Hızır’ı aradı gözlerim! Ve sordum gönlüme:
“–Ne yapacaksın Hızır’ı?” Gönlüm cevap verdi:
“–Ey akılsız akıl, Hızır’ı gözlerinle aramadasın. Halbuki onun işi benimledir, o gönülleri imtihan etmededir. Daha hangi vakte kadar beni böyle bir başıma bırakıp yalnız o firâsetten yoksun aklınla iş görmeye devam edeceksin. İşlerin hakîkatine vâkıf olma ilmi, yani firâset akılda değil gönülde olur. Aradığın Hızır, ömründe kaç kereler karşına çıktı da sen, zâhirden başka bir şeyi anlamaya kuvvet yetiremeyen aklın yüzünden onu görmedin. Daha biraz evvel karşına o güzel kıyafetlerle çıkıp dilenen genç misali, kaç kez aklının kıyasları sebebiyle geri döndü, kaçtı gitti elinden.
İş, Allâh için vermek, Hızır için değil!.. Hızır’ın ihtiyacı yok, lâkin “Allâh için” diye elini uzatan ihtiyacından uzatmakta… Yahut ihtiyacı da olmasa “Allâh için” dedi ya yetmez mi, Allâh için yetmez mi?
* * *
Şu aklın, ilimde haddine ulaşsa da kalbini, yani beni unuttukça buhranlar içinde dolanıp duracaksın ey nefsim!.. Bütün nefislerin hesaba çekileceği gün, hesaptan bîhaber nefsin sana hesap soracak bu sefer…
“–Ne yapayım? Sadece sana bırakırsam kendimi meczup olur çıkarım. Ne işe yaramakta bir meczup olmak; kurtaracak mı beni hesaba çekilmekten? Kurtaracak mı çıkmazlardan, buhranlardan?”
“–Bilmediğin işler hakkında sû-i zan eyleme!.. Zîrâ meczuplar akıllarından kurtuldukları için dertten, dünya sıkıntısından uzaklardır.” Hesaba gelince senin ilmin, akıl yoksunu kimsenin hesaptan muaf olup olmadığını benden iyi bilir?!.
Hem sana meczup ol diyen kim? Beni aklına vezir yap, gönüller fethedelim, hidâyet meşalesi olalım… Sen hiç rastladın mı ki, dünya fâtihi olsun da veziri olmasın!.. Ya da veziri bozuk olsun?
Sana meczup ol diyen kim, aklının yardıma ihtiyacı var, “ne onu benden, ne de beni ondan mahrum bırakma!” demekteyim sana.
* * *
Eğer câzip olmak istiyorsan, gönlü de katmalısın ameline. Amel meyvelerin tatsız, kokusuz kalır, eğer gönlünle, eğer gözyaşınla olgunlaştırmazsan. Ve arada risk almalısın; aklına meydan okumalısın ki, haddini bilsin.
Unutma!.. “Gönül, yani aşk, Nemrud’un ateşine atladı, ateş gülistân oldu. Akıl, hâlâ çatı kenarından aşkı izliyor. Aşk ateşi karşısında, odun ateşi utanır yanmaya!.. Alev alev yanan korlar, Emir Külâl Hazretlerinin aşk elinde yâkut oldu…”
“–Nasıl yapayım? Firavun îmân edecekken, yoldan çıkaran da veziri Hâmân’dı. Nereden bileyim senin doğru yolda olduğunu?”
“–Bak, hâlâ aklın itirazlarla soru sormada, hâlâ aklın kölesisin. Tabi bilemezsin benim hangi yolda olduğumu beni öyle terk ettin öyle unuttun ki… Halbuki üzerimde Allâh yazmaktadır ve ben hep Allâh dedikçe titrer dururum. Lâkin sen beni çer-çöple, dünyanın kokuşmuş envâ-yı çeşit dertleriyle harâbeye çevirdin. Şimdi uğraş, çabala-dur, temizlik için... Yine unutma ki, kalb müsbete, yani hidâyete de meyillidir. Eğer Hekîmime sen de teslim olursan, o sana beni eğitmenin yolunu gösterir. Hatta beni yeri gelir, senin yerine eğitir. Ve sonra ben, sırat-ı müstakîm’den şaşmam; eğer sen de nefsini dizginlemeyi öğrenirsen. Yoksa nefsin, seni uçurum kenarından atmak üzere, haberin olsun. Mevkiin iyice yükseldi, insanların iltifatı arttı, kibrinin kokusu yakında âfâkı saracak. Unutma ki, Abdulkâdir Geylânî:
“Kalbinde zerre miktarı kibir bulunan cennetin kokusunu dahî alamaz!” buyuruyorlar.
Beni efendimden, nefsini Hekîminden ayırma!..”
“–Efendim dediğin de kim? Hekimle ya farklı şeyler söylerse hangisini dinleyeyim?”
“–Hey akıl, gönül işinden nasıl da bîhabersin. Hekîmin Efendi’ndir, zaten ikisi ayrı değildir ki! Kendisini ölümden kurtaran doktora köle olmaz mı insan? Doktorun ağzından çıkan her kelime emir ve hasta da kölesi değil midir? Senin madde âlemindeki hastalıkların maddenin ölümüne sebebiyet verir, madde âlemindeki ölümünden kurtaran doktorun bu kadar hürmete lâyıkken, asıl olan mânâ âlemindeki ölümüne dermân olan hekîmin, Efendin olamaz mı yoksa! Sus ve beni dinle…
Bu gönül, Sultanını buldu. Bırak yanayım, bırak yanalım. Vazgeç Hızırlardan vazgeç arayıp durmaktan… Nefsin ve şuraya doldurduğun her türlü fücûr emâresi yansın o merceğin altında, yansın o Sultanın her zerre nazarı altında. Allâh yanık gönüllere merhamet eder de vuslat lutfeder… Sus ve yalnızca dinle, artık terk et soruları!..
Bu âlem, soruların değil, şeksiz şüphesiz teslimiyetin, emniyetin âlemi… Hekîmimizi dinle, Efendimizi dinle… Dinle ki, saâdet güneşi doğsun, vuslat yoluna…
YORUMLAR