Dervişler, vakti kaçırmış olmak korkusuyla kalpleri kuş gibi çırpınarak uyanırlar uykudan… Rahat bir nefes alırlar ki, tam vaktidir teheccüdün... İnsanlığı arındıran abdestler alır, insanlığın acılarına sürtünerek yürürler seccâdeye...
Gül yaprağına dokunur gibi dokunurlar, mushaflarına… “Onu arkalarına attılar.” (Âl-i İmrân, 187) buyurur meselâ; ferahlık yok, hamd yok, muhabbet yok, bir çıkış da yok üstelik... İşte bu, “kendilerine kitap verilen” (Bkz: Âl-i İmrân, 187) zümreden olmak var ya, dilhûn eder, korkudan dervişleri, korkunun olduğu yerde göze uyku girmez!..
Kalpleri rızâ-yı ilâhî üzere te’lif olunmuş dervişlerin, Arş’a vuran nûrunda bir noksan olsa hepsi himmetlerini teksif edip tedâvi ederler birbirinin yarasını... Bir girdaba düşmüş, danışıp dolaşıyor, çare arıyor; böylesini ensesinden tutup çeker, salarlar denize giden ırmağa...
Bir tazı koşmaktadır ceylanların ardından, zamandır adı... Amma velâkin kaçmayı da iyi bilir bu ceylanlar, damarlarını çatlatırcasına koşarlar; su başlarında usulca dem tutarken berkittikleri yürekleriyle... Uyku, tavşana yaraşır; ormanda tazı varken hey hey! Sen koş ceylan, koş; bu sıkıntının ardında denize karışmak var! Fuzûlî’nin ifadesiyle, “Ömürlerdir başını taştan taşa vurup âvâre gezen su”, ancak denize ulaşınca sükûnete erer, huzur bulur... (Bkz: Mesnevî, IV/2230-37)
Dervişler diz kırıp duâya el açınca, vuslat göğünde bir hilâl belirir. Günler eksiltemez onun bereketini, günahlar kirletemez ondaki sâfiyeti… Bütün tehlikelere karşı emniyet, kötülüklerden selâmet, eksiksiz bir mutluluk, sıkıntısız bir uğur, tastamam kolaylık, katıksız hayır hilâlidir o; Hakk’a teslim olmuş bir sînenin gökleri içine alan aynasında naz ile titrer...[1]
“Bâd-ı sabâ” demidir o dem. Yârin kokusunu taşıyan bâd-ı sabâ, gönül bahçesinden geçer de gül açar her çiçek, her ağaç baştan ayağa.[2] Toprağı gül suyuyla yoğrulmuş muhabbet erlerinin, kimseyle paylaşmayacakları bir nice sözü yâr ile söyleşme demidir. Ay hürmetle eğilir, seyreder; o yakınlık aylarının apaydın sîmâlarını… Doyumsuzdur her yakınlık; daha, daha, daha yakın olmak arzusuyla bir dem çeker, inci gibi susarlar gayri.
“Böyle kalmaz koy gönül, alsın savursun rûzigâr!..”[3]
Mânâyı talep edenler; onu, değersiz alkışlar, övgüler ve ilgiler karşılığında satmazlar. Baykuşların gecesinden pek uzaktır o azîzler... Evleri, her daim günlük güneşliktir onların; gönül evleri... Başkalarının derdiyle dertlenen gönülleri, gece oldu mu yakınlık semâsına mîraç bulur. Günışığı soyludur onlar; çünkü doğudan vurur, batıdan, yıldızlardan, kandillerden geçip giderler...[4]
Gece, böylece erer sabaha.
“-Ne de çabuk tükendi zaman!” diye âh ederler; sazlıklara yârenlik eden soylu kuyuların içine içine... O “âh”a yoldaş ol, gönlüm; o “âh”a yoldaş ol!.
[1]İmâm-ı Zeynelâbidîn, Sahife-i Seccâdiye, “Hilâle Baktığında Yaptığı Duâ”.
[2] Hâfız Dîvânı, 239. Gazel.
[3] Lâedrî, Zînetü’l-Mecâlis, s. 37.
[4] Yenişehirli Avni Bey’in Farsça Dîvânı, 2. Tahmis, Mağribî’nin gazelini tahmis.
YORUMLAR