Bir papağanı bir karga ile aynı kafese koymuşlardı. Papağan, kargaya baktıkça üzülüyor ve şöyle diyordu:
“–Bu ne iğrenç yüz, bu ne sevimsiz şekil, bu ne murdar görünüş, bu ne biçimsiz kılık. Hey uğursuz karga, keşke benimle senin aran doğu ile batı arası kadar olsaydı... Her sabah gözlerimi açıp seni gördüğümde hayatım kararır. Seninle arkadaş olmak için, senin gibi uğursuz olmalıdır. Fakat senin gibi uğursuz nerede bulunur?”
Karga da papağanın dırıltısından bıkmış durmadan «Lâhavle…» okuyordu. Başına gelen bu aksilikten muzdarip oluyor; üzüntü ile ellerini ovuşturarak şöyle diyordu:
“–Bu ne ters baht, bu ne alçak tâlih, bu ne güzellikten anlamaz, zamâne... Benim şânıma lâyık olan, bir bahçenin duvarı üzerinde dost bir karga ile gezmekti. Acaba ne günah etmişim ki; onun cezası olarak böyle mağrur, boşboğaz bir ahmağın arkadaşlığı belâsına müptelâ oldum!.. Bir duvara senin resmini nakşetseler, o duvarın dibine kimse gelmez. Eğer senin yerin cennette olursa, başkaları cehennemi seçerler.”
* * *
Aynı bunun gibi bir âbidi, ayyaşlar arasında bulundurmak, ona zindan azabı olarak yeterlidir. Anlatırlar ki, bir zâhid ayyaşların çalgılı bir meclisinde bulundu. Onların arasında bulunan Belhli bir güzel, zâhide döndü ve şöyle dedi:
“–Eğer bizden memnun değilsen, suratını ekşitip durma; çünkü sen de bize acı vermektesin. Sen gül ve lâle demeti içinde bitmiş kuru bir odun gibi, kış gibi nâhoşsun. Kar gibi çökmüş, buz gibi donmuşsun.”
***
HAKÎKÎ DERVİŞ
Bir pâdişahın çocuğu hastalandı. Ellerinden geleni yaptıkları halde, bütün hekimler çaresiz kaldı. Padişah ellerini açıp:
“–Ya Rabbi, çocuğum şifâ bulursa, ülkemde yaşayan dervişlere şu kadar akçe sadaka vereceğim.” diye adakta bulundu.
Haftalar sonra Padişahın çocuğu iyileşti. O da adağını yerine getirmeye niyet ederek akçeleri keselere koydu. Vezirini çağırarak:
“–Al, bu keselerin içinde ne kadar akçe varsa, zâhidlere dağıt!..” dedi.
Vezir, aklı başında kurnaz biri idi. Keseleri aldı, akşama kadar dolaştı. Akşam olunca geldi. Keseyi öptü, pâdişahın önüne bıraktı ve:
“–O kadar aradığım hâlde hiçbir zâhid bulamadım, kimseye bir akçe veremedim.” dedi. Pâdişah:
“–Bu nasıl iş, nasıl söz!..” dedi. “Ben biliyorum ki; bu şehirde dört yüz zâhid var!..”
Vezir:
“–Ey cihan pâdişahı! Zâhid olan para almıyor, almak isteyen ise, zâhid değildir.” dedi.
Pâdişah güldü. Orada bulunanlara dönerek şöyle dedi:
“–Benim, vakitlerini Allâh’a ibâdete hasreden, Dünya’dan el etek çeken bu insanlar hakkında ne kadar muhabbetim varsa, bu yaramazın da o kadar düşmanlık ve inkârı vardır. Bununla beraber o haklıdır. Bir zâhid akçe, lira alırsa; git ondan daha zâhid birisini tedârik eyle.”
* * *
Derler ki, dervişlerin yolu on esastan ibarettir ki: «Zikir, şükür, hizmet, tâat, başkasını kendisine tercih, kanâat, tevhid, tevekkül, teslim, tahammüldür. »
Her kim bu sıfatlara sahipse, kıymetli kaftan giymiş olsa bile derviştir. Fakat boşboğaz, namaz kılmayan, zevk ve hevâsına tâbî olan, türlü nâhoş arzular besleyen, gündüzleri akşama kadar şehvet arkasında koşan, geceleri sabaha kadar gaflet uykusunda geçiren, ortaya ne gelirse yiyen, diline ne gelirse söyleyen kimse, aba giymiş olsa bile derviş değildir. Kaba giysiler içinde ne müminler, aba içinde ne kâfirler vardır.
Ey içi takvâdan uzak, fakat üzerine riyâ elbisesi giyinmiş olan kimse!.. Sen ki, evinde kuru bir hasır üzerindesin; kapına yedi renkli perde asma!..
YORUMLAR