Çocuklar, Peygamber Efendimiz’le nasıl bağ kurarlar? Ve kurdukları bu bağ, mâneviyatlarına nasıl tesir eder? Hadis inkârcıları, acaba temelde Peygamber Efendimiz’le gerçek bir bağ kuramayan, O’nunla muhabbeti yakalayamayan insanlar mıdır? Kim bilir…
Peygamber Efendimiz’le ilgili gerekli bilgileri bilip de O’nu anlayamamak, bilip de hissedememek, bilip de gönülden bir bağ kuramamak mümkün mü? Elbette mümkün...
Öyle olmasaydı, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- zamanında yaşayan, O’nu dinleyen, hattâ ahlâkî güzelliğini, emînliğini, dürüstlüğünü itiraf ettiği hâlde O’na îman ve biat edemeyen insanlar olmazdı. Bu bambaşka bir sır demek ki... Mûcizelerini gözüyle gören, yine de hakikatlere âmâ kalan insanlar vardı. Veya O’nu çok sevdikleri hâlde, şahsî zaaflarına veya inatlarına yenilenler de olmuştu.
“-Sen bize karışma, biz de Sana karışmayalım!” diyerek çıkarlarını düşünenler de…
Biz biliyoruz ki İslâm, Kur’ân ve Sünnet’le bir bütündür. Bunları ayrıştırmaya çalışanlar, ya art niyetlidir yahut da aklını şeytana satmış câhillerdir.
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle bir îkazda bulunuyor yüz yıllar önce:
“Süslü koltuğuna yaslanmış adama, benim hadislerimden biri okunur da o kişinin hiç istifini bozmadan: «Bizlerle sizler arasında Allah Teâlâ’nın Kitâbı (Kur’ân-ı Kerîm) vardır. Onda bulduğumuz helâl şeyleri helâl sayıyoruz, haram olarak bulduğumuz şeyleri de haram kabul ediyoruz.» deme zamanı yaklaşmıştır.
Sizleri de îkaz ediyorum. Kur’ân-ı Kerîm’de bulunan bütün hükümler haktır ve Rasûlullâh’ın haram kıldığı şeyler, Allâh’ın haram kıldığı şeyler gibidir.”[1]
Demek ki hadîs-i şerîfte “süslü koltuğuna yaslanmış” ve “hiç istifini bozmadan” ifadeleri, bu konuşacak kimsedeki saygısızlığı, edepsizliği, kibir, kendi aklını Peygamber sözünden üstün görme gibi halleri vurguluyor. Bu insanların rahatlıkları ile, ismi anıldığında kalplerinde hissettikleri yoğun duygulardan ellerini kalplerine götüren, “Anam, babam, canım Sana fedâ olsun!” diyen sahabîler ve saygıdan, edepten, hürmetten âdeta eriyen kâmil mü’minler bir olabilir mi? Aradaki bu dağlar kadar farkın sebebi bilgi mi? Elbette “hidâyet” denilen sırrın içinde kalan kısmı bizi aşar. Lâkin çocuklarımıza yönelirken, işin bu tarafını tefekkür etmek ve buna da yönelmek boynumuzun borcudur.
Âlemlerin yüzü suyu hürmetine yaratıldığı, Allâh’ın “Habîbim!” dediği o güzel insan, öyle muhteşem bir ömür yaşamıştır ki, bu ömürden kırıntılar bile öğrenmek; insanın kalbinin yumuşamasına, O’na gönülden bağlanmaya kâfîdir. O’nu bilmek, tanımak ve sevmek için yeterlidir. Çünkü yaşantısının her ânı, zirve noktada bir îman, ihlâs ve güzel ahlâk ile doludur. Fakat bunları nakil yollu öğrendiğimizden, kimden, nereden ve nasıl öğrendiğimiz arasında da farklar vardır.
Tanımak, anlamak, çok büyük bir kapıdır. Lâkin hissetmek, bağ kurmak, gönlünde yaşatmak ve benzeşmek, bunların çok ötesinde güzelliklerdir. Gönüllere atılan muhabbet tomurcuklarıyla birleşen o bilgiler, ulu bir çınara dönüşebilir. Ve bu tohumlar, en çok ve en güzel, çocukluk çağında atıldığında daha sağlam kökleşir. Elbette her daim mümkünâtı vardır. Sadece en verimli tarla, bir çocuğun fıtrata yakın, bozulmamış yüreğidir.
Bir çocuğu terbiye etmek için, terbiye edilmiş bir nefis gerekir. Bir çocuğun terbiyesi, kendini yetiştirmiş bir büyük ile kolaylaşabilir. Yavrularımızın gönlüne Allah Rasûlü ile ilgili muhabbet tohumları atmak zorundayız. Evet, bilinen ve tanınan kimseler sevilebilir, ama bunun kuru ve çatırdayan bir sevgi olması da muhtemeldir. Birileri yanlış bilgiler eklediğinde, kafa bulandırdığında sadece bilgiyle edinilen sevgiler, yerini başka şeylere bırakabilir. Ama çocuk hakikî bir muhabbetle büyüdüğünde, Allah Rasûlü’ne benzemenin aile içinde en değerli şey olduğunu hissettiğinde, anne-babasının, hocasının-dedesinin vs. gözlerindeki Rasûlullah sevgisini gördüğünde, gönlünde öyle sağlam bir temel oluşturacaktır ki, bu temeli bütün dünya bir araya gelse sarsıntıya uğratamayacaktır.
Fakat bizler, “ağzımız başka, hayatımız başka” formatında yaşarsak, bu temeli ve bu mayayı veremeyiz. Allah Rasûlü’ne olan muhabbetimiz, cılız ve kurumaya yüz tutmuş bir dere misâliyse, o dereden çocuklarımıza kana kana Rasûlullah sevgisini içiremeyiz. Biz dahî çer-çöp gibi sağa-sola savrulurken, çocuklarımızdan güçlü bir îman, güçlü bir bağ bekleyemeyiz. Elbette her şey Allâh’ın takdîri iledir, ama âhirette ne biçeceğimiz, ancak bugün neler ekebildiğimizle alâkalıdır.
Bir de çocuklarımızın gönlünü ara ara yoklamak lâzım… Peygamber Efendimiz’le gönül bağları ne âlemde? Tenkit etmeden, sadece dinlemeye ve anlamaya çalışarak, sorular sorarak, ârızalar var ise, nerelerde ve nasıl, bunları tespit etmeye çalışarak, o ârızaya göre bir merhem bulmaya çabalayarak oluşturulacak bir sohbet havası elzemdir. Bir çocuğun muhabbet esnâsında:
“-Peygamber Efendimiz Türk müydü?” diye sorması ve aldığı cevabın ardından belli belirsiz yüzünün düşmesinden görebilmeliyiz birilerinin gönlüne ırkçılık tohumları attığını meselâ... Şu minicik misâlin dışında ne kadar çok mesele ve ayrıntı var aslında… Şeytan bazen öyle detaylardan umut besliyor ki, biz onları önemsemezken bir gün elimizde düğüm olmuş problemlerle karşılaşabiliyoruz.
Peki, bu bahsettiğimiz muhabbet nasıl oluşturulacak, bu bağ nasıl kurulacaktır başka? Dînî eğitimde atlanan veya teknik bir konu olmadığından becerilemeyen bir mesele var ki, o da mâneviyatla alâkalı terbiyede verilmesi gereken en önemli şey, “his yüklemesi”dir. Çünkü insanı yönlendiren en güçlü unsur, duygulardır. Duygular neticesinde kurduğu bağdır. Dînî bilgilerimizi incelediğimizde temelde hep bir duygu buluruz. Namaza karşı hissettiklerimiz, Allah ile kurduğumuz kalbî irtibat, tek tek ibadetlere karşı hissettiklerimiz, Peygamber Efendimize karşı duygularımız... Her biri bilgi denilen vasıta ile içimize sinmiş hislerden oluşmaktadır. Peki, -çocuk olsun yetişkin olsun- bu hislerin, güzel duyguların sirâyetini nasıl becereceğiz?
1) Hepimizin bildiği üzere, doğru bilgiler ve kişinin anlayacağı, algılayacağı seviyeye indirilerek verilen hikmetli bilgiler ile… Hikmetli bilgiler, yüklenilmiş değil; sindirilmiş, hazmedilmiş, hattâ tecrübe edilmiş bilgilerdir.
2) Kalbî bir sirâyet ile.... Eskilerin “hâl ehli olmak” dedikleri, kalbimizde yaşayarak birikmiş güzel enerjilerin karşımızdaki kişiye aksetmesi ile... Böyle yaşayan insanları bulmak için çaba göstererek, bu mevzuda Rabbimiz’e yana yakıla duâ ederek... Muhabbet, teoride anlatılabilen bir şey değil, ancak hissettirilebilen bir şeydir.
3) Allâh’ın dostları olan, mânevî enerjisi yüksek, hâl ehli zâtların, hayatta olanlarının ziyaretleri, sohbetleri, varsa eğitimleri; âhirete intikal etmiş olanların ise hayat hikâyeleri ve kıssaları ile hemhâl olarak onlarla kurulan irtibat ve bağ ile... İşin özü, gönlümüz nerelerde geziniyorsa, oraların müsbet veya menfî enerjisinden faydalanacaktır.
Bilgi, her zaman feyiz getirmez. Bilgi yüklemek, uygulanması için yeterli olmayabilir. Dolayısıyla en büyük çabamız, çevremizi, zihnimizi, gönlümüzü ve dahî her bir çevremizi hâl ehli güzel insanlarla donatmak olmalıdır. Bunun için çabalamayan, kendini düzeltmeye çalışmayan, çevre denilen o toprağın verimi için seçici olmayan anne-babalar, çocuklarının sadece ezberledikleriyle mutlu olabilecek kadar sığ baktıkları sürece, bu çocukların her türlü yalan-yanlış bilgilerle kandırılabilir, yönlendirilebilir olmasına şaşırmamaları gerekir.
Rabbim bize ve neslimize hakikî bir îman ve ihlâs ile Rasûlullah Efendimize muhabbette derinleşebilmeyi ve daima O’na hürmet üzere yaşayabilmeyi nasîb eylesin. Âmîn.
[1] Ebû Dâvûd, Sünnet, 6, hadis no: 4604; Tirmizî, İlim, 10, hadis no: 2663; İbn-i Mâce, Mukaddime, 2.
YORUMLAR