Gönül İkliminden İnciler

GAYRET BİZDEN, TEVFİK ALLAH’TAN

Bir mü’min için, bu fânî âlemden îman ile göçebilmek, ne büyük bir saâdettir.

Bir mü’min için, kabrinin amel-i sâlihlerle bir Cennet bahçesi hâline gelmesi, ne büyük bir bahtiyarlıktır.

Bir mü’min için, kıyâmet günü Rasûlullah r Efendimiz’in iltifatına mazhar olarak O’na yakın olabilmek, ne büyük bir devlettir.

Bir mü’min için, amel defterini sağ tarafından alabilmek, ne büyük bir rahmettir.

Bir mü’min için, Sırât’ı şimşek hızıyla geçebilmek, ne büyük bir huzurdur.

Bir mü’min için, melekler tarafından; “Selâm size! Tertemiz geldiniz. Artık ebedî kalmak üzere girin buraya!”[1] denilerek Cennet’e dâvet edilmek, ne büyük bir mutluluktur.

Velhâsıl bir mü’min için Allâh’ın rızâsını kazanarak, O’nun huzûruna sevdiği bir kulu olarak çıkabilmek, ne muhteşem bir ebedî saâdet ve sonu olmayan bir nîmettir.

Bütün bu sayılanlara nâil olabilme ümidi dahî, mü’min bir gönlü sevince gark ediyor. Duymaktan bile hoşnud oluyoruz. Peki, Rabbimiz’in huzûruna tertemiz gidebilmek ve bu nîmetlere kavuşabilmek için, bugün ne yapıyoruz? Bu fânî imtihan yurdunda, amel-i sâlih karnemizi nasıl dolduruyoruz? Zira o güzel neticelere nâil olabilmek, bugünümüzü nasıl değerlendireceğimize bağlı. Unutmayalım ki, ezelî takdir, gayrete âşıktır.

Hamd olsun, kullarına rahmet ve mağfireti bol olan Rabbimiz’in lûtfuyla, bir Ramazân-ı Şerîf’e daha mülâkî olduk. Rabbimiz bu ayı, takvâya erme vesîlesi olarak görmemizi murâd ediyor.

 

“Ey îmân edenler! Oruç, sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki ittikā edersiniz (korunursunuz).” (el-Bakara, 183) buyuruyor.

Her ibadetin bizlere kazandırması gereken haslet ve hassâsiyetler var. Meselâ namaz için Rabbimiz;

اِنَّ الصَّلٰوةَ تَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِۜ

“…Muhakkak ki namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar...” (el-Ankebût, 45) buyuruyor.

Yani lâyıkıyla edâ edilen namaz, insanı bu kıvâma ulaştırmalı. Dolayısıyla bir insan, namaz kıldığı hâlde dilini gıybetten, gözünü haramdan ve kulağını mâlâyânîden koruyamıyorsa, o zaman namazlarında bir problem var demektir.

Cenâb-ı Hak oruç için de, «لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ» buyuruyor. Yani orucun insanı takvâya ulaştırması lâzım.

Rabbimiz bu ayda mü’minin âdeta yoğunlaştırılmış bir takvâ eğitimine girmesini, takvâda mesafe kat etmesini arzu ediyor. Çünkü insan, Cenâb-ı Hak katında takvâsı kadar kıymetli. Rabbimiz âyet-i kerîmede şöyle buyuruyor:

“…Muhakkak ki Allah katında en keremliniz (değerli olanınız), O’ndan en çok korkanınızdır…” (el-Hucurât, 13)

Diğer bir âyette de;

“…Allah, müttakîlerin dostudur.” (el-Câsiye, 19) buyuruyor.

Yani Rabbimiz bir bakıma, kulunun kendisi ile dostluğa lâyık bir kıvam kazanabilmesi için, her sene onu bir takvâ mektebine sokuyor.

Bu takvâ mektebinde neler var?

Oruç var. Terâvih var. Kadir Gecesiʼni ihyâ var. Kur’ân ile hemhâl olmak var…

Meselâ mü’min, oruç tutmak için sahura kalkıyor. Böylece Rabbimiz kulunun bir seher alışkanlığı kazanmasını istiyor. Yani takvâ sahibi olmak için, seherlerin aydınlığından istifade edebilmek gerekiyor. Takvâ sahibi mü’minlerin seherde ayakta olduğunu Rabbimiz şöyle bildiriyor:

“O müttakîler, geceleri pek az uyurlar, seher vakitlerinde de istiğfâra devam ederler.” (ez-Zâriyât, 17-18)

Yine mü’min oruç tutmak sûretiyle, bir yudum su ve bir dilim ekmeğe muhtaç olanların hâline daha yakından muttalî oluyor. Bu da demek oluyor ki, takvâya erebilmek için, ihtiyaç sahiplerinin hâline vâkıf olmamız şart. Takvâ sahibi bir gönlün, ihtiyaç sahibi gariplerden, yetim ve kimsesizlerden uzak kalması düşünülemez.

Dolayısıyla cömert olacağız. Varlıkta da yoklukta da infak etmeye gayret edeceğiz. Sadaka ve infak, var olanın fazlasını vermekten başlar. Varlığı olmayan için ise, yarım hurma bile güzel bir infaktır. Çünkü verilişindeki ihlâs nisbetinde infaklar, kulu Cehennem ateşinden muhâfaza eder. Yani kısıtlı imkânlar içerisinde iken de verebilmeye çalışacağız. Zira Rabbimiz:

“O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler...” (Âl-i İmrân, 134) buyuruyor.

Âyet-i kerîmeden anlıyoruz ki, affedebilmek de takvâlı gönüllerin bir fazîleti… Dolayısıyla şahsımıza yapılan kötülüklerin üzerine -bilhassa bu ayda- bir şal atmaya, yani onları örtüp görmezden gelmeye gayret edeceğiz. Affedip geçeceğiz, gönlümüze de yük etmeyeceğiz ki, şu ilâhî müjdeye nâil olabilelim:

“…Allâh’ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız? Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.” (en-Nûr, 22)

Yine kâmil mânâda oruç tutabilmek için, midemizle beraber gözümüze, kulağımıza, dilimize ve gönlümüze de oruç tutturabilmemiz gerekiyor. Yani oruç bütün uzuvlara tutturulacak. Mü’min Allâh’ın râzı olmadığı her şeyden uzaklaşacak. Demek ki takvâya erebilmek için, bütün uzuvlarımızı Allâh’ın sevmediği her şeyden uzak tutacağız.

Böylece Rasûlullah r Efendimiz’in şu müjdesine erişmeye çalışacağız:

“Kim, fazîletine inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhârî, Îmân 28, Savm 6; Müslim, Siyam 203, Müsâfirîn, 175)

Yine, Efendimiz r diğer bir hadîs-i şerîflerinde de şöyle buyuruyorlar:

“Kim Ramazan’ın fazîletine inanarak ve sevâbını Allah’tan bekleyerek terâvih namazını kılarsa, geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhârî, Îmân, 37; Müslim, Müsâfirîn, 173, 174)

Yani takvâ sahibi bir gönlün Rabbimiz’in huzûruna tertemiz gidebilmek için bu ayda dikkat edeceği diğer bir husus da, terâvih namazı.

Terâvih namazı, nafile olmakla birlikte toplu kılınan tek namaz. Bu bir mânâda, takvâya erebilmek için içtimâîleşmenin de zarurî olduğunu gösteriyor. Zira İslâm’da ruhbanlık yok!

İslâm, kendini toplumdan tecrid ederek ve kendi kabuğuna çekilerek yaşanan ferdiyetçi bir din değil. Bilâkis, toplum hâlinde yaşanan bir hayat dîni.

Mühim olan, toplumla iç içe, aile, akrabalık, komşuluk münâsebetlerinden, ticaret ve iş hayatına kadar bütün insanî muâmelât ve münâsebetlerde İslâm’ın güzelliklerini, hâl, davranış ve şahsiyetimizde sergileyebilmek. Böylece Allâh’ın yeryüzündeki şâhidi ve dîninin güzel bir temsilcisi olabilmek. Bu hususta mü’minin karşılaşacağı zorluk ve imtihanlar, onun gönül dünyası için âdeta bir tezkiye/arınma, günahlara kefâret ve terfi-i derecât vesîlesi.

Bu Ramazan’da da, ictimâîleşmenin bir gereği olarak, imkânlarımız nisbetinde, mü’min kardeşlerimizi hânelerimize davet etmeye, bu vesîle ile evlerimizi de bereketlendirmeye gayret edelim.

Hazret-i Âişe c’dan rivâyet edildiğine göre Rasûlullah r Efendimiz, Ramazan’da diğer aylardan daha fazla (kulluk yapmaya) çalışırdı. Ramazan’ın son on gününde de Ramazan’ın öteki günlerinden daha fazla ibadet ederdi. (Müslim, İ’tikâf, 8)

Bizler de namazlarımızı daha büyük bir ihtimam ve gönül huzuru ile -bilhassa da cemaatle- îfâ etmeye gayret edelim. Huzuru, ilâhî huzurda arayalım. Şayet varsa kazâ namazlarımızı kılalım.

Bilhassa Ramazân-ı Şerîf’in mânevî ve feyizli iklîminden yavrularımızı da en güzel bir şekilde istifâde ettirmeye çalışalım. Onları da beraberce oruç tutmaya, şayet tutamıyorlarsa da alıştırmak için «tekne orucu»na yönlendirelim. Cemaate giderken onları da yanımıza alalım. Namaz sonrası taltif kabîlinden ikramlarda bulunup, kendisine hediyeler verelim. Zira insan, ihsana mağluptur.

İmam Mâlik Hazretleri der ki:

“Ben her hadis ezberlediğimde, babam bana bir hediye verirdi. Öyle bir zaman geldi ki, babam hediye vermese bile hadis ezberlemek bende târifsiz bir lezzet hâline geldi.”

Böylece evlâtlarımızla olan bu dünyadaki beraberliğimizi Cennet’e taşımaya gayret edelim. Göz nûru yavrularımızın kötü bir âkıbete düşmelerine fırsat vermeyelim.

Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“...(Ey mü’minler! Âhiret için) azık edinin! Bilin ki azığın en hayırlısı, takvâ azığıdır. Ey akıl sahipleri! Bana karşı takvâ sahibi olun!” (el-Bakara, 197)

Çünkü takvâ azığımız varsa, ilim de dâhil olmak üzere ebediyet yolculuğundaki vasıtalar (ibadetler, hayır-hasenat, muâmelât ve bütün hizmetler) bizi Hakk’a râm eder. Eğer takvâ azığımız yoksa netice hüsrandan ibârettir, amellerimizin boşa çıkmasıdır...

Bu ay içerisinde bir de bin aydan daha faziletli olduğu âyette bildirilen bir Kadir Gecesi var. Ramazan’ın son on gününde aramamız[2] emir buyrulan bu mübarek gece ile alâkalı olarak da yine Efendimiz r şöyle buyuruyor:

“Fazîletine inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek Kadir gecesini değerlendiren kişinin geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhârî, Îmân 25, Savm 6, Terâvih l, Leyletü’l-Kadr 1)

İşte nâil olduğumuz bu rahmet ayında Cenâb-ı Hak, Ramazan’dan tertemiz çıkabilmemiz için lûtf u keremiyle pek çok imkân bahşediyor. Bu kadar ihsan ve ikrâma karşı Ramazan’dan affolunmadan çıkanlar için de Efendimiz’in şiddetli îkazları var.[3]

Bir de âyet-i kerîmede;

“Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’ân’ın indirildiği aydır…” (el-Bakara, 185) buyrulduğu üzere bu ayda Kur’ân ile yakınlığımızı daha da artıralım. Zira takvâ sahibi bir mü’min, Kur’ân’dan aslâ uzak kalamaz. Çünkü;

“Bu (Kur’ân), bütün insanlığa bir açıklamadır; takvâ sahipleri için de bir hidâyet ve bir öğüttür.” (Âl-i İmrân, 138) buyruluyor.

Velhâsıl bizler de bu mübârek ayda Rabbimiz’in rızâsını, Efendimiz’in de hoşnutluğunu kazanmaya gayret edelim. Rabbimiz’in hoşnud olduğu şeyleri, Rasûlullah r Efendimiz’in hayatına bakarak, O’nun Sünnet-i Seniyye’sine sarılmak sûretiyle hayatımıza intikal ettirelim. Bedeni yıpratan hastalıktan, bunamaya sebep olan ihtiyarlıktan ve ansızın geliveren ölümden önce takvâda mesafe kat edip, hayırlı ameller işlemeye gayret edelim.

Rabbimiz, alıp verdiğimiz her nefeste takvâyı cümlemize hem âhiret azığımız, hem de hiç çıkarmayacağımız bir gönül elbisemiz eylesin! Bizleri hak yolda takvâ ile sâbit kadem olan, istikâmet ehli kullarından kılsın!

Âmîn!..

 

SPOT:

t “...(Ey mü’minler! Âhiret için) azık edinin! Bilin ki azığın en hayırlısı, takvâ azığıdır. Ey akıl sahipleri! Bana karşı takvâ sahibi olun!” (el-Bakara, 197)

t Ramazân-ı Şerîf’in mânevî ve feyizli iklîminden yavrularımızı da en güzel bir şekilde istifâde ettirmeye çalışalım. Onları da beraberce oruç tutmaya, şayet tutamıyorlarsa da alıştırmak için «tekne orucu»na yönlendirelim. Cemaate giderken onları da yanımıza alalım. Namaz sonrası taltif kabîlinden ikramlarda bulunup, kendisine hediyeler verelim. Zira insan, ihsana mağluptur.

 

 

[1] Bkz. ez-Zümer, 73.         

[2] Buhârî, Leyletü’l-Kadr, 3.

[3] Hâkim, IV, 170/7256; Tirmizî, Deavât, 100/3545.

PAYLAŞ:                

Osman Nûri Topbaş

Osman Nûri Topbaş

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle