Efendimiz Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in nübüvvet ile vazifelendirilmesiyle İslâm’dan önce var olan diğer semâvî dinlerin geçerliliği sona ermiş; Kur’ân-ı Kerîm’in son ilâhî kitap olarak indirilmesiyle dünya ve insanlık tarihinde yeni bir dönem başlamıştır.
Rabbimizin beyânı ile:
“Allah katında din, yalnız İslâm’dır.” (Âl-i İmrân, 19)
Bu âyet-i kerîme ile diğer bütün dinlerin ve dolayısıyla bu dinlere âit hükümlerin bir kıymeti kalmadığı haber verilmiş olmaktadır. Bizim inancımıza göre, yegâne hak ve gerçek din, İslâm’dır.
Farklı dinlerin İslâm’a ters düşmeyen birtakım uygulamalarının olması ya da kısmî güzelliklerinin bulunması, onları geçerli kılmaz ve onlara dînî anlamda bir meşrûiyet vermez.
İslâm; hukuk, siyaset, toplum ve ekonomi prensipleri ile çizgileri net bir din olarak başta Kur’ân-ı Kerîm’de, ardından onun tefsiri olarak da sünnet-i seniyyede en geniş tarifi ile karşımıza çıkmaktadır.
İslâm bu kadar kesin ve net bir din iken, bugün Müslümanların en büyük problemi, İslâm’ı doğru bir şekilde öğrenip algılamakta yatmaktadır. Bundan yıllar önce, İlahiyat Fakültesi’nde okurken, İslâm Hukuku Hocamız:
“-Nasıl bir İslâm istiyorsanız onu söyleyin; ben size Kur’ân’dan ve hadislerden sizin istediğiniz İslâm’ı ortaya koyarım.” diye iddialı bir cümle sarf etmişti.
Bu ifâde, İslâm’ın ne kadar geniş kapsamlı ve insanların ihtiyaçlarına cevap vermeye müsâit bir din olduğunun yanı sıra, bir usûl dâhilinde gidilmez ve art niyetle yola çıkılırsa, ne kadar farklı sonuçlara ulaşılabileceğini de göstermektedir.
Bu durum, günümüz Müslümanlarının İslâmî hayat ve faaliyetlerinin doğudan batıya farklılık arz etmesinin bir sebebi olduğu gibi, dışarıdan bakan birinin İslâm’ı anlamak hususunda kafasının karışması için de yeterlidir. Maalesef Müslümanlar, bugün, en temel meselelerde bile ittifak edemiyormuş görüntüsü vermektedirler.
Kur’ân-ı Kerîm’i anlamada usûl, hadîs-i şerîflerin sıhhat, değer ve kapsamı, İslâm’da mezheplerin konumu, tasavvuf ve tarikatlar, İslâmî bir devletin genel özellikleri, gayr-i Müslimlerle münâsebetler, cihad vb. birçok konu Müslümanların gündeminde ve her bir grup kendi zâviyesinden diğerini “tekfîr edecek” (kâfir olmakla suçlayacak) derecede ağır ithamlarda bulunmaktadır.
Saâdet asrının sonlarında başlayan, İslâm tarihinin ilk yüzyılında ortaya çıkan ihtilâflar, bugün almış başını gitmiştir. Yeni yeni ortaya çıkan fikir akımları, asırlardır konuşulan bu konuları netleştirip anlaşılmasını kolaylaştıracak yerde; işin daha da çetrefilli şekle dönüşmesine sebep olmaktadır. Bir taraftan koyu bir cehâlet ve ona eşdeğer bir taassup, diğer taraftan art niyet ve düşmanların komploları, Müslümanların bir türlü birleşememesine yol açmaktadır. İslâm, güçlü, muktedir ve geniş kapsamlı bir devlet ve yönetime geçemediği sürece de bu ihtilâf ve farklı düşüncelerin bu minvalde devam edeceği düşünülebilir.
Şu an İslâm âlemi, ipi kopmuş, taneleri etrafa saçılmış bir tesbih gibidir. Onu bir tesbihe dizecek elden mahrumdur. Bizim bâtıl olarak gördüğümüz Hıristiyanlık âlemi bile birçok konuda nefislerini ve ihtilâflarını aşarak birlik olabilmektedirler. Ancak maalesef biz, hep kendimize yenik düşmekteyiz.
Müslümanların bu şekilde dağınık ve birbirine düşmesinden istifade eden düşmanlar, bu ihtilâfı körüklemekte, bu sayede kurmuş oldukları sosyal, siyâsî ve ekonomik sömürü düzenlerini devam ettirmektedirler. Müslüman halk ve devletlerin üzerine bombalar düşmekte, her an her evden bir kurban ve feryat yükselmeyi beklemektedir.
Bu şekilde öldürülenler hep Müslüman olmasına rağmen, nedense bu kötülüğü yapanlar da “Müslüman (!) teröristler” olmaktadır. Böylece düşman, savaşı Müslüman beldelerine yıkmakta, ekonomik faturayı onlara kesmekte ve üstüne üstlük onları dünya nezdinde “terörist” yaftasıyla karalamaktadır.
Elbette bütün suçlu, bize düşmanlık etmeyi kendi var oluş gayesi hâline getirenler değildir. İslâm ümmeti olarak, biz de dînimizi terk etmenin, okuyup öğrenmemenin, onun güzel prensiplerini hayatımıza geçirmemenin ağır bedelini ödüyoruz.
İslâm dünyasına baktığımızda en küçük meselelerde bile bir türlü ittifak sağlanamıyor. İslâm’ın en basit bir mevzusunda bile birçok fikir ayrılıkları ortaya çıkıyor. Bütün bunların neticesinde ümmet olarak Müslümanların dertlerini çözebilecek bir mekanizmaya sahip değiliz. Eğer bir dönem dünyada Müslümanların şerefi, haysiyeti, onuru korunmuş ise unutmamak lâzımdır ki, o zaman dünya Müslümanlarının büyük çoğunluğunun birlik ve beraberliği söz konusu idi. Bu da büyük nispette hilâfet müessesesi ile temin ediliyordu.
Tabiî ki, İslâm’ın yüzyıllarca bayraktarlığını yapmış olan Osmanlı Devleti, İslâm’ı temsil ettiği için; iç ve dış düşmanlar tarafından yine yüzyıllara varan bir mücadele neticesinde çökertildi. Şimdi Osmanlı’nın küllerinden dirilmeye çalışan onun torunlarına karşı da aynı mihraklar, bütün güçlerini devreye sokarak büyük bir savaş veriyorlar. Müslümanların büyümesini, gelişmesini engellemeye çalışıyorlar.
Bizim asıl sormamız gereken soru şu: İzzet ve şeref sahibi bir Peygamberin ümmeti olan bizler, Asr-ı Saadet gibi eşi olmayan bir devrin takipçileri olan İslâm ümmeti, bugün neden böyle büyük bir zilletin içerisinde? Hem fert olarak, hem de toplum olarak ne zaman toparlanıp İslâm’ın şerefi ile buluşacağız?
* * *
“Hangi İslâm?” sorusunun cevabı aslında çok basit: Akla, gönle, vicdana seslenen bir İslâm… Sınırlarını Kitap ve Sünnet’in çizdiği, asr-ı saâdette pratik hayata tatbik edilen, diriltici, kuşatıcı, merhamet ve şefkat dini İslâm… İtici, korkutucu, sırf savaş dilini kullanan ve nefret ettiren bir din İslâm olamaz.
Yüreklere ferahlık veren, gönülleri coşturan ve insanları kuşatan bir İslâm… Tıpkı Efendimiz’in engin gönlünde herkesin yer bulduğu gibi. Herkesin O’nun civarında kendini emniyette hissettiği gibi… İslâm, -yanlış anlaşılıp yanlış uygulanan- birkaç cihad âyetinden ibâret bir din değildir.
İslâm, cihâdı, sırf savaşa indirgeyen bir din de değildir. İnsan kazanan, öldürmeye gelen insanı bile merhametiyle dirilten, ona yeni bir hayat veren, ebediyet kurtuluşu sunan bir dindir.
İslâm, her türlü varlığın hakkını koruyan, bütün varlıkları insana hizmete âmâde kılan ve insanı sadece insan olduğu için şerefli addeden bir dindir.
Allâh’ın yeryüzüne indirdiği dinlerin genel adı olan İslâm’ın son peygamberi Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’dir. Kitabı Kur’ân’dır. Kur’ân’ın en güzel tefsiri, hadîs-i şerîflerdir. Efendimizin ashâbı ise, bizim önümüzü aydınlatan yıldızlardır. İşte gerçek İslâm, bu mihenk taşlarını bilmek ve bu rehberlerin gösterdiği istikâmette yol almaktır.
YORUMLAR