Milyonlarca insanın ölümüne sebep olan Adolf Hitler, ömründe hiç içki içmemiştir. İnsan, bu özelliğini ilk duyduğunda ne kadar da şaşırıyor. Bir diktatör, nasıl olur da ağzına hiç içki sürmez?! İçki içmemesinin sebebini araştırınca, neden diktatör olmaya heveslendiği de ortaya çıkıyor. Hitler’in babası, Hitler 13 yaşındayken ölmüş. O yaşına kadar ise, Hitler babasından sürekli aşağılanma ve şiddet görmüş. Şiddet uygulayan baba ise, tam bir alkolikmiş. Babasına nefret duygularıyla büyüyen Hitler, babasının sahip olduğu özelliklerden hayatı boyunca nefret etmiş, ama ondan yaşayarak öğrendiği şiddeti içinde büyüterek insanlığa yansıtmış.
Başka açıdan örnekler verecek olursak; ibadetlerimiz çocuğumuzla aramıza girdiğinde, çocuğumuz bizden ziyade bizi ondan ayıran sebebe nefret duyabilir. Tam ilgiye muhtaç oyun oynamak istediğinde:
“-Çekil seccâdenin üzerinden, namaz kılacağım!..” dersek belki de çocuğumuz, bir daha hayatı boyunca hiç seccâdeye basmamak üzere çekilecektir.
Ya da en sevdiği çizgi filmin olduğu saatte, bizim çok sevdiğimiz bir hocaefendinin sohbetini dinlemek için çocuğumuza izin vermezsek o hocaefendinin ağzından duyduğu Allah, peygamber, Kur’ân sözlerinden nefret edebilir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün… Bu sebeple severek yaptığımız ibadetlerimiz, çocuğumuzla aramıza girmemeli, aksine ibadetlerimiz, çocuğumuzla paylaştığımız en zevkli saatler hâline dönüşmelidir. Bunda da sadece kendi istek, duygu ve düşüncelerimizi değil; çevremizin şartlarını ve çocuklarımızın ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmalıyız.
Vehbi Vakkasoğlu, “Allâh’ı Nasıl Anlamalı, Çocuklarımıza Nasıl Anlatmalı” adlı kitabında, oyuncu Münir Özkul ile bir röportaj yapmış. Bu röportajda, oyuncu, kendisinde iz bırakan bir çocukluk hatırasını paylaşmış. Yedi yaşlarında câminin avlusundan çiçek topladığını, iri yapılı hocanın yüksek sesle bağırıp:
“-Lan sen nasıl câminin çiçekleri koparırsın?!” dediğini ve o hocanın kendisini çok korkuttuğunu, bu yüzden bir daha 20 yaşına kadar camiye uğramadığını anlatmış.
Devamla bir gün arkadaşı vesilesiyle niyet edip camiye gittiğini ve orada heyecan ve korkudan yerinde sürekli hareket ettiğini, bu yüzden de yan tarafındaki bir hacı amcanın güzel bir tokadını yediğini eklemiş. Bundan sonra camiye girmek için 60 yaşına gelmesi gerekmiş. İşte ancak o zaman babasının miras olarak bıraktığı, “Özkul” soyadına layık olduğunu hissettiğini söylemiş. Bu yaşadığımız çağdan, bizim toplumumuzdan, bizim insanımızdan bir hâtıra ve onun acı faturası… Bir de saadet devrine bir göz atalım:
* * *
Ondört asır öncesinde İmamların Seyyidi, Mescid-i Nebevî’nin en şerefli imamının yanına, bir gün bahçesindeki hurma ağaçlarını taşlayan Râfi bin Amr isimli çocuğu, bahçe sahibi yakalayarak getirmişti. Peygamber Efendimiz, Râfi’ye:
“-Yavrucuğum, niçin ağaçları taşlıyorsun?” diye sorunca Râfi:
“-Aç idim yâ Rasûlâllah, karnımı doyurmak için taşladım!..” diye cevap verdi. Bunun üzerine Peygamberimiz:
“-Yavrum, bir daha acıkırsan, ağaçları taşlama, altına düşenlerden al, ye!..” buyurdu.
Sonra da Râfi’nin başını okşayarak:
“-Allâh’ım, bu yavrunun karnını doyur!..” diye duâ etti ve çocuğu salıverdi. (İbn-i Mâce, Ticârât, 67)
Böyle şefkatli sultana, “anam, babam, canım Sana fedâ olsun ya Rasûlâllah” deyip emrine âmâde olunmaz mı?
En iyi eğitimci olan Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sahabî olma şerefine erişen bu çocuğu ceza ile değil, onun derdini anlayarak çareler sunma şekliyle terbiye etmiştir. Biz ise, bunun aksine hemen çocuklarımızı yargılayıp cezâ yolunu tutunca inatlaşan ve aramızda uçurumlar oluşan çocuklar yetiştiriyoruz.
* * *
İbn-i Haldun, Mukaddime’sinde, “Baskı yapan anne-baba, çocuğuna beş şekilde zarar verir,” diyor ve bu beş maddeyi, şu şekilde sayıyor:
1-Baskı gören çocuk, sürekli korkuyla yaşar.
2-İki yüzlü olur.
3-Yalana alışır ve zamanla yalancı olur.
4-Sorumsuz olarak yaşamak ister.
5-Menfaatçi olur.
Yûnus Emre aşağıdaki mısraları terennüm ederken sadece büyüklerin gönüllerini düşünmemiştir herhâlde... Çocuk yüreği, çok hassastır. Zira bir masum yüreğe batırılan ufacık bir dikenin acısı, bir ömür boyu kapanmıyor, maalesef…
Bir kez gönül yıktın ise,
Bu kıldığın namaz değil!
Yetmiş iki millet dahî
Elin yüzün yumaz değil!..
Bir ebeveyn, bir eğitimci, bir kul olarak eksik ve hatalarımızı; gönüllerin sahibi olan Rabbimiz, affetsin. Bizi gönüller yıkan değil, gönüller inşâ ve ihyâ eden sâlih ve sâliha kullarından eylesin. Âmin.
YORUMLAR