İnsanla şeytan arasında kıyamete kadar ezelî bir mücâdele vardır. Bu yüzden insanın her daim güçlü ve dinamik olması gerekir. Allah Teâlâ’nın, “Ey îman edenler! Îman ediniz!..” (en-Nisa, 136) buyurmasındaki sır gibi... Her an îman üzerinde durmalı, onun sınırlarını muhafaza etmelidir. Yoksa şeytanın insana yol bulduğu her hata, her günah ve gaflet ânı, gücümüzü zaafa uğratır, kalbimizi lekeler ve îmanımızı sarsar.
Hata ve günahların, üzerimizde yapmış olduğu tahribatı şöyle sıralayabiliriz:
1-Hata ve günahlar, ilk olarak kulun Rabbinden uzaklaşmasına, Rabbiyle arasındaki irtibatın zayıflamasına yol açar. Kul, gaflet ve nisyan perdesinin arkasından, Allah Teâlâ’ya karşı duyduğu muhabbeti kaybetmeye başlar. Aralarındaki samimiyet zayıfladıkça kul, her türlü hayırlı iş ve amelden kesilir, yaptığı ibâdet ve hizmetlerden de zevk almamaya başlar.
İşlenen günahların en büyük faturası, kulun Allah’ı unutmasıdır. Kul, Allâh’ı unuttukça, Rabbimiz de onu nefsi ve şeytan ile baş başa bırakır. Bu da kulun Allah nezdinde değersizleşmesine, naz makamından düşmesine sebep olur. Hasan-ı Basrî -kuddise sirruh- günahkârlar hakkında der ki:
“-Onlar Allah nezdinde değersizleştiler de O’na (cc) âsi oldular. Nezdinde değerli olsalardı, Allah -celle celâlülû- onları bu çirkin günahlardan korurdu.”
2-Günahlar kula kendini de unutturur. Böylece kul, yaratılış gayesini, kulluğunu, vazife ve sorumluluklarını hatırlayamayacak hâle gelir, dünya meşguliyetinin, hevâ ve hevesinin peşinde koşar, dünyaya dalar, hatta kaybolur. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Allah Teâlâ’nın bir kuldan yüz çevirdiğinin alâmeti, onu dünyalık boş iş ve sözlerle meşgul etmesidir.” (Beyhakî, Zühd)
Dünya meşgalesinin çokluğu ise, kalbi karartır, katılaştırır. Hissiz ve duyarsız yapar. Bid’atler, hurâfeler artar; aynı nisbette sâlih ameller ve tâatler azalır. Âlimler:
“Günahın tek cezası bu olsaydı; en büyük ceza olarak bu yeterdi.” buyururlar.
Nitekim yaratılış gâyemiz, ibadettir. Nitekim İbn-i Arabî Hazretleri’nin Mişkâtu’l-Envâr isimli eserinde nakledilen bir hadîs-i kudsîde:
“-Ey Âdemoğlu! Seni kendim için, eşyayı da senin için yarattım. Kendini, senin için yarattığım mâsivâ, yani dünya uğruna helâk etme!..” buyrulmuştur. (İbn-i Arabî, Mişkâtu’l-Envâr: Nurlar Hazinesi, sh: 126, 127)
3-Kul, bir günah işlediği zaman melekler günahın büyüklüğü nisbetinde kuldan uzaklaşırlar. Seleften bir zât şöyle der:
“-Bir günah işlendiğinde yer Allah’tan imdat ister, melekler Rablerine koşarlar ve gördükleri dehşeti O’na şikâyet ederler.”
4-Günahlar, kulu ilimden mahrum bırakır. Çünkü ilim, Allâh’ın kalplere lutfettiği bir nûrdur. Günah ise, bu nuru söndürür. İmam Şâfiî küçüklüğünde İmam Mâlik’in önünde diz çöküp ondan ders almaya başlayınca, parlak zekâsı ve üstün anlayışı, İmam Mâlik’in pek hoşuna gitmiş. Ona;
“-Ben Allâh’ın senin kalbine bir nûr lutfetmiş olduğunu görüyorum. Onu günah karanlığıyla söndürme!..” diye nasihat etmiş.
5-Günahlar, nimet ve rızık darlığına sebep olur. Kuldan bir nimet, ancak bir günah sebebiyle alınır ve ona bir belâ, ancak bir günah sebebiyle gelir. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“-Hakikaten bir kul yaptığı bir günahtan dolayı rızıktan mahrum edilir.” buyurmuştur. (Müsned)
Hazret-i Ali ise;
“-Her belâ, ancak bir günah sebebiyle gelir ve ancak tevbeyle ortadan kalkar.” demiştir.
Bu belâların yanında, bir de mü’min kulların derecelerini yükseltmek ve onları Cenâb-ı Hakk’a daha çok yaklaştırmak için gelen belâ ve musibetler vardır ki, bu da ayrı bir bahistir.
6-Günahlar, daima kalbe korku ve dehşet verir. Kalpler ancak Allâh’a itaat, saygı ve hürmetle sükûn bulur. Zira itaat, Allâh’ın en büyük kalesidir; ona giren, dünya ve âhiret cezalarından emniyette olur, ondan uzaklaşanı ise, korku ve sıkıntılar kuşatır. Günahlar, aynı şekilde kalbe ve bedene yalnızlık hissi verir. Bu yalnızlık, Rabbinden ve meleklerden mahrumiyet olduğu gibi sâlih eş, dost ve arkadaşlardan mahrumiyet şeklinde de olur.
7-Günahlar, kişiyi ihsan derecesinden uzaklaştırır. Dolayısıyla ihsan sahiplerinin (muhsinlerin) nâil olduğu nimetlerden de mahrum eder. İhsan, kulun Rabbini görür gibi kulluk etmesi ve hayat sürmesidir. Zira kişi, Allah’ı görüyormuşçasına ibadet ediyorsa, bu Allah sevgisinin kalbini sardığının göstergesidir. Kişi, ihsan dairesinin dışına çıkınca ise, Allâh’ın ünsiyetiyle birlikte bütün hayırlardan, hayır işlerden ve lütuflardan mahrum kalır. Seleften bir zât şöyle der:
“-Ben Allâh’a karşı bir günah işlediğimi, bineğimin ve hanımımın davranışlarından hissederim.”
8-Günahlar hayâyı yok eder. Hayâ, her hayrın aslıdır; onun yok olması bütün hayırların yok olmasıdır. Hayâ ile “hayat” aynı kökten türemiş kelimelerdir. Dünya ve âhiret hayatına aynı zamanda “hayâ” denmiştir; çünkü hayâsı olmayan, dünyada ölü, âhirette ise bedbahttır. Günahlar ile hayâsızlık arasında çift yönlü bir çekim vardır ki; biri, ısrarla diğerini ister ve çağırır. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Bütün peygamberlerin ortak sözü şu olmuştur: «Hayâ etmezsen dilediğini yap!»” (Buhârî, Enbiyâ, 54; Edeb, 78)
9-Günahlar ömrü kısaltır ve bereketini götürür. Takvâ ise, ömrü uzatır, bereketlendirir. Âlimler bu hususta şöyle buyurmuşlardır:
“-Mâsiyetler (günahlar) rızkı azalttığı gibi ömrü de azaltır. Çünkü Allah Teâlâ rızkın bereketi için birçok sebepler koymuştur; rızık bunlarla çoğalır, bollaşır. Bunun gibi ömrün bereketi, uzunluğu için de birtakım sebepler koymuştur, ömür bunlarla artar ve uzar.”
11- Günahın bir başka tesiri de benzerlerini ekmesi, birbirini doğurmasıdır. Öyle ki, sonunda onları terk etmek ve onlardan sıyrılmak, kul için çok güç hâle gelir. Seleften bir zât şöyle der:
“-Günahlar daima bir başka günahı doğurur. İyi amelin mükâfâtlarından biri, ardından gelen ikinci iyi bir ameldir. Kul, iyi bir amel işlese, yanındaki «Beni de işle!» der. Onu yaptığında üçüncü bir hayırlı amel de aynısını söyler, böylece kazanç katlanır, sevap çoğalır. Günahlar da böyledir. Şeytan, kişiye bir günah işlettiğinde sevinir, şımarır ve başka bir günah işletmek için daha çok güçlenir ve ısrarcı olur.”
Günahlardan sakınma hususunda mü’min ve münâfığın hallerini Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle tasvir eder:
“Mü’min kul, bir günah işlediği zaman üzerinde bir dağ varmış da her an üzerine devrilecekmiş gibi korku ve haşyet duyar. Münâfık ise, burnunun ucuna küçük bir sinek konmuş da uçacakmış gibi hafif görür.” (Buhârî, Deavât, 4)
YORUMLAR