Günümüzün Yitik Değeri: Merhamet

Gece, koyu karanlıktan sonra Güneş’in doğarak yeryüzünün pırıl pırıl olması, toprağın suya hasret kalıp tohumun rahmeti beklediği anda bulutların yağmur dolu bir hâlde gelmesi, uçmayı bilemeyen yavru kuşların yuvada aç beklerken annelerinin kilometrelerce uçuştan sonra gagalarında azık getirmesi, dokuz aylık yolculuktan sonra dünyaya ağlayarak gelen bebeklerin tazecik ve sıcacık sütlerinin hazır olması ve daha niceleri Allâh’ın rahmetinin işaretlerindendir. Yalnızca bunlar mı?

İçinde kadın ve çocukların da olduğu Nuh’un gemisinin günler süren azgın dalgalar ve şiddetli yağmurlar sonunda güvenilir bir yere oturması; hızla peşlerine düşmüş, kinden gözü dönmüş Firavun ordularının kendilerini Kızıldeniz’in başında çaresizce yakaladığı anda denizin ikiye bölünerek İsrailoğulları’na güvenli bir yol olması; aylarca biriktirilen odunlarla tutuşturulan ateşe mancılıkla atıldığında devâsâ alevlerin gül bahçesine dönüşmesi ve daha neler neler Allâh’ın kullarına engin merhametinin işaretlerindendir.

Sözlükte, merhamet etmek, severek ve acıyarak korumak mânâsındaki “rahmet” kelimesi, “ruhm-merhamet” kökünden türemiştir. Kelimenin kök mânâsında “yufka yürekli olmak, acımak, birinin üzüntüsüne ortak olmak” gibi beşerî duyguları ifade eden unsurlar bulunduğu için Allâh’a nisbet edilirken “sonsuz merhametiyle lûtuf ve ihsanda bulunan” şekliyle mânâ tamamlanmıştır.[1]

İyilik ve merhamet sahibi Âlemlerin Rabbi, insan başta olmak üzere yaratmış olduğu bütün varlıkların temelinde iyilik, yakınlık, sevgi ve merhamet var etmiştir. Bu minval üzere, kâinat asırlardır birbirine entegre müthiş bir dengeyle hiç aksamadan işleyişine devam etmektedir.

Hiçbir şeyi bilmeyen insan, kâinâtın merhametle yoğrulmasından dolayı hayatını ikrâm-ı ilâhî ile idâme ettirmiş; ekmiş, üretmiş ve neslini devam ettirmiştir. Tabiattaki bitki ve hayvanların birbirini ikmal edercesine varlıklarını sürdürmeleri ve almış oldukları vazifeleri hakkıyla tamamlamaları da yine merhametle terbiye olmalarındandır. Bu durum, âyet-i kerîmelerde şöyle teyit edilir:

“O, biri diğeriyle tam bir uyum içinde yedi gök yaratmıştır. Rahman olan Allâh’ın yaratmasında hiçbir uygunsuzluk göremezsin…” (el-Mülk, 3)

“Onlar üstlerinde dizi dizi kanat açıp kapayarak uçan kuşları görmüyorlar mı? Onları Rahman olan Allah’tan başkası boşlukta tutmuyor. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla görendir.” (el-Mülk, 19)

“Onlara merhametli Rabbin söylediği selâm vardır.” (Yâsîn, 58)

“…Allah buyurdu ki: «Kimi dilersem onu azâbıma uğratırım; rahmetim ise her şeyi kuşatır. Onu, Bana karşı gelmekten sakınanlara (takvâ sahiplerine), zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım.»” (el-A’râf, 156)

 

Merhamet, Dünyayı Değiştirme-Dönüştürme Projesidir

Sonsuz merhamet, sevgi, iyilik ve acıma sahibi olan Âlemlerin Rabbi, kullarına kendi nefhasından üfleyerek merhameti kullarının fıtratına yerleştirmiştir. Bu vesîle ile birbirinden cinsiyet ve fıtrat olarak farklı olan eşler, birbirlerini sevip korumuşlar, hangi toplumdan ve ırktan olursa olsun müslümanlar bir vücudun âzâları gibi kardeş olmuşlar, anneler binbir zahmet ve sıkıntı içinde dünyaya gelen bebeklerine sevgi ile bağlanmışlardır.

Bunun yanında aşılanmış bir yumurtadan var olan ve yaratılışında necis bir su taşıyan insan; birçok zaman, içindeki menfîliklerin peşinde sürüklenerek nankör, zâlim, harîs ve câhil olabilmektedir.

Âlemlerin Rabbi, kullarına sevgi, yardımlaşma, iyilik ve merhamet öğretirken; Cennet’ten kovulan ve Allah’la ahidleşen şeytan ise, her dâim öfke, eziyet, zorluk ve şiddete sevk etmektedir. Zaten dünya hayatının tamamı, bu iki mücadelede insanın safını belirlemesi, davranış ve sözleriyle kimin yanında olduğuna şahitler edinmesinden ibarettir.

Allah Teâlâ kullarını hep iyilik ve güzelliğe sevk eder:

“Sen af yolunu tut, iyiliği emret…” (el-A’râf, 199)

“…Allah iyilik edenleri sever.” (Âl-i İmrân, 134)

“İyilikle kötülük bir değildir…” (Fussilet, 34)

 

Merhamet Maraz Değil, Eczâdır.

Yaralar; sarılarak, temizlenip arındırılarak tedavi olunur. Düğümler; gevşetilerek, birbirinden çözümlenerek açılır. İnsan fıtratı da güzel sözle, selâm ve hoşgörüyle sükûnet bulur. Nitekim Yaratıcısı merhamet sahibidir. Mahlûkâtı merhametle var etmiş ve yoğurmuştur. İnsan, fıtratından/özünden uzaklaştıkça mutsuz, huzursuz ve sancılı olmaktadır.

Cehennem’e giden yolların zevkli ve kolay görünmesine rağmen sonunun ateş ve hüsran olması gibi, kötülük ve zulüm de şeytanın süslü ve hoş göstermesiyle cazip görünse de özünde muhakkak bir aykırılık ve huzursuzluk vardır. Tıpkı günümüzün ekonomik refah seviyesinin artmasına nisbetle mutsuzluk ve huzursuzlukların ruhları tırmalaması gibi…

Merhum Necip Fâzıl Kısakürek, Reis Bey adlı eserinde merhametin önemini şöyle tasvir eder:

“Merhamet! Hava gibi, su gibi muhtaç olduğumuz iksir. Baş aşağı bir cemiyeti, baş yukarı edecek bir kudret. Acımasızca idama götürdüğüm çocuk; bana «Buz çölünde yol alıyorsunuz.» demişti. Hepimiz, bütün insanlık, buz çölünde yol alıyoruz! Aldığımız nefesler bile, sipsivri kayalar şeklinde donuyor. Bakarken gözle bıçaklıyor, dinlerken kulakla zehirliyoruz! Damak kirletiyor, el donduruyor! Bütün bunların kanunlarını bilmiyoruz da, kanun çıkarmaya kalkıyoruz! Olur mu hiç? Sen kaplanı yetiştir, besle, sonra pençe atıyor diye kement at, ipe çek! Yazıktır kaplana, günahtır kaplana!.. Merhamet! İnsandaki kötülük iktidarını döve döve pekiştirmek yerine, hohlaya hohlaya yumuşatmak gerek. Ceza ölçüleri, hak, adâlet ve kanunlar lüzumsuz değil; bunlar, doktorun çare bulamayınca bütün bir uzvu budamaya mecbur kalması gibi, iç tedavi üstünde tedbirlerdir..”

İyilik ve sevgi, her zaman kapıları açan en mahir anahtar, yaraları tedavi eden en önemli eczâdır. Âlemlerin Rabbi:

“İyilikle kötülük bir değildir. Sen kötülüğü en güzel bir tavırla karşıla. O zaman göreceksin ki, seninle aranda düşmanlık bulunan kimse candan bir dost olmuştur.” (Fussilet, 34) buyurmuştur.

Yapılan bir kötülüğe aynıyla cevap vermek, meşrû bir haktır. Nefisler, ancak o zaman tatmin olup rahatlar. Ama affetmek, bağışlamak, her hâlükârda sevip sarmak, kâmil insanların davranışıdır. Ancak kemâl sahibi olanlar, kötülüğe iyilikle cevap verir, affeder ve sevmeye devam ederler. Âlemlerin Rabbi’nin değer vererek yarattığı ve yeryüzündeki halifesi seçtiği insana karşı güzel davranıp hizmet etmek, aynı zamanda onu Yaratan’a karşı sevgi ve hürmeti göstermez mi? Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Merhamet etmeyene merhamet edilmez.” (Buhârî, Edeb, 18) buyurmaktadır.

Yine Necip Fâzıl’ın ifadeleriyle yazımızı noktalayalım:

“Göklerin merhamet dolu olduğuna inanıyorum... Bizse nefsimizin beton çatısını tepemize dikmiş, yaşamayı öldürüyoruz! Merhamet... Âlem bu temel üzerinde! Eğer toprağa, tohuma, hattâ kire, lekeye merhamet olmasaydı, su olur muydu? Rengi merhamet, sesi merhamet, pırıltılı şırıltılı su...

Ne duruyorsunuz! Sökün sahte su borularını! Ev ev merhamet şebekesi kurun! Tepelerinizdeki çatıları da yıkın! Göklerle temasa geçin! O zaman göreceksiniz ki; acı su borularından, kendi kendine tatlı su akacak... Ve başlar üstünde, Güneş’e yol veren kubbeler yükselecek.”[2]

 

 Seher KÜÇÜK

 

 

[1] Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, r-h-m maddesi.

[2] Necip Fazıl Kısakürek, Reis Bey.

PAYLAŞ:                

Seher Küçük

Seher Küçük

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle