsunda bizleri devamlı olarak teşvik eder ve:
“–Yüz ekmek taşıyabilen yüz ekmek, iki yüz ekmek taşıyabilen de iki yüz ekmek taşısın.” derdi.
Ayrıca hizmet esnasında tebessüm ve güler yüzü asla ihmal etmememizi tembihlerdi. Bazılarının yaptıkların iyilikleri başa kakmak ve asık suratla nasıl zâyi ettiklerini hatırlatır; güler yüz ve tatlı dilin bazen yemek yedirmekten bile daha büyük bir sadaka olduğunu söylerdi.
Musa Efendimiz açtığımız sofraların her seferinde daha fazla genişletilmesini isterdi. Allah’a şükür, orada açılan sofralar her geçen gün daha bir bereketlendi ve genişledi. Bazen Ravza-i Mutahhara’nın dışına taşan sofralar ve misafirlerimiz bile olmuştu.
İftar sofralarının bereketi bazen çok farklı şekillerde tecellî ediyordu. Meselâ bir gün yaşlı bir âileyle karşılaştık. Peygamber Efendimiz’in kabr-i şerîflerini ziyaret ettikleri esnada evin hanımı korumak için paralarını iç cebine yerleştirmiş. Ancak o mahşerî kalabalıkta hiç fark edilmeden parası kaybolmuş. Bu âile de çaresiz ortada kalakalmışlar. Ağlayıp duâ ediyor ve yanık yanık yalvarıyorlardı. Biz, o esnâda tesâdüfen onların yanına oturmuş bulunduk. Dertlerini merak edip konuşmaya başladık. Kadıncağız bize vaziyeti anlattı. Biz de onları iftar sofrasına dâvet edip:
“–İnşaâllah bir çâresini buluruz!..” dedik.
İftarda geldiler, biz de orada bulunanlara durumu izah ettik. Hemen oracıkta herkes gönlünden ne koparsa verdi. Paraları topladığımızda, tam kaybolan paraları kadar olduğunu gördük. Bu hâdise bize çok ibretli gelmişti.
O mübarek topraklarda bayram günleri ise, hakikî bir bayram havasında geçerdi. Büyük-küçük herkes, güzel ve temiz elbiselerini giyip Harem-i Şerif’e gelir, tekbirler ve duâlar arasında ibadet edilip namazlar kılınırdı. Özellikle güzelce giydirilip hazırlanmış mâsum çocukların hâli görülmeye değer bir manzara oluştururdu. Her tarafta hurma ve şekerler ikram edilir, herkes neşe içinde birbiriyle bayramlaşırdı.
Bayramlaşmalardan sonra, ziyaret edilmesi gereken yerler büyük bir şevk ve mânevî huzur içinde ziyaret edilirdi. Musa Topbaş Efendi bayram günü özellikle Uhud şehidlerini ve bilhassa Hazret-i Hamza Efendimizin kabrinin ziyaret edilmesini tavsiye buyurur ve:
“–Hazret-i Hamza’nın kabri ziyaret edilip orada Allah’a duâ edilirse, Allah’ın izniyle müteakip sene de bu mübarek topraklara gelmek nasip olur.” derdi.
YORUMLAR