MÜSLÜMAN, DÂİMÂ GÜZELDİR
Rabbimiz âyet-i kerîmede şöyle buyuruyor:
“O (Allah) ki, yarattığı her şeyi güzel yaratmıştır…” (es-Secde, 7)
Nitekim üzerinde ömür takvimini tükettiğimiz şu yeryüzü, binbir çeşit bitkisiyle, rengârenk çiçekleriyle, şekilleri değişik ağaçlarıyla, tatları ve biçimleri farklı meyveleriyle, ne muazzam bir güzellikte yaratılmıştır.
Yine süslü bir avize gibi ışıklar saçan Güneş, Ay ve sayısız yıldızlarıyla, milyonlarca ton ağırlığındaki suların rüzgâr vasıtasıyla boşlukta kuş gibi süzüldüğü bulutlarıyla, günün her saatinde değişen bir renk cümbüşü hâlinde deverân eden direksiz gökyüzü, ne müthiş bir güzellikte halk edilmiştir.
İnsanı da en güzel bir biçimde[1] yarattığını haber veren Rabbimiz, sözlerin en güzeli olan Kur’ân-ı Kerîm’de[2] de şöyle buyurmuştur:
“(Ey Rasûlüm!) Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler…” (el-İsrâ, 53)
Zira hadîs-i şerîfte buyrulduğu üzere;
“Muhakkak ki Allah güzeldir, (her işte) güzelliği sever…” (Müslim, Îmân, 147)
Dolayısıyla bir mü’minin, ibadet ve âile hayatı, beşerî münâsebetleri, giyim-kuşamı, yeme-içmesi, oturup kalkması, yürümesi, bakması en güzel olması gerektiği gibi, konuşması da en güzel olmalı. Hatta mü’min, dâimâ sözün en güzelini söylemeye tâlip olmalı.
Zira Mevlânâ Hazretleri’nin buyurduğu gibi;
“Söz vardır, keskin kılıç gibidir; dostluğu keser, öldürür. Kalpte tedavisi imkânsız yaralar açar. Kalp bahçesindeki yeşillikleri, sevgi çiçeklerini kış mevsimi gibi öldürür.” “(Bu sebeple) sözün maskarası olma! (Ağzından çıkanlara dikkat et!)”
“Bir söz de vardır ki, ilkbahar mevsimi gibidir. Her tarafı süsler, güzelleştirir; sayısız faydalar sağlar. (Kalp yaralarını, yorgun gönülleri tedâvi eder.)”
İşte bu sebeple; “Ben güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim.”[3] buyuran Rasûlullah r Efendimiz’den hiçbir zaman bir kalbi incitecek, bir gönle diken batıracak bir kelime sâdır olmamıştır. Nezih ömrü boyunca fem-i muhsinlerinden bir defa dahî kırıcı bir sözün çıktığına hiç kimse şahit olmamıştır. O dâimâ Kur’ân-ı Kerîm’in; “…İnsanlara güzel söz söyleyin!..” (el-Bakara, 83) emrine imtisâlen insanlara sözlerin en güzelini seçerek konuşmuş, her zaman gönülleri ihyâ etmiş, kırılan yürekleri onarmış, kurumuş vicdanları rahmet lisânıyla yeşertmiştir.
Güzel sözün sadaka[4] olduğunu beyan buyurmuş, Allâh’ı zikretmek dışında çok söz söylemenin kalbi katılaştırdığını bildirmiş,[5] insanlar arasında söz taşıyıp fitne ve fesâda sebep olan kimselerin de Cennet’e giremeyeceklerini haber vermiştir.[6]
Ümmetini faydasız şeylere ve boş sözlere karşı îkaz etmiş;
“Kendisini ilgilendirmeyen şeyi terk etmesi, kişinin iyi müslüman oluşundandır.” buyurmuştur. (Tirmizî, Zühd, 11)
Yine kibir ve gösteriş maksadıyla ve yapmacık tavırlarla konuşan kimselerin İslâmî edebe aykırı davrandıklarını şu beyanlarıyla dile getirmişlerdir:
“İçinizde en çok sevdiğim ve kıyamet günü bana en yakın mesafede bulunacak kimseler, güzel ahlâk sahibi olanlarınızdır. Güzel konuşuyor dedirtmek için uzun uzun konuşanlar, sözünü beğendirmek için avurdunu şişire şişire laf edenler ve bilgiçlik etmek için lügat paralayanlar ise, en sevmediğim ve kıyamet günü bana en uzak mesafede bulunacak kimselerdir.” (Tirmizî, Birr, 71)
Dolayısıyla kıyâmet günü Efendimiz’e yakın olmak isteyen bir mü’minin yapması gereken, güzel ahlâk sahibi olmaya gayret etmek ve sözünü tartarak söyleyebilmektir. Zira diğer bir hadîs-i şerîfte de şöyle buyrulmaktadır:
“Kul, Allâh’ın hoşnut olduğu bir sözü söyler, fakat onunla Allâh’ın rızâsını kazanacağı hiç aklına gelmez. Hâlbuki Allah, o söz sebebiyle, kendisine kavuştuğu kıyamet gününe kadar o kimseden hoşnut olur.
Yine bir kul da Allâh’ın gazabını gerektiren bir söz söyler, fakat o sözün kendisini Allâh’ın gazabına çarptıracağını düşünmez. Oysa Allah o kimseye, o kötü söz sebebiyle, kendisine kavuşacağı kıyamet gününe kadar gazap eder.” (Muvatta, Kelâm, 5; Tirmizî, Zühd, 12)
Bu sebeple;
“Her kim Allâh’a ve âhiret gününe inanıyorsa, ya hayır söylesin, ya da sussun.”[7] nebevî tâlimâtına dâimâ riâyet etmeliyiz.
Lokman Hakîm oğluna bir nasihatinde şöyle demiştir:
“Yavrucuğum! Sükût ettiğim için aslâ pişman olmadım. Söz gümüşse sükût altındır.” (Ahmed, ez-Zühd, s. 44, no: 272)
Evet, söz vardır, insanı vezir eder; söz vardır, rezil eder. Nitekim şeytan, Rabbine karşı isyan ve itiraz yüklü sözlerle konuşma cür’etine kalkıştığı için onun bu sözleri kendisini alçaltmış, gazap ve lânete dûçâr olarak ilâhî huzurdan kovulmasına sebep olmuştur. Onu ebedî saâdetten mahrum bırakmıştır.
Bu sebeple de halk arasında bir darb-ı mesel hâlinde; “Bin düşün, bir söyle!” denilmiştir. Bu hususta Mevlânâ Hazretleri de şöyle îkaz buyurur:
“Şunu bil ki, ağızdan ansızın çıkan söz, yaydan fırlamış ok gibidir. Ey oğul, o ok bir daha geri dönmez!
Suyu baştan kesmek gerek. Selin başlangıçta başı bağlanmaz, önü çevrilmezse, bütün dünyayı tutar; birçok yeri yıkarsa buna şaşılmaz.
Bir söz vardır, dünyayı yıkar, harap eder; bir söz de vardır, ölü gibi cansız duran tilkiye, arslan cesareti verir.”
Lokman Hakîm Hazretleri’ne bir gün;
“–Efendim, hastamıza neler yedirelim? Ne tavsiye buyurursunuz?” diye sormuşlar. Lokman Hakîm ise şu güzel ve özlü cevabı vermiş:
“–Hastanıza kalp kırıcı acı sözler yedirmeyin de, ondan başka ne yedirirseniz zararı olmaz inşâallah...”
Mü’min, kötü sözden uzak durmaya çalıştığı gibi, kötü sözlü insanlardan da uzak durmaya gayret etmelidir. Mevlânâ Hazretleri şöyle buyurur:
“Nezle olmamaya, iyi koku almaya bak; halkın soğuk nefesinden, idrâksizlik rüzgârından kendini koru! Çünkü onların havası kıştan da soğuktur, iyice örtün, burnuna onların havası tesir etmesin, soğuk alma, hastalanma!
Yani ey Hak âşığı, mânâdan zevk almayan, basit insanların, dar kafalı bilginlerin sohbetinden sakın! Onların davranışları, onların hevâsı, sözleri kıştan da soğuktur. Çünkü kışın soğuğu insanın bedenine tesir eder. Kalın giyeceklerle kışın soğuğu önlenir. Fakat nâdanların, ukalâların, cahil, kendini beğenmiş, fena tabiatlı kişilerin zehirli sözleri insanın rûhunu üşütür, hasta eder. Bu yüzden bu gibi kişilerden uzak durmak gerekir.”
Güzel sözlü olmak, insanlara dâimâ hoşuna gideceği şeyleri söylemek değil, hoşlarına gitmese de dâimâ hakkı ve hayrı, yani doğruyu ve iyi olanı söylemektir. Lâkin bunu yaparken de Firavun’a gönderilen Mûsâ u’a emredildiği gibi “leyyin/yumuşak” lisan ile konuşmak lâzımdır.
Velhâsıl mü’min, dâimâ sözün en güzelini söylemeli, iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırmalıdır.[8] Bunu yaparken de nazik ve latîf bir dil kullanmalı, aslâ kaba olmamalıdır. Çünkü Yusuf Has Hâcib’in dediği gibi:
“İnsanlara kaba söz söyleme! Kaba söz, alev alev yanan bir ateştir. Onu ağzından çıkardığında, evvelâ kendin yanarsın.”
Mü’min, münakaşaya yol açacak kelimeleri de kullanmamalı, bilâkis kalpleri te’lif edecek ifadeleri tercih etmelidir. Cenâb-ı Hakk’a ancak güzel sözlerin yükseldiğini ve onları Hak katına yükselten şeyin de amel-i sâlihler olduğunu unutmamalıdır.[9] Yine mü’min;
“Rahmân’ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevâzu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara lâf attığında (incitmeksizin) «Selâm!» derler (geçerler).” (el-Furkân, 63) âyetinin hakikatinde derinleşmelidir.
Rabbimiz; “(İnsanları Kur’ân ile) Allâh’a çağıran, sâlih amel işleyen ve «Ben Müslümanlardanım» diyenden kimin sözü daha güzeldir?” (Fussilet, 33) buyurarak hoşnûd olduğunu bildirdiği kullarından olabilmeyi cümlemize ihsan buyursun.
Âmîn!..
SPOTLAR:
- “(Ey Rasûlüm!) Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler…” (el-İsrâ, 53)
- “Kul, Allâh’ın hoşnut olduğu bir sözü söyler, fakat onunla Allâh’ın rızâsını kazanacağı hiç aklına gelmez. Hâlbuki Allah, o söz sebebiyle, kendisine kavuştuğu kıyamet gününe kadar o kimseden hoşnut olur.
Yine bir kul da Allâh’ın gazabını gerektiren bir söz söyler, fakat o sözün kendisini Allâh’ın gazabına çarptıracağını düşünmez. Oysa Allah o kimseye, o kötü söz sebebiyle, kendisine kavuşacağı kıyamet gününe kadar gazap eder.” (Muvatta, Kelâm, 5; Tirmizî, Zühd, 12)
- “İnsanlara kaba söz söyleme! Kaba söz, alev alev yanan bir ateştir. Onu ağzından çıkardığında, evvelâ kendin yanarsın.” (Yusuf Has Hâcib)
[1] Bkz. et-Tîn, 4.
[2] Bkz. Buhârî, Edep, 70.
[3] İbni Hanbel, II, 381.
[4] Buhârî, Cihâd, 128; Müslim, Zekât, 56.
[5] Bkz. Tirmizî, Zühd, 62.
[6] Bkz. Buhârî, Edep, 49; Müslim, Îman, 168.
[7] Buhârî, Rikāk, 23; Müslim, İman, 74.
[8] Bkz. Âl-i İmrân, 110.
[9] Bkz. Fâtır, 10.
YORUMLAR