Zannına vesvese ekip, kör şeytana prim verme.
Zaten zayıf îman ipin, kopmasın, temelli germe.
Geçen gün bizim mahallede gür bir ses duyuldu. Kadının biri, “Çarptıı! Çarptı!..” diye bağırdı. Daha neydi, ne değildi belli olmadan, herkes “kendince” yorumlamaya başladı:
Apartmanın kapıcısı dertlenerek:
“-Eyvah eyvah, ne vakit çarpmışlar?” dedi. “Kaç lirasını çarpmışlar!? Çok parası var mıymış? Çalanı görebilmiş mi? Çarpılırken koluna bacağına bir şey olmuş mu? Vah yazık!.. Şu hırsızın ettiği de iş mi?”
* * *
Ardından mahallenin kabadayısı kükredi:
“-Duydum ki bizden birine çarpmışlar! O haddini bilmez kimse söyleyin, ben de ona bi Osmanlı tokadı patlatayım! Elimin tersiyle şöyle, âlâsından çarpayım! Bizim mahallemizin sâkinlerine kim el kaldırabilir! Burada yaşayanlar, namusumuzdur! Bacımız, gardaşımızdır! Emanetimizdir! Heeeyytt!”
* * *
Onun nârası henüz susmuştu ki, evinin penceresinden uzanan biriyle göz göze geldik:
“-Kaç kere dedim, yaptırmadılar! O kablolar öyle açıkta bekliyor. Gelene geçene tehlike saçıyor. Hadi onlar suçlu! Sen de çocuk musun be kızım!? Biraz dikkat etseydin de çarpılmasaydın!. Neyse, öyle tuhaf tuhaf yüzüme baktığına göre, belli ki ucuz atlatmışsın. Elektrik adamı fena çarpar. Geçmiş olsun. Bu seferlik yırtmışsın.”
* * *
“-Bana bir şey olmadı, bağıran ben değildim” diyecektim ya, araya bir başkası girdi. İki dirhem bir çekirdek giyinmiş, başladı söze:
“-Ay komşuuu! Duydum ki, gözüne yeni modeller çarpmış! Sende bir cevher olduğunu biliyordum zaten. Çarpıldığın o modelleri bana da göstermezsen, kırılırım şekerim! Ay, bak, sakın başka bir yere söz verme. Yarından tezi yok, beraber bakmaya gidelim. Üstümüzde nasıl duracak, deneyelim, görelim!”
O böyle söyleyince, gözlerimi şöyle bir döndürdüm. (Bunu nasıl yaptığımı bilen bilir. Şimdi anlatmaya kalksam, çok uzun sürer)
* * *
Tam o sırada eski bir arkadaşım çıkagelmesin mi! Kendisi otomobile merakıyla meşhurdur. Hatta oğlunun adını, sırf bu sebeple Şahin koymuştu. Hal hatır soracaktım, lafı ağzıma tıkadı:
“-Aman…” dedi, “Az önce duydum, çarpmışlar. Öğrenebildin mi kim çarpmış? Polisi çağırdınız mı? Tutanak tutuldu mu? Hangi taraf suçlu? Trafik sigortası var mıymış? Kasko yaptırmış mıymış? Âh bilsen duyunca nasıl da üzüldüm. Ama olsun be canım, kaza bu, herkesin başına gelebilir, fazla büyütmemek lâzım. Gerçi, böyle diyorum; ama büyütülmeyecek gibi de değil ki! Parçalar pahalı! Sahi, ne markaymış araba? Çok muymuş hasarı?”
* * *
İçimden, “Tamam, dedim, anlaşılan bugün böyle geçecek. Hadi bakalım sıradaki!..”
Bu, oyun gibi durum, hoşuma gitti. Gelecek olanın yorumunu merak ederek, beklemeye başladım. Gecikmedi, bizim nâm-ı diğer “muskacı teyze” aramıza katılıverdi.
“-Vah gızım, en sonunda sana da mı bulaştılar!? Ben bilirim onları! Onlar var ya onlar, nerde böyle bizim gibi garipler; gelir, bulur, çarparlar. Benim bütün sülâle bundan muzdarip! Dedemi çarpmışlar, babamı çarpmışlar, onlardan mîras gibi, lohusayken beni de çarptılar. Benzemez gızım benzemez! Bu “cin çarpması” başka bir şeye benzemez. Ama sen dertlenme. Ben çok iyi bi hoca biliyom. Gideriz, bi muska yapar, bişeyciğin galmaz.”
* * *
“-Ben iyiyim, bir sıkıntım yok!” demeyi çok istedim; ama ne mümkün! Bunun için hiç fırsatım olmadı. Çünkü burnu sarılı yaşlı bir dede, hemen dibimizde bitiverdi:
“-Evlâdım, âh evlâdım! Nereye çarpmış? O da mı benim gibi cam kapıya toslamış? Yahu ben nereden bilirdim orada kapı olduğunu. Öyle güzel silmişler ki, fark edemedim. Ayakkabıcıya da dedim zaten. Oğlum, burnuma ne garezin vardı da, bu kapıyı böyle tertemiz ettin? Kırk yılda bir ayakkabı alacağım tuttu, onda da bak, ne hâle geldim. Âh âh! Çarpmıştır kızım, çarpmıştır! Kim bilir hem canı da nasıl fena yanmıştır! Sahi, çok kanamış mı? Kemiği kırılmış mı? Suratı morarmış mı? Durumu kötü müymüş evlâdım? Ne dedin ne? Anlamadım!”
* * *
Bütün bunlar yetmez gibi, üstüne bir de mahallenin sevdalısı eklendi:
“-Beni de bir âhu gözlü çarptı, âh âh! O kadar istedim, vermedi babası. O kadar yalvardım, aldırmadı anası! Kız da insafa gelmedi, oof of! Çarpılmanın ne olduğunu benden iyi kim bilir! Vah zavallıcık!.. Onu kim çarpmış söyleyin! Ya da yok yok, söylemeyin! Yeni bir acıya daha dayanamaz gamlı yüreğim!
* * *
Onca sesi duyunca, doktorun biri de yardımcı olayım diye dalıverdi:
“-Durum nedir efendim? Hasta ne durumda? Büyük ihtimalle elma ile kiviyi bir arada yemiştir. Kalbi bu sebeple çok çarpmıştır. Çarpıntı çok mu şiddetli oldu? Krize çevirdi mi? Eğer hâlâ hayattaysa, bünyesi kuvvetli demektir. Sahi, yaşıyor mu? Öldü mü? Neden öyle bakıyorsunuz efendim? Acele edin. Hastayı hemen görmeliyim!”
* * *
Kargaşamız azmış gibi, senelerdir kaynanasından dertli Pamuk Teyze de bu meraklılar arasına katılınca, ortalık temelli ana-baba gününe döndü:
“-Vah yavrum! Çarpmış diye duydum. İçim yandı. Bil bakalım bu hayatta bir kadına kim ve ne çarpar! Bunu bilmeyecek ne var! Kaynanası laf çarpar! Bu kaynana milleti çok fenadır çok! Hem bu derdin devâsı da yok. Ömrü billâh çekersin maâzallah! Âh bu yavrucak gelip derdini söyleyeydi, dinlerdim. Eyvah eyvah! Ne demiş? Çok mu ağır lâf etmiş? Yoksa o meymenetsiz, oğlanla gelinin arasını mı açmış? Yâhu biriniz anlatsanıza, neler olmuş?”
* * *
O sırada bir kadıncağız, kalabalığın arasına öyle hışımla daldı ki, şaşırdık kaldık:
“-Çarptı dediler! Doğru mu?! Çarptı mı yine! Yüreğime inecek! Nerede o! Çabuk söyleyin! Görmem lâzım! Bu sefer hangi kızı çarpmış! Bu sefer hangi akılsız, kocam olacak o adama çarpılmış! Yıllardır bıktım bu adamın çapkınlıklarından! Bu kaçıncı yâhu! Böyle de olmaz ki! Benim gibi gül üstüne, papatya koklanmaz ki! Yeter artık dayanamıyorum, vallâhi yeter! Bu iş de daha yürümez, burada biter!”
* * *
Âh, bu kadarla kalsa yine iyi. Bir de baktım, filozof tipli biri yaklaşıverdi:
“-Üzülmesin, çarptı diye dertlenmesin. Kedi de sevdiği ciğeri yerden yere çarpıyor. Moralini bozmasın. Meseleye bir de bu açıdan baksın. Ayrıca…”
* * *
Mahallenin bakkalı, adamın sözünü keserek, pek bilmiş bir edâ ile lâfa girdi:
“-Yok, yok!.. Durum senin bildiğin gibi değildir. İşin içinde iş vardır. Devir böyle kardeşim! Ortalık cin olmadan adam çarpmaya kalkanlarla dolu. Kim bilir bunun da başına hangi tilki dert oldu. Allah kurtarsın!”
* * *
Hepsi bir yana; en son biri geldi ki, hepimiz bakakaldık. Adam, yakası açık beyaz gömleği, siyah takım elbisesi, elindeki otuzüçlük kehribar tesbihi, kaytan bıyıkları ve özelikle de topuklarını ezerek giydiği sivri uçlu iskarpinleriyle, birden ilgi odağı oldu:
“-Düğün varmış dediler. Çengi zil çarpıyormuş. Oynayalım da efkârımız dağılsın diye geldik, ortalıkta düğün müğün göremedik. Yâhu nerede bu çengi? Nerede düğün meclisi?! Allah Allah! Heralde bizimkiler, dalgınlıkla yanlış adres verdiler.”
* * *
Bu sırada, aynı ses tekrar duyuldu:
“-Çarptıı çarptı!”
Artık dayanacak mecâlim kalmadı. Kalabalığa seslenip:
“-Biraz sâkin olun da, işin aslını soralım.” dedim.
Daha ben davranmadan, kapı açılıp, kadın dışarı çıktı. Gülen yüzünde bir sevinç pırıltısı, gür sesinde yine aynı heyecan, şunları söyledi:
“-Çarptı, çarptı! Oh, yâ Rabbi şükür, çarptı. Tam iki hafta anlattım. Dilimde tüyler bitti. Tekrarlamaktan çenem ağrıdı. Ama uğraştığıma değdi komşular, değdi! Doktor, tek basamaklı sayıları çarpması bile mûcize olur dediydi. Benim oğlum, “İki basamaklı iki sayı nasıl çarpılır” onu bile öğrendi! Şükür!
Her yoğurdu, “çorba olup pişecek” sananlar, yazık, anladılar ki, kadının niyeti, sadece cacık! İşte zannın yanakları, o anda kızardı kaldı. Bilir bilmez konuşanlar, sustum kuşlarına döndü.
* * *
Esefim, tefekkür olup bu yazıyı dokuyunca… Evet, ben de sizin gibi, gülümsedim okuyunca…
YORUMLAR