Âişe -radıyallâhu anhâ- şöyle demiştir:
“Hazret-i Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den sonra îcad edilen ilk bid’at, doyasıya yemektir.”
Peygamber Efendimiz, bazen herhangi bir zaruret olmaksızın, kendi arzusuyla aç kalır ve açlığı tokluğa tercih ederdi. Nitekim bu konuda şöyle buyurmuşlardır:
“Allah Teâlâ, meleklere karşı dünyada az yiyip içen kimselerle iftihar ederek şöyle buyurur: «Ey melekler!.. Kuluma bakınız. Ben onu dünyada yemeğe ve içmeğe müptelâ kılmışım; o ise sabretmiş ve onları terk etmiştir. Ey melekler!.. Şâhid olun ki, (benim için) terk ettiği her yiyeceğin yerine kuluma cennette birçok dereceler vereceğim.»”
* * *
Hasan-ı Basrî Hazretleri şöyle buyurur:
“Yün elbise giyiniz; fakat bol olmasın. Yediğiniz zaman da midenizin yarısını dolduracak kadar yiyin. (Böyle yaptığınız takdirde) gökler âlemine dâhil olursunuz.”
Lokman Hekim de oğluna der ki:
“-Ey oğul! Mîdeyi tıka basa doldurduğun zaman fikir uyur, hikmet dilsizleşir. Âzâlarsa ibadetten bıkıp otururlar.”
Ebu Süleyman Dârâni -kuddîse sirruh-, “Akşam yemeğinden bir lokmayı terk etmek, benim için bütün bir geceyi sabaha kadar ibâdetle ihyâ etmekten daha sevimlidir.” demiştir.
* * *
Ashâb-ı kirâmın en seçkinlerinden Ebû Zer el-Gıfârî -radıyallâhu anh-, ashâb-ı kiramdan bazı insanları şöyle ikaz etmiştir:
“Siz Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem- zamanındaki hâlinizi değiştirdiniz!.. Bakıyorum da sizin için arpa unu eleniyor. Oysa Rasûlullâh zamanında unun elenmesi diye bir şey yoktu!.. Siz ince ekmekler pişiriyor, sofranızda iki katık bulunduruyorsunuz. Sizin için çeşit çeşit yemekler hazırlanıyor. Bazılarınız sabahleyin bir elbise, akşam da başka bir elbise giyiyor. Oysa siz, Allah Rasûlü’nün zamanında böyle değildiniz!.. O’nun «Kıyamet gününde bana, derece bakımından en yakın olanınız ve nezdimde en sevimliniz, bugün (asr-ı saâdette) üzerinde bulunduğu hâl üzere ölüp Allâh’a kavuşanınızdır.» hadîs-i şerîfini ne çabuk unuttunuz!..”
Demek ki, zamanın değişen şartlarına ve zenginlik ile refaha uyarak, Allah Rasûlü’nün bilerek ve isteyerek seçtiği açlığı (az yemek ve sık sık oruç tutmak sünnetini) tekrar hatırlamamız gerekiyor. Bu, hem sağlığımız için, hem de dînimiz için gerekli…
Çünkü Allah yolunda mesafe kat etmenin yolunu gösteren tasavvufun büyük erleri, insanın ancak az yemekle yükselebileceğini ifade etmişlerdir. Bunlardan Cüneyd-i Bağdâdî -kuddîse sirruh-, “Bir insan kendisi ile göğsü arasına bir yemek torbası asar ve buna rağmen münacatın tadına ermek ister.” demiştir
Zünnûn-i Mısrî de:
“Ne zaman doymuşsam ya isyan etmişimdir ya da isyan teşebbüsünde bulunmuşumdur.” demek sûretiyle insanın tok olması ile Allâh’a isyan etmesi arasındaki paralelliğe dikkat çekmiştir.
Bu, elbette her tok olan günah işleyecektir, mânâsına gelmez. Ama gafletle ve çokça yenilen şeylerin insanda mânevî bir körlük ortaya çıkardığını hep yaşarız. Bu hususta Ebu Süleyman Dârânî’nin sözü de anlatılanları çok güzel hülâsâ eder:
“Kişi acıktığı ve susadığı zaman kalbi saflaşır ve incelir. Doyduğu zaman ise, körleşir ve katılaşır.”
YORUMLAR