“Sevdiğimiz şeylerden vermedikçe asla iyiliğe erişemezsiniz.” (Al-i İmran, 92)
Birgün ermişlerden birine sormuşlar:
“–Sevginin sözünü edenler ile sevgiyi paylaşanlar arasında ne fark vardır?”
“–Bakın göstereyim!..” demiş, derviş.
Bir sofra hazırlamış. Sevgiyi dilinden düşürmeyen ama dilden gönüle de indirmeyen kişileri çağırmış bu sofraya.
Hepsi yerlere oturmuşlar.
Derken, tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından derviş kaşığı denilen bir metre boyunda kaşıklar… derviş:
“–Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz.” diye de şart koşmuş.
“–Peki...” demişler ve çorbayı içmeye girişmişler.
Fakat o da ne?
Kaşıklar uzun geldiğinden sofradaki hiç kimse bir türlü döküp saçmadan götüremiyormuş çorbayı ağzına. En sonunda, bakmışlar bu iş olmuyor, vazgeçmişler çorbadan. Öylece kalkmışlar sofradan. Onlar kalkınca, derviş:
“–Şimdi de sevgiyi gerçekten bilip yaşayanları çağıralım yemeğe.” demiş.
Yüzleri aydınlık, gözleri sevgiyle gülümseyen nurlu insanlar gelmiş oturmuş sofraya. Derviş:
“–Buyurun bakalım.” deyince de her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp karşısındaki kardeşine uzatıp içirmişler çorbalarını.
Böylece her biri diğerini doyurmuş ve kendisi de doymuş olarak şükür içinde kalkmış sofradan. Derviş:
“–İşte, kim hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de onu doyurursa, o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz. Şunu da unutmayın ki, hayat pazarında alan değil, veren kazançlıdır her zaman...”
* * *
Paylaşmak maddî-mânevî her şeyi… Varlığımızla bölüşmek. Diğerimizle bütünleşip büyümek. Paylaştıkça dökülüp saçılmadan ihyâ olmak. Yeri gelir, bir somunu bölüşür insan. Elleri uzanırken yüreğinden gözlerine akseden sevgiyle bütünleşir kardeşinde.
Yeri gelir ilmini paylaşır. Paylaşırken İmâm-ı A’zam Ebû Hanife hazretlerinin, “Bilmediklerimi ayağımın altına alsaydım başım göğe değerdi.” sözünü unutmaz. Öyleyse bildiklerimle gönülleri okşayarak ihyâ etmeliyim, der. Sakınmaz bildiklerini. Hazret-i Mevlânâ’nın sözü yüreğini tutuşturur. “Bir mum, diğer bir mumu tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez.”
Sevinci paylaşmak isteriz bazen. Bazen de derdimizi. Şâirin dediği gibi:
“Yine gam yükünün kervanı geldi.
Çekemem bu derdi, bölek seninle.” deriz.
Bölüşecek birilerini ararız. Farkında olmaz insan, bölüştükçe küçülürüz sanırız. Oysa ki, her bölünmede gönüller ulanır birbirine. Cenâb-ı Hak vücudumuzu küçücük hücrelerden yaratmıştır. Bir bütünde sayılamayacak kadar çok zerrecikler. Bir uzvumuzu diğerine âmâde kılmıştır. Ağza giden bir lokmaya kaç uzvumuz hizmet etmektedir. Mevlâmız milyarlarca zerreden bir bütün yapmış. Her birini diğerine âmâde kılmışsa; bize de, şu fânî hayatın her şeyini ve âhireti kazanmanın külfetini kardeşlerinizle paylaşarak bir bütün olun demektedir, sanki. Her paylaşıma bir sevgi kıvılcımı koyup gönüllerde büyüyerek...
“Sıçrayıp ufuk değiştirmek bile ancak bir zemine basarak mümkündür.” der Ahmet Hamdi Tanpınar. Öyle ise bizler de Rabbimizin bize vermiş olduğu nimetlerini, cânânımıza şükrümüzü îfâ etmek için, derviş kaşıklarına doldurup, döküp saçmadan kardeşlerimizle paylaşabilmeliyiz. Sevgiyle paylaşmak, toplum nizamımızı da güzelleştirecek ve güçlendirecektir. Muhammed İkbal’in, kalemiyle yüreğimize fısıldadığı enfes inci dizeleriyle:
“Çağımızın delirmiş aklına sevginin neşterini vurmalıyız.”
***
Peygamber Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in hadis-i şerifinde de buyurdukları gibi:
“Birbirlerine acımakta birbirlerini sevmekte ve birbirlerine şefkat göstermekte, mü’minlerin tek bir vücut gibi olduklarını görürsün. Bu vücudun bir uzvu muzdarip olduğu takdirde, diğer kısımları da uykusuz kalıp ateşler içinde ızdırabını duyarlar.” (Müslim, 66)
Cenâb-ı Hak cümlemize merhameti şiâr edinen, onu sevgiyle yoğurup gönüllere sunan bir kalb nasip etsin. Amin!
YORUMLAR