Günümüzün En Çetin İmtihanı: Müslüman Ve Para

Helâlden Kazanmalı

İnsan şahsiyetine tesir eden en mühim iki müessir vardır: Birincisi kazancı, ikincisi de beraberinde bulunduğu insandır. Paranın nereden ve nasıl kazanıldığı çok mühim. Zira insanın gönül âlemi buna göre şekillenir. Harcamalar da bu şekillenişe göre gerçekleşir. Bu bakımdan, kazancımızın helâl yoldan olmasına son derece dikkat etmemiz zarurîdir. Çünkü ağızdan geçen her lokma, eğer helâl lokma ise kişiye rûhaniyet ve mânevî zindelik verir. Eğer haram veya şüpheli bir lokma ise gaflet ve hantallık verir; duyuşları kısırlaştırır; kalbe bir perde olur. Süf­yân-ı Sev­rî, “Ki­şi­nin din­dar­lı­ğı, ek­me­ği­nin he­lâl­li­ği nis­be­tin­de­dir.” bu­yur­muş­tur.

 

İsraftan Uzak Durmalıyız

İsraf ekonomisine yönelik ticaretten kendimizi muhafaza etmeliyiz. Çünkü israf, konfor ve lüksün artması, toplumu perişan etmektedir. Bu yönde dengesiz harcamaları artıran kredi kartları da iktisâdî tuzaklardır, sömürmedir. İhtiyaçlar buna mâzeret olamaz. Bu öyle bir harcatma tuzağı ki, sırf birileri kazansın diye fakirleri bile acımasızca bu tuzağın içine güle oynaya düşürmektedir. Yapılan yaldızlı ve yanıltıcı reklâmlar yüzünden nice zavallı insan, gayr-i meşrû yollara tevessül etmek durumunda kalmaktadır. Global kültür istilâsı, internetin menfi ortamları, televizyonun nefsâniyete prim veren filmleri de ruhlara zehir serperek mânevî hassâsiyetleri dumura uğratmakta, kapitalist düzenin israf değirmenine su taşımaktadır.

 

İslâm’da Mülk

İslâm’da mülk, Allâh’ındır. Onu elde etmek için insanı sömürmek aslâ yoktur. İslâm iktisâdı, insanın problemini çözmekle başlar. Paylaşmak ve başkalarına, bilhassa ihtiyaç sahiplerine faydalı olmak; şarttır, farzdır. Âyet-i kerîmede:

“Sâilin (muhtâcın) ve mahrumun (iffeti dolayısıyla isteyemeyenin), onların (zenginlerin) mallarında muayyen bir hakkı vardır.” (ez-Zâriyât, 19) buyrulur. Bu düstur, hem parayı kullanma eğitimidir, hem de gönülleri kaynaştırma vesîlesidir.

İslâmʼda mülk Allâhʼındır, kul ancak bir tasarruf memurudur. Parayı kullanabilmek, bir sanattır. Kalbin şâheseridir. Bunun için de; Kazanç helâl olacak, israf edilmeyecek, pintilik-cimrilik yapılmayacak.

İsraf; güç gösterisinde bulunarak aşağılık duygusunu örtbas etmeye çalışmaktır. Pintilik ise korkaklık neticesinde kendine biriktirmektir. Hakkʼa tevekkül noksanlığının ve korkaklığın getirdiği bir zaaftır. Parayı, sığınak, barınak ve dayanak hâline getirmektir. İsraf da pintilik de mülkün gerçek sahibi olan Cenâb-ı Hakkʼa isyan niteliğindedir.

 

İnfak Vazifemiz

Müʼmin, israf ve pintiliğin zıddına, kalbindeki îmânın seviyesi nisbetinde bol bol infâk edecek. Yani imkânı olan müslüman, çok kazanmaya ve çok infâk etmeye gayret gösterecek. Zira Kurʼân-ı Kerîmʼde 200 küsur yerde “infak” vazifemiz hatırlatılıyor. Hadîs-i şerîfte de:

“Veren el, alan elden hayırlıdır.” (Buhârî, Vesâyâ, 9; Vâkıdî, III, 945) buyrularak infak edebilecek bir müʼmin olmak, teşvik ediliyor.

Takvâ sahibi bir müʼmin, her yeni güne başlarken vicdânı ona sorar; “Bugün Cenâb-ı Hak sana ömür takviminden yeni bir yaprak açtı. Bugünkü mesâinde ne kadar kendine, ne kadar kendinin dışındakilere? Allah, nîmetlerini sana verdi, fakat falana vermedi. Demek ki onu sana zimmetli kıldı…”

Zira âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak:

“Allah sana ihsân ettiği gibi, sen de (insanlara) ihsanda bulun!” (el-Kasas, 77) buyuruyor.

 

Para, Bir Baht İşidir

Kâmil bir müʼmin, Cenâb-ı Hakk’ın kendisi hakkında takdir ettiğine râzı olacak. Çünkü kazanç, bir baht işidir. Bir adam görürsünüz; adamın hiçbir ticarî tecrübesi yoktur, ama bir arsası vardır, bir anda değerlenmiştir de zengin olmuştur. Ben kazandım demeye, övünüp gururlanmaya başlar. Diğer bir kimseyi de görürsünüz; firâsetlidir, ekonomik kaideleri diğerinden çok daha iyi bilir, ama bir türlü işlerini düzeltemez. Velhâsıl paranın bir baht işi olduğunu kabullenmek gerekir.

 

“Ne Olursa Olsun, Zengin Olun!” Diye Bir Emir Yok

Unutmayalım ki Cenâb-ı Hakk’ın bize; “Maddî yönden daha çok zengin olun!” diye bir emri yoktur. Sadece; “Helâlinden kazanın, helâl ölçüleri içerisinde yaşayın ve infâk edin!” diye emri vardır. O hâlde ne olursa olsun hayatımızı ve ticaretimizi helâller üzerine bina etmeliyiz. Hakkımızdaki ilâhî taksimin/kaderin sınırlarını zorlamamalıyız. Yani Cenâb-ı Hakk’ın nasip ettiği ölçüde helâlinden kazanıp infak etmeye gayret göstermeliyiz. Maddî refah uğruna gönül huzurumuza zehir serpmemeliyiz. Asıl ve sonsuz zenginliğin, kalbî hayatta olduğunu unutmamalıyız.

İslâm; “Nasıl kazanırsan kazan da bolca hayır-hasenat yap.” demiyor. “Helâlinden kazan.” diyor. Mü’minden tâkat fazlasını istemiyor. Tâkatimiz ölçüsünde vazife yüklüyor.

 

Zekât ve Hayrat Hesabı

Rahmetli pederim Mûsa Efendi, bana hayır ve zekât defterini gösterir; “Şu sayfa zekâtım, şu sayfa da hayrâtımdır. Nefis dâimâ insanı aldatır. Az bir hayrı çok gibi gösterir. Bunun için muhakkak zekât ve hayrâtınızı ayrı ayrı yazın. Hayrâtınız da zekâtınızın -bilhassa zor zamanlarda- çok çok ötesine geçsin!” tavsiyesinde bulunurdu.

Zekâtımızı veriyoruz, tamam. Ama zekât, asgarî bir ölçüdür. Ben zekâtımı verdim demekle bugün kurtulmak mümkün mü, bilmiyorum. Allah Rasûlüʼnü seviyorsan, O nasıl yaşadıysa sen de Oʼnun gibi yaşamaya gayret edeceksin. Allah Rasûlü’nü seviyorsan, kıyâmette hem Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hem de Oʼnun ashâbıyla beraber olmak istiyorsan, ibadet hayatın, iktisâdî hayatın, muâmelâtın Oʼnun ve Oʼnun yetiştirdiği ashâb-ı kirâmınki gibi olacak. Bu bizim için fiilî bir kıstastır. Cenâb-ı Hakkʼa ve Oʼnun Rasûlüʼne olan muhabbetimizin bir göstergesidir.

 

Bozulan İslâm Değil, Müslümanların Zihniyeti

İslâm bir şifâ eczâhânesidir. Bu eczâhânede dileyen her türlü rahatsızlığını tedavi edecek ilâcı bulur. Fakat bugün bu eczâhâneye kapitalizm girdi, sosyalizm girdi. Bir bardak tertemiz suyun içine bir damla necâset damlasa, onun bütün temizliği, sâfiyeti, lezzeti ortadan kaybolur. Bozulan, İslâm’ın kendisi değil tabiî, o nezâhetini koruyor; asıl, müslümanın zihniyet dünyası hastalanmış durumda. Problem burada! Bugün kapitalizm, sosyalizm oraya girmiş durumda.

 

Paranın Hâkimi Olmak, Mahkûmu Değil

Zenginleşmek ağır bir imtihandır. Zira parayı gâyeli kullanabilmek, mânen seviye kazanmış kalplerin sanatıdır. Çoğu insan, parayı kullandığını düşünür. Hâlbuki para onları yönlendirmektedir de farkında değildirler. Bugün sermaye, fertlere damgasını vuruyor. Hâlbuki fertler sermayeye damgasını vurabilmeli… Bu sebeple paranın mahkûmu değil, hâkimi olmak lâzım. Bu da Hâkimler Hâkimiʼnin emrine teslîmiyet göstermekle olur.

Yanlış olan, vâsıtayı gâye hâline getirmektir. Meşhur tâbiriyle “El kârda, gönül Yârʼda” olduktan sonra servet ve zenginliğin hiçbir zararı yoktur. Hattâ ha­dîs-i şe­rîf­te:

“Doğ­ru söz­lü, dü­rüst ve gü­ve­ni­lir bir müslüman tâ­cir; kıyâmet günü ne­bî­ler, sıd­dık­lar ve şe­hid­ler­le be­ra­ber­dir.” bu­y­rul­muş­tur. (Tir­mi­zî, Bü­yû, 4)

Netice olarak diyebiliriz ki, kardeşlik duygularının zayıfladığı, ictimâî huzur ve sükûnun kaybolduğu, kin ve husûmetin çoğaldığı toplumumuzda, ciddî bir ticâret ahlâkı seferberliğine ihtiyaç bulunmaktadır.

(Bu yazı, muhterem Osman Nûri Topbaş Hocaefendi’nin eser ve mülâkâtlarından derlenmiştir.)

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle