Görmeden Her Şey Yarım

Hepsi toplanmış istişâre ediyorlardı. Gönüllere Allah ve Rasûlü’nün sevgisini, hakkı, hakikati nasıl yerleştirebiliriz diye. Çünkü inanıyorlardı ki, yürekler Allah ile tatmin olacak; zulümler, haksızlıklar, çirkinlikler Kur’ân ve Sünnet ile azalacak ve dünya huzura yaklaşacaktı.

Kendilerini kaptırdıkları, sohbeti koyulaştırdıkları bir sırada âniden kapı açıldı. Herkes dikkatini kapıya doğru yöneltmişti.

“-Görmedikçe” dedi, “Görmedikçe her şey yarım!..”

Gözleri ateş saçıyordu sanki. Ve devam etti:

“-Öyle veya böyle görmedikçe tebliğin nasıl yapılabileceği konusunda sağlıklı bilgi verebilir misiniz? Her yaranın her insanda merhemi ayrıdır. Görmedikçe o yarayı sarabilir misiniz? O yaraya göre merhem bulabilir misiniz? “er-Rab” ismini anlamadıkça, fıtratı bilemedikçe, tecellîleri göremedikçe terbiyeyi anlatabilir misiniz? Bütün bunlara rağmen mârifet; ihlâsta ve muhabbettedir. Siz râbıtanızla ve duâlarınızla kendinizle beraber başkasını terbiye ettirebilir misiniz? Çok konuşuyorsunuz, çok!..” dedi ve çıktı.

Neye uğradıklarını şaşırmışlardı. Bir müddet, neredeyse kimse kıpırdayamadı. Birisinin “Neydi bu şimdi?” diyerek sessizliği bozmasıyla kendilerine geldiler. Daha konuşmaya fırsat bulamamışlardı ki, bir hışımla gelen gencin nefret dolu cümlelerine muhatap oldular.

“-Yeter artık, bırakın yakamı!.. Ne sizi istiyorum, ne de bu hadis şekerini!..” dedikten sonra elindekini fırlatarak çekip gitti.

Şûle, yerdeki hadis şekerini alıp okudu. Şöyle yazıyordu: “Anne-babaya «öf» bile demeyin. Allâh’ın rızâsı, anne-babanın rızâsında; Allâh’ın gazabı, anne-babanın gazabındadır.”

“-Eee ne var ki şimdi bunda?” diye söylendi ardından…

Hümeyra çok üzülmüştü. Çünkü o hazırlamıştı hadis şekerlerini...

Bu saatten sonra kimsede devam edecek mecâl kalmamıştı ve çay molası için aşağıya indiler. İndiklerinde o meçhul hanımın içeride çay içmekte olduğunu gördüler. Hümeyra çekingen çekingen yanına gitti. Selâm verdi.

“-İsmim Hümeyra.” dedi ellerini uzatarak...

Salavâtlaştılar, sarıldılar. Bu öyle bir sarılmaydı ki, sanki bedenine değil, rûhuna sarılmıştı. Kendini tanıtmamıştı meçhul güzel. Gözleri keskindi. Evet, çok keskindi gözleri… Başka nasıl anlatılabilirdi ki… Bakınca, insanın yüreğini delebilecek kadar keskin. Bir okyanusu sığdırabilecek kadar derin. Yokluk kadar sâkin… Dünyayı yutabilecek bir tsunami kadar heybetliydi.

Hümeyra, birkaç saniye kadar dalmış bunları düşünürken herkes etraflarına toplanmıştı. Şûle söz alarak:

“-Efendim” dedi. “Tuhaf bir gün... Konuşacak dermanımız kalmadı. Siz konuşsanız da biz dinlesek... Neye uğradığımızı şaşırdık bugün. Sizden sonra bir kız geldi, söylendi gitti.”

“-Biliyorum, gördüm.” diye cevap verdi meçhul güzel. Ve devam etti: “Görüyorum ki, tam olarak ne olup bittiğini anlayamamışsınız. Ama biraz düşünseniz belki tahmin edebilirsiniz, belki fikir yürütebilirsiniz. Sizden sonra çok az konuşma fırsatım oldu. Anne-babasına çok öfkeli… Küçükken yetimhâneye bırakmışlar ve hiç arayıp sormamışlar. Yetimhânede başına gelmedik kalmamış. E îmanı da biraz zayıf olunca, ters tesir yapmış okuduğu…”

Hümeyra araya girerek, ağlamaklı bir şekilde:

“-Ama ben nerden bilebilirdim ki?!” dedi.

“-Evet, yavrucuğum bilemezdin. Sen iyi niyetinle bir işe girişmişsin. Rabbim ecrini niyetine göre versin. Ayrıca bu hadis, bir gün işine yarayacaktır, inşâallah. Sizler bir sözünüzle dünyanın değişmesini beklemiyorsunuz herhalde. Ama yaptığınız her iş, söylediğiniz her söz, bir gün zihin kafesinden çıkıp kullanılmak üzere gönülde yer edebilir, bilemeyiz. Fakat çok önemli bir husus var, es geçtiğiniz... Bilgi yüklenmeye o kadar ehemmiyet veriyorsunuz ki, “Olmak” adına bir merhale kat etmeniz güçleşiyor. Anlatmak istediğiniz konuda çok donanımlı olmaya çalışıyorsunuz, ama muhatabınıza odaklanmayı unutuyorsunuz. Bu da anlattığınızın yarım-eksik kalmasına sebep oluyor ve gönüllere girmesini güçleştiriyor. Önce şunu unutmamalı ve haddimizi bilmeliyiz. “Kalpler, Allâh’ın elindedir.” Dilerse bizi vesîle edebilir. Bize düşen, duvarları yıkmak için zorlamak, çabalamak... Ama haddimizi bilerek…

Size bir örnek vereyim. Geçenlerde bir kızımız, tesettür konusunda bilgi verecekmiş. Fakat muhataplarının aralık kapılarını bulmak için, önce onlardan soru yazmalarını istemiş. Ve birikimini bu sorular üzerinde yoğunlaştırmış. Sonra sohbet sırasında bir kız şöyle demiş; 

“-Ben Allâh’a inanıyorum. Evet, O’nun rızâsı doğrultusunda yaşamak da isterim. Her şey iyi, güzel!.. Anlattıklarınız mantığıma da yattı, fakat ben böyle giyinirsem, ben olamam ki!”

Şimdi sizler, bu cümleden ne çıkarırsınız, ne anlarsınız bilmem, fakat ben hocası olarak onun firâsetini pek sevdim. Şöyle demiş bizimki:

“-Bana en çok hayran olduğun kişiyi söyler misin? Bir cümle ile de sebebini…”

Cevap, dünyaca ünlü bir rock yıldızı olmuş. Sebebine de, “Kendine çok güvenen, kimseyi takmayan, farklı bir kişiliği olan, özgün bir insan.” demiş.

“-Peki…” diye devam ederek sormuş bizim kız, “Kılık kıyafet mi insana kişilik yükler, yoksa kişilik mi insana belli bir kılık kıyafete yönlendirir?”

Cevap:

“-Herhâlde kişiliğe göre giyiniriz.” olmuş.

Ve şöyle devam etmiş bizimki:

“-Eğer gerçekten Allah rızasını talep ediyorsan, önce muhabbet duyduğun insanları değiştirebilmelisin. Çünkü insan, muhabbet duyduğu insanın kıyafetine de meyleder. Peki, muhabbet nasıl oluşur? Gökten zembille mi iner? Aslında bir mânâda evet; ama şu dünyada en çok ne istediğine bakmalısın. Eğer Allah rızâsına ulaşmak kaplıyorsa isteklerini, o zaman Allah ve Rasûlü’nün yolundan gidenler cezbeder seni...

İçin değişmeden dışın değişmez. Ama bazen dışın, içinin gelişmesine ortam hazırlar. Meselâ bu giydiğin pantolonla dizini sıraya dayayıp kaldırabilirsin, ama giydiğin etek buna pek müsaade etmez. Oturuşun, kalkışın bile hanımlaşır. Kıyafet kimliktir, bir mânâda; evet. Tesettür, bu yüzden çok önemlidir. Kimliğidir müslüman kadının… Ve Allâh’ın istediği, fıtrata uyandır.”

Bazen insanın benliğine yapışanları temizlemek zaman alabilir kızlarım... Muhatabınızın söylediği cümleden onunla ilgili doğru tespitler yapmak çok önemlidir. Onun hareketlerinden, tavırlarından anlamak mühimdir. Kendileriyle ilgili dertleri görmek, Allah ile aralarındaki engelleri (olabildiğince) görmek önemlidir. Tespit edebildiklerinizi, öğretmek istediklerinizi bazı faaliyetler sırasında yaşatarak öğretebilirseniz çok daha tesirli olacaktır. Hâsıl-ı kelâm, o kadar ince bir iştir ki bu, anlatmakla bitmez. Fazla uzatmaya da gerek yok. Zira bu işin öğrenilmesinde konuşmak ipucu verebilir, ama yetersiz kalır.

Ve inanın, bunlar bile, bu işin en basit kısmıdır. Gönül olgunlaşır ise, Allâh’ın nûru ile görür bakan... Gönül olgunlaşırsa ferahlatacak, şenlendirecek bir mesîre yerine döner. Ve gönül de, Allâh’ın “er-Rab” ismini seyretmeye başlarsa, kirleri gönlünde eritebilecek bir kıvama bile gelebilir.

Şimdi gitmem lâzım. Rabbim sizleri gönül ferahlatanlardan eylesin… Âmin.”

PAYLAŞ:                

Ayse Gunduz

Ayse Gunduz

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle