Hangi Günah Sebebiyle Öldürüldü

Türkiye, geçtiğimiz Haziran ayı, çocuk kaçırılma hâdiseleriyle sarsıldı.

Vak’alardan bir tanesi, Ağrı’da yaşandı. Âilesiyle birlikte bayram ziyaretine dedesinin köyüne giden 4 yaşındaki Leyla Aydemir, bir anda ortadan kayboldu. 18 günlük aramanın sonunda 2 Temmuz 2018 tarihinde, cansız bedenine ulaşıldı. Leyla’nın açlıktan öldüğü, sonra da kendisini kaçıranlar tarafından daha önce defalarca kontrol edilmiş bir yere bırakıldığı tesbit edildi.

Diğer hâdise daha da acı… Ankara Polatlı’da yaşayan 8 yaşındaki Eylül Yağlıkara’nın 22 Haziran 2018’de kaybolduğu ihbarı geldi. Kaybolduğu tarihten tam yedi gün sonra yapılan arama kurtarma faaliyetleri neticesinde, minicik cansız bedenine bir tarlada elektrik direğinin dibinde gömülü vaziyette ulaşıldı. Katili de çok kısa zamanda yakalandı. Bu yavrucağa kıyan caninin, evli ve üç çocuk babası birisi olduğu çıktı.

Belki bu hâdiselerin insanlar üzerinde bıraktığı şok tesiri ile günlerce “Ne olduk? Ne oluyoruz?” soruları gündemi meşgul etti. Bu kaçırılma-kaybolma hâdiseleri ilk değil, gönlümüz temennî etmez ama, son da olmayacak gibi…

Gerçekten nasıl bir dünyada yaşıyoruz, bu gidişât nereye?

Aslında sözü çok uzatmaya gerek yok; insanın olduğu yerde her şey mümkün… İnsan, ya ulvîlerden ulvî ya da sefillerden sefil bir varlık… İslâm’ın olmadığı, İslâm’ın kendi şefkat ve merhamet insanını inşa etmesine müsaade edilmediği yer ve zamanlarda “câhiliye tipleri” türemesi normal!..

Bu câhiliye insanı, tıpkı İslâm gelmeden önce dünyada hâkim olan kişilerle aynı inançta, düşüncede, ahlâkta… O zaman da güçlünün zayıfı ezdiği bir düzen hâkimdi. Beden olarak, maddî imkân ve iktidar olarak kim daha çok güçlüyse onun sesi çıkar; onun düzeni geçerli olurdu. Câhiliye ve zulüm düzeni, hep zayıflar aleyhine işlerdi; yani kadınlar, çocuklar, köleler, fakirler, kimsesizler vs. aleyhine…

Allâh’ın bütün insanlığa indirdiği kurtuluş ipi ve medeniyet çağrısı olan İslâm ise, en zayıf ile en güçlüyü; hukuk önünde eşit kılar. Onda “dokunulmazlık” yoktur. Hatta maddî-mânevî zayıf olanların üzerine daha çok titrer, güçlüleri onların hizmetkârı yapar.

Arabistan’da kendi evlâdını diri diri toprağa gömüp kız çocuğu sahibi olmaktan “utanan” kimselerle; “Bu dünyaya çocuk doğrulur mu?” diyerek kürtaj yaptıran arasında bir fark yoktur. Ya da “tek çocuk” politikası sebebiyle, nüfus artışını sınırlamaya çalışan ülkelerin “rızık kaygısı” arasında… O zaman da kız evlattan “utanma” ve “geçim korkusu”; çocuk öldürmek için geçerli bir bahaneydi, bugün de… Buna hırs için, zevkini tatmin ve intikam için yapılan cinayetleri de eklemek lâzım…

Evet, dünya ve insanlık hiç iyi imtihanlar vermiyor. Her geçen gün, bir öncekini aratıyor neredeyse… Kötülükler teşhir edildikçe, reklam yapıldıkça, televizyon ve internet vasıtasıyla çeşitlendirip yayıldıkça ve suçlular, hak ve halk nazarında gerekli cezaya çarptırılmadıkları müddetçe, maalesef daha çok “Leyla” ve “Eylül”leri toprağa veririz. Hatta bir müddet sonra vak’a-yı âdiyeden (sıradan olaylardan) sayılıp sadece birer rakam vermekle yetiniriz. Tıpkı Irak’ta, Afganistan’da, Suriye’de ölen milyonlar gibi… İnsan olarak “kötülüğü” kanıksarız ve en büyük kaybımız da bu olur.

Kıyamette Rabbimiz, o mâsum yavrulara ve onların şahsında bütün insanlığa şu soruyu soracak: “Diri diri toprağa gömülen kıza, sorulduğunda: «Hangi günah sebebiyle öldürüldü?» diye…” (et-Tekvir, 8-9)

O çetin günde, kendi adına ve insanlığa karşı vazifeleri adına hesabını verebilene ne mutlu!..

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle