İkisi de kumruydu, ama... Biri huzurla Eyüb Sultan Meydanı’ndaki havuzdan suyunu yudumlarken, diğeri Suriye’de deli bir kurşunun hedefi olmuştu!
İkisi de çocuktu, ama... Biri el-bebek gül-bebek büyürken, biri Filistin’de zulme hedefti!
İkisi de kadındı, ama… Biri “evinin sultanı” olup evlâtlarıyla ilgilenirken, biri evliliğin “kölelik” olduğunu düşünerek yalnız yaşlanıyordu.
İkisi de koyundu, ama... Biri harama meze olduğu için ziyan olurken, diğeri Allâh’a kurban olmanın ayrıcalığını yaşıyordu.
İkisi de kurban kesiyordu, ama... Birinin derdi, “Kaç kilo et çıkar?” diye düşünmekten öteye geçemiyordu. Diğeri ise Hâbil misâli kullukta bir adım daha ileri gidiyordu.
Bıçak, Hazret-i İsmail’i tanımış, kesmemişti ve bir koçun yeryüzüne inişiyle başlamıştı kurban ibadeti… Her kurban, kalbimizin Hâbil ve Kâbil’inin karşı karşıya gelişi belki de! Biri can u gönülden ikram ederken, diğeri ise iki kemik parçasını zoraki vererek sevap kazandım sanır. İlginçtir ki; tam bu esnada Yemen açlıktan kırılırken yanı başında her yıl milyonlarca hacının kesilen kurbanları geliyor aklıma!
Kurban Bayramı vesîlesi ile ülke ülke gezen, kurbanları ihtiyaç sahibi ile buluşturan kurumlar ve gönüllülere ne demeli? Evinde oturup ailesiyle bayram geçirmek yerine, yaralı bir gönle derman olabilme, bir yavrunun bayram sevinci olabilme, bir tencere sıcak aş olabilme sevdasına düşen yüreklerinizin hizmeti dâim olsun, inşâallah.
“(Kurbanların) ne etleri, ne de kanları Allâh’a ulaşır. Allâh’a ulaşan, ancak takvânızdır...” (el-Hac, 37) buyuruyor Rabbimiz... Allâh’a ve emirlerine tam bir teslîmiyetle boyun eğme ve mazluma umut olma şuuru, kurban ibadetinin temelini oluşturur. Hadîs-i şerîfte buyruluyor:
“Âdemoğlunun, Kurban Bayramı’nın birinci günü yaptığı işlerin Allâh’a en sevimli olanı, (kurban) kanı akıtmaktır. Kıyâmet günü o kurban, boynuzları, tırnakları ve kıllarıyla gelir. Kurbanın kanı da henüz yere düşmeden Allâh’ın rızâsına nâil olur ve kabul edilir. O hâlde, kurbanlarınızı gönül hoşnutluğu ile kesin!” (Tirmizî, Edâhî, 1/1493)
Hadîs-i şerîfe göre, gönül hoşluğu ve neden yaptığını bilme idrâki şarttır. “Kurban kesmezsem çevrem ne der?”, “Keselim de buzluk dolsun!” gibi dünyevî duygulardan arınmış bir niyet şarttır. İslâm’ın emirlerinden birini daha yerine getirme fırsatı lûtfeden Rabbimiz’e şükrederek, ihtiyaç sahibine ulaşma azmi içinde olarak ve onların gönlünü hoş ederek tamamlamamız gerektiğini unutmamalıdır.
Kurban; hacda arınmış bir mü’minin kestiği kurbanla ibadetini tamamlayışıdır kimi zaman. Gerçek ihtiyaç sahibini bulma çabasıdır bazen de... Ya da iyiliğin güzelliğini bulan biri için diyar diyar gezip yüreklere dokunmaktır. Ve maalesef kimi için de yıllık stok zamanıdır. Hangisi olmak istiyorsa insan, kalbini o yönde eğitme çabası taşır.
Kurban zâhiren, kesilen bir hayvanın ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması gibi görünse de, aslında bir terbiye metodudur. Kurban’da İbrahimî bir teslîmiyet vardır. Hacerî bir Rabbe güveniş, İsmailce bir itaat... Kurban kula, her şartta Allâh’a dayanıp güvenmenin nasıl büyük bir kazanç olduğunu öğretir.
Hayat dediğimiz, bir kurban meselesidir aslında… Kimi zaman çok beğendiğiniz kıyafeti almaktan vazgeçip bir ihtiyaç sahibine infak edersiniz. Dünyada kalacak bir çaputtan Allah için vazgeçer, nefsinizi Hakk’a kurban edersiniz.
O sizi çokça kırıp inciten kişiyi Allah için affeder, öfkenizi kurban edersiniz. Tatlı uykunuzu terk edip gecenin sessizliğinde huzura durur, rahatın gafletini kurban edersiniz. Hasedin çirkinliğini İslâm’la terbiye eder, gıptayı öğretirsiniz kalbinize, kararmış duyguları kurban edersiniz. Vardır her nefsin bir kurbanı… İş ki ömür, nefse kurban olmasın!
Yâ Rabbi! Gönüllerimizi râzı olacağın amel-i sâlihleri işleyecek takvâya erdir... Âmîn.
YORUMLAR