Geleceğin fazîlet toplumunu inşâ etmek istiyorsak, bugünden evlâtlarımızın, bilhassa da kız yavrularımızın mânevî bir terbiye ile yetiştirilmesine ehemmiyet vermemiz gerekmektedir. Zira denilmiştir ki;
“Bir yıl sonrasını düşünüyorsan tohum ek, on yıl sonrasını düşünüyorsan ağaç dik; ama yüz yıl sonrasını düşünüyorsan insan yetiştir.”
İnsan da, “Ağaç yaşken eğilir.” hakikati gereği, küçük yaşlarda aldığı terbiye ile yetişir. Çünkü bu yaşlarda alınan terbiye, âdeta taşa yazılan yazı gibi kalıcı ve ömürlük olur. Bu hususta gösterilecek en küçük ihmallerin dahî, ileride büyük pişmanlıklara dönüşebileceği, aslâ unutulmamalıdır.
t
Çocuklara ve gençlere gösterilecek şefkat ve merhamet, hayatı sadece bu dünyadan ibaretmiş gibi görerek onların karınlarını doyurup güzel elbiseler giydirmek, nefislerini eğlendirmek, ten rahatlarını temin etmek değildir. Bilâkis asıl şefkat ve merhamet, onların ebedî istikbâllerini bir azap faslı olmaktan kurtarıp sonsuz bir saâdet baharı kılacak mânevî değerleri, geç kalmadan şahsiyetlerine kazandırmak ve öncelikle onların ruhlarını doyurmaktır. Bunun için ciddiyetle emek sarf etmek ve fedakârlık göstermektir.
Lokman u buyurur:
“Ey oğlum! Küçükken edepli olursan, büyüdüğünde faydasını görürsün!”
“Küçük işleri umursamazlık etme! Çünkü küçük, yarın büyüğe dönüşür.”
Hâssaten kız çocuklarımızı çok edepli yetiştirmemiz lâzımdır. Lâkin günümüzde görüyoruz ki birçok anne, “Kızım daha çok küçük, hele bir hevesini alsın, sonra bırakır!” demek sûretiyle vücut hatlarını belli eden “tayt”lar giydirerek onları büyütüyorlar.
Fakat küçükken alışkanlık hâline getirilen şeyler tiryakilik noktasına geldikten sonra kolay kolay bırakılamıyor. Bu küçük kızlar büyüdüklerinde kendilerine verilen telkinlere de kulak asmıyorlar. Böylece gönüllerinde tesettür hassâsiyeti kayboluyor. Rasûlullah r Efendimiz’in beyanıyla “giyinik çıplaklar” hâline geliyorlar. (Bkz. Müslim, Cennet, 52)
Dolayısıyla bize İslâm fıtratı üzere teslim edilen yavrularımızı küçük yaşlardan itibaren tesettür terbiyesiyle büyütmemiz zaruridir.
t
Bir anne yüreği ve kucağı, çocuk terbiyesinin yapıldığı muhteşem bir dershanedir. Zira küçük yaştaki çocuğa söylenen her kelime, onun şahsiyet binasına konulan bir tuğla mesâbesindedir. Şefkatin menbaı olan annelerden güzel bir terbiye alan yavrular, hayatları boyunca daha az hata yaparlar. Başarısızlık ve felâketlere rağmen, sabır, metânet ve mukâvemetlerini sonuna kadar muhafaza edebilen kimseler de daha çok sâliha bir anne tarafından yetiştirilen kimselerdir.
Nitekim tarihe baktığımız zaman bütün evliyâullah ve Fâtihlerin, kitlelere ve cihâna yön veren başarılı idârecilerin arkasında sâliha bir annenin bulunduğunu görmekteyiz. Bu sebeple firâset sahibi sâliha anneler var oldukça, dünya daha huzurlu ve daha mes’ud hâle gelir.
t
İsveç’in İstanbul sefirliğini yapan ve bu esnâdaki tedkikleri ile Osmanlı müesseseleri hakkında yedi ciltlik bir eser yazan Mouradgea d’Ohsson’un İslâm toplumu hakkındaki şu tespitleri ne kadar dikkat çekicidir:
“Milletin her tabakasında ana-baba ve akrabâlar, çocuklarına örnek olup küçük yaşlarından itibâren onları hayır işlerine alıştırırlar. Hayır ve hasenât denilen ve insanın şahsiyetini yücelten bu fazîletler sâyesinde, kişide bencillik, cimrilik ve tamahkârlık gibi menfî duygular körelir. Buna karşılık insanlara yardım hissi onların gönüllerinde yerleşir. Bu sâyede artık bu nevî hayır işleri müslümanlara hiç ağır gelmemekte ve onları bu sahada diğer milletlerden çok üstün bir seviyeye yükseltmektedir.”
t
Hâllerde sirâyet özelliği vardır. Üstelik hâllerdeki sirâyet, sirâyet eden hâlin “müsbet” veya “menfî” olmasına da bağlı değildir. Her hâlükârda intikal gerçekleşir. Rasûlullah r Efendimiz, bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır:
“İyi arkadaşla kötü arkadaşın misâli; misk taşıyanla körük çeken insanlar gibidir. Misk sahibi ya sana kokusundan ikram eder veya sen ondan satın alırsın.
Körük çekene gelince; o, ya senin elbiseni yakar, yahut da onun pis kokusu sana sirâyet eder.” (Buhârî, Buyû, 38)
Halk ağzında darb-ı mesel hâline gelen “Kör ile yatan şaşı kalkar.” ifâdesi de, bu hakîkati beyan etmektedir.
t
Cenâb-ı Hak, kadına ayrı, erkeğe ayrı husûsiyetler lûtfetmiştir. Bu vasıflar, her ikisinin de toplum içindeki vazifelerini lâyıkıyla yapmalarına göre şekillenmiştir. Lâkin günümüzde “kadının erkekleşmesi, erkeğin de kadınlaşması” toplumun çekirdeği mevkiinde olan âilenin âdeta erozyona uğramasının en mühim sebeplerinin başında gelmektedir.
Hâlbuki Rasûlullah r Efendimiz, kadınlaşan erkeklere ve erkekleşen kadınlara,[1] yine kadın gibi giyinen erkeğe ve erkek gibi giyinen kadına lânet etmiştir. (Bkz. Ebû Dâvûd, Libâs, 28)
Bugün maalesef kadınlar gibi takıp takıştıran erkekler, erkekler gibi giyinen kadınlar, çağın modern çirkinleri ve toplumun yüz karası olarak ortalıkta dolaşmaktadırlar. Zira İslâm toplumunda kadın, hanımlığın iffet, nezâket ve zarâfetini korumak; erkek de beyefendiye yakışır sıfatlarla müzeyyen, yüksek bir şahsiyet sergilemekle mükelleftir.
t
Mevlânâ Hazretleri şöyle buyurmuştur:
“Her kimi ki, kendi zıddıyla bir arada korlar; bu, o kimse için ölüm azâbıdır.”
t
Bugün âhirzaman fitneleri zuhûr etti. Şeytanın mallara ve evlâtlara ortak olduğu günler geldi. Kredi kartlarının düşüncesizce kullanılması sebebiyle, pek çok kimsenin fâize bulaştığı bir zamandayız. Sadece kazanç ve rızık noktasında değil, kadın-erkek ihtilâtları, karmakarışık lâubâlîlikleri, göz, kulak ve gönül münâsebetlerinde haram-helâl ölçülerine dikkatsizlik, had safhaya ulaştı. Âilevî yıkıntılar arttı, boşanmalar çoğaldı. Nesiller sahipsiz kaldı. Böyle bir zamanda helâli aramak ve bulabilmek, dünkünden çok daha zor. Fakat buna dikkat etmek, dünkünden çok daha mühim…
t
Hazret-i Âişe c anlatıyor:
“Rasûlullah r kadınlarla bey’ati (el ile musâfaha etmeden sadece) sözle yapıyor ve şu âyette belirtilen şartları koşuyordu:
«Ey Peygamber! İnanmış kadınlar, Allâh’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zinâ etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek, (yani namuslu bir kadına zina isnâd etmemek, gıybet, koğuculuk, iftira, yalan ve sahtekârlıktan uzak durmak, yine) kendilerine emredeceğin meşrû herhangi bir mevzûda Sana karşı gelmemek üzere Sana bey’at etmeye geldikleri zaman, bey’atlerini kabul et ve onlar için Allah’tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.» (el-Mümtehine, 12)
Bu şartları kabul eden mü’min bir kadına Rasûlullah r sözle:
«–Tamam, seninle bey’at etmiş oldum.» buyururdu. Hayır, vallâhi Oʼnun eli, bey’at ederken yabancı bir kadının eline aslâ değmedi. Allah Rasûlü r kadınlarla ancak:
«–Seninle bu âyetteki şartlar üzerine bey’at ettim.» sözüyle bey’at etmiştir.” (Buhârî, Tefsîr, 60/2; Ahmed, VI, 270)
Allah Rasûlü r kadınlardan bey’at alırken onlarla musâfaha etmekten titizlikle kaçınmış[2] ve:
“–Ben kadınlarla tokalaşmam!” buyurmuştur. (İbn-i Mâce, Cihâd, 43)
t
İnsan ömrü, tefekkür derinliğiyle bakabilen bir kimse için aslında ne büyük bir ibrettir. Zira insan taze bir filiz gibi, bir çocuk olarak dünyaya gelir, gitgide serpilip büyür, genç ve dinç bir delikanlı hâlini alır. Fakat bu gidişat, orta yaş ile birlikte, tersine döner. Âdeta vücutta bahar-yaz bitip, sonbahar-kış başlar… Ağaçların yemyeşil, hayat dolu yapraklarının kuruyup sararıp sert rüzgârlarla döküldüğü gibi; insanın da saçları yavaş yavaş ağarmaya, derisi buruşmaya, vücut şâkülünden kaymaya ve mecâli kesilmeye başlar. Çeşitli hastalıklar zuhûr eder, gitgide bel bükülür, dizlerde derman kalmaz.
Âyet-i kerîmede buyurulur:
“Kime uzun ömür verirsek; Biz, onun gelişmesini tersine çeviririz. Hiç düşünmüyorlar mı? (Yolculuk nereye?)” (Yâsîn, 68)
t
Şeyh Sâdî buyurur:
“Ey Âdemoğlu! Bazen nîmet içinde mağrur ve gâfil; bazen yoksulluk içinde ümitsiz ve mahzunsun... İşte neşeli ve kederli zamanındaki hâlin budur. Bilmem ki Rabbine (hamd, şükür ve rızâ hâlinde) kulluğu ne zaman edeceksin?!.”
t
Binbir rahmet ile bizleri kuşatan üç aylar mevsimi, iç muhâsebe bakımından en güzel fırsat demleridir. İçinde barındırdığı mübârek gün ve gecelerinin çokluğu ve feyzi dolayısıyla üç aylar, her yönüyle mânevî eğitim aylarıdır. Cennet kazancının en karlı zamanlarıdır.
Cenâb-ı Hak bizlere, bu mübârek aylarda, rûhundan âlemlere rahmet taşıran, merhamette zirveleşen, affedebilmenin hazzını duyan, çile ve ıztırapları sabır silâhıyla bertaraf eden, Hakk’ın rızâsının lezzeti içinde hiç kimseyi incitmeyen ve hiç kimseden incinmeyen, Hâlık’ın şefkat nazarıyla mahlûkâta çiçekler gibi tebessüm eden sâlih kullarından olabilmeyi lûtf u keremiyle ihsân eylesin…
Âmîn!..
[1] Bkz. Buhârî, Libâs, 62.
[2] Buhârî, Talâk, 20.
YORUMLAR