Hâtıralar

Peygamber Efendimizin yedi çocuğu olmuştu. Bunlardan Hazret-i Fâtıma hâriç, bütün çocukları, Peygamber Efendimiz daha hayattayken vefât etmişti.

Allah Rasûlü, kızı Fâtıma’nın üzerine titrer, onun üzülmesini, kırılmasını hiç istemezdi. O’nun bu hassasiyetini bilen Hazret-i Ali de, hanımı Hazret-i Fâtıma’yı el üstünde tutardı. Bir gün aralarında küçük bir münakaşa çıkmış, o kıymetli hanımını incitmemek için evden dışarı çıkmış ve mescide sabahlamıştı.

Hazret-i Ali ile Hazret-i Fâtıma, Peygamber Efendimiz’in yetiştirdiği iki güzide insandı. Peygamberimiz, onları kendi eliyle nikâhlamış ve sık sık hâl ve hatırlarını sorarak saadetlerinin mimarı olmuştur.

Arabistan sıcağında tutulan orucun ardından akşam olmuş, Hazret-i Fâtıma evde olan her şeyi sofraya koymuştu. Beraberce sofraya oturdular. İftarlarını açmak üzereydiler ki, kapı çaldı. Hazret-i Ali kalkıp kapıyı açtı. Karşısında bitkin ve perişan bir adam vardı. Açlıktan sadece “Allah rızası için…” diyebilecek kadar mecâli kalmıştı. Fatıma validemiz hemen ellerindeki yiyeceği Hazret-i Ali’ye uzattı, o da bunları fakire verdi. Evde iftar için yiyecekleri hiçbir şey kalmamıştı. İftarı suyla açtılar ve ertesi gün için oruca niyetlendiler. Bir gün daha geçmiş, iftar vakti gelmişti. Yine kapı çaldı. Bu sefer gelen kimse bir yetimdi. Sofralarındaki her şeyi gönül hoşluğu ile ona ikram ettiler. Kendileri su ile iftar ettiler. Üçüncü gün, üftar vaktinde kapı çalındı ve bir esir, Allah rızası için kendilerinden yiyecek istedi. Onlar, Allah’ın rızâsını, her türlü rahat ve nimetin üstünde kabul ettiklerinden seve seve elindekileri verdiler.

Allah Teâlâ da, onların bu hâlini âyet-i kerime ile Peygamber Efendimiz’e haber verdi.

“Onlar, içleri çektiği hâlde, yiyeceği yoksula, öksüze ve esire yedirirler. «Biz, sizi ancak Allah rızâsı için doyuruyoruz, bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz. Doğrusu biz, sert ve belâlı bir günde Rabbimizden korkarız!..» derler. Allah da onları bu yüzden o günün fenâlığından korur; onların yüzlerine parlaklık ve neş’e verir. Sabırlarının karşılığı cennet ve oradaki ipeklerdir.” (el-İnsan, 8-12)

O mübârek âile, Peygamber Efendimiz’in torunlarının doğup büyüdüğü terbiye edildiği bir mektep olmuştu. Peygamber Efendimiz, sık sık torunlarını ziyarete gelir, onlarla oyunlar oynar, onları omzuna alır, sever, öperdi.

Bir gün yine Hazret-i Fâtıma’yı ziyârete gelmiş, ama içeriye girmeden kapıdan geri dönmüştü. Bu hâli fark eden Hazret-i Fâtıma, sebebini öğrenmek üzere zevci Hazret-i Ali’yi Peygamberimize gönderdi. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, cevâben Hazret-i Ali’ye şöyle buyurdular:

“-Ya Ali, ben Fâtıma’nın kapısında öyle bir perde gördüm ki, üstünde resimler vardı. Onların olduğu eve melekler girmez. Onların girmek istemediği yere ben de girmem.”

Hazret-i Ali, geriye döndü ve durumu zevcesine bildirdi. Hemen o perdeleri kestiler ve ondan ev eşyası yaptılar. Peygamber Efendimiz de hânelerine teşrif etti.

Hazret-i Fâtıma, ev işlerini kendi çekip çevirirdi. Bir gün el değirmeninde buğday öğütürken elleri nasır tutmuştu. Çocuklar da küçük olduklarından kendisini çok yoruyordu. Hâlini, Peygamber Efendimiz’e arz edip ondan bir hizmetçi tahsis etmesini istediklerinde, Allah Rasûlü:

“-Ümmetimin içinde bu kadar garip ve kimsesiz varken size bir hizmetçi tahsis edemem!..” dedi.

Bunun üzerine özür dilediler ve hâllerine rızâ gösterdiler.

Allah, âhiret gününde, o mesud âileye komşu eylesin.

 

PAYLAŞ:                

Zahide Topcu

Zahide Topcu

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle