Tatlı bir telaş sarmıştı. Biricik Dost’una gitme vakti yaklaşıyordu. Büyük bir iştiyakla hazırlanmaya koyuldu. Her şeyi bırakıp O’nun huzuruna en iyi şekilde çıkmanın derdine düştü. Hâlbuki düzenli olarak görüşürlerdi; ama yine de doyamazdı. Sevenin sevdiğine doyduğu nerde görülmüştü ki?!
O çağırdı ya, vakit kaybetmemeliydi. Her zamanki gibi temizlendi, bütün kirlerinden arındı. Güzel bir elbise giyip, mis gibi kokular sürdü. Dışı tamam; ama içi? İçini de hazırlamalıydı. Beynini kötü düşüncelerden kurtarıp kalbindeki gereksiz sevgileri çıkardı. Zaten O’nun sevdiklerini sever, sevmediklerinden de nefret ederdi.
Vakit gelmişti. Heyecanlıydı. Eli boş gidilmezdi; ama yüreğindeki aşktan başka götürecek bir şeyi yoktu ki!.. Her seferinde âcizliğini, O’na ne çok muhtaç olduğunu düşünürdü. Bu kapıdan hiç geri çevrilmemişti. Ziyaretlerinde de çeşitli ikramlardan nasiplenirdi. Gönlündeki sevgi sayesinde dâvete hiç gecikmezdi.
Sevdiğinin yanındaki vakitlerini iyi değerlendirir; O’ndan gayrı hiçbir şeyi hatırına getirmez, huzurundan ayrılmak için de acele etmezdi. Bütün dertlerini yalnızca O’na anlatırdı. Lâkin tek sırdaşıydı. Bazen dayanamaz çağrılmadan da giderdi. Bu çat kapı gelişlerden Dostu da râzıydı. Tabiî, böyle vefâlı, sâdık âşık, kimi memnun etmez ki!
Biricik aşkı ile beraber olmanın verdiği mutluluk, her hâlinden anlaşılırdı. Bir an bile Dostunu aklından çıkarmaz; yanında hisseder, O’nunla yaşardı. Seven sevdiğinden daima en güzel şekilde bahsedermiş ya… Dili sussa, kalbi ile anar, her şeyde O’nun güzelliğini görürdü. Gündelik işlerinde bile hep aklındaydı. “El kârda, gönül yârda” derler ya, o hesap… Dostunun râzı olmayacağı davranışlardan sakınır, O’ndan gayrı hiçbir şeyi de dert edinmezdi. Tek amacı, O’nun rızâsını kazanmaktı.
Her defasında kendisine kucak açan biricik Aşkını, çevresindekilere de sevdirme gayreti içindeydi. Hasta, yorgun, uykusuz… Ne durumda olursa olsun, O’nu hiç ihmal etmez, huzuruna çıkmak nasip olduğu için şükrederdi. Ömrü boyunca dâvetlerine zevkle icâbet etti. Zira Allah Rasûlu -sallâllahu aleyhi ve sellem-:
“İbadetin az da olsa, devamlı îfâ edileni makbuldür.” buyurmuştu.
O yüzden hep istikrarlı davrandı. Öyle memnundu ki bu buluşmalardan; bedeninde ve rûhunda yorgunluk, stres, keder… hiçbir şey kalmazdı. O’na gitmese, sanki hayatı kapkaranlık bir geceye dönecekti. Kendisini bu denli huzurlu görenler de tanımak isterdi Dostunu. Gerçek dosttu O, sevgiliydi, yârdı… Biricik Yaratanımız, Rabbimizdi.
İşte Allah’tan gayrısını dost edinmeyen hakiki kuldu o... Ezân okunur okunmaz câminin yolunu tutar; vakitlice namazını kılıp, rûhunu günlük hayatın karmaşasından kurtararak, rahatlardı. Ömrü boyunca okulu, işi, çevresindekiler… Hiçbir şey engel olamamıştı namazlarına... O, Allah Teâla’yı istiyordu, Cenâb-ı Hak da onu huzuruna çağırıyordu. Bir sıkıntısı olduğunda “Hâcet Namazı”yla, mutlu olduğu zamanlarda ise “Şükür Namazı”yla Dostun kapısını tekrar tekrar çalardı. Gece yarılarında sıcacık yatağını yalnızca O’nun için terk ederdi.
Hâliyle zaten âilesini ve çevresindekileri hep namaza teşvik etmekteydi. Ancak bununla yetinmez, sık sık namazın ehemmiyetini anlatırdı.
“-Her iş, nasıl vaktinde yapıldığında güzeldir, vakti geçince kıymetini kaybeder.” diye başladığı sohbetlerini, “Tıpkı bunun gibi, namazın da en güzeli, vaktinde îfâ edilenidir.” şeklinde tamamlardı.
Girdiği ortamlar, gülistana dönerdi. Mutluydu; çünkü kıldığı namazlar kuru bir yorgunluktan ibaret olmayıp, bütün hayatını aydınlatıyordu. Her vakit huzuruna çıkma heyecanı yaşadığı Rabbinden bir an olsun gâfil değildi. Başına ne gelirse gelsin:
“-Allah’tan geldi; O’nun kahrı da hoş, lûtfu da!..” diyerek şükrederdi. Zaten seven, sevdiğinden gelen her şeye râzı olur. Onun hâli de böyleydi.
Zamanı, işleri ve parası bereketliydi. Huzurluydu; çünkü sadece bedeninin değil, ruhunun ihtiyaçlarını da ihmal etmiyordu.
* * *
Hani yemek vakti yaklaşırken insanın açlıktan eli ayağı titrer ya, ancak bir şeyler atıştırınca geçer; işte bedenimizin gıdası yiyecekler olduğu gibi, ruhumuz da namazla doyup beslenir. Farz namazlar ana öğün, olmazsa olmaz. Nâfile namazlar ise, ara öğün, Rabbimize daha fazla yaklaşma vesilesi… Zira Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’de:
“Secde et ve yaklaş” buyurmuştur. O yüzden ne kadar çok namaz kılarsak, Hak Teâla’ya o kadar yaklaşmış oluruz.
Ayrıca Peygamber Efendimiz -sallâllahu aleyhi ve sellem-:
“Sürekli cemaatle namaz kılanların îmânına şâhitlik ediniz.” buyurmuştur.
İman kor gibidir, onu elde tutabilmek için namazlarımızı vaktinde kılmaya özen göstermeliyiz. Zira lâyıkıyla kılınan her namaz, insanı kötülüklerden alıkoyar, ahlâkı güzelleştirir.
Hem bu dünyada, hem de âhirette huzurlu olmanın birinci şartı; namazlarımızı vaktinde ve en güzel şekilde kılabilmek, âilemize de Allah sevgisini ve namaz şuurunu aşılayan has kullardan olabilmektir.
Rabbim, bizleri ve âilemizi; has kulları zümresine ilhâk etsin! Cümlemizi, her an ilâhî huzurda olduğunu fark eden bahtlı kullarından eylesin. Aşk ve vecdle namaz kılmayı ve namazın rûhâniyetini, hayatımıza yansıtabilmeyi bizlere nasip eylesin. Âmîn!
YORUMLAR