Gönle Düşen Yorgun Duygular

Tasavvuf yolunun en sık tekrarlanan düsturlarından birisi, “yediğine-içtiğine dikkat etmen gerektiği gibi, kiminle oturup kalktığına da dikkat etmelisin!” ölçüsüdür. Bu ölçü, mü’minin kalbî tekâmülü için önemli bir prensiptir. Çünkü insan, çok çabuk tesir altında kalan bir varlık olduğu için çevresindeki eşyâ ve varlıklardan da, girmiş olduğu topluluklardan da etkilenir. Bu yüzden kalbin penceresi demek olan göz ve gözün gördüklerinin toplandığı kalp, devamlı çevresi ile bir alışveriş ve meşguliyet hâlindedir. Çoğu kez insan, bu meşguliyet ve alışverişin farkında bile olmaz. Bu yüzden Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerîm’de mü’minleri “sâdıklarla beraber olmaya”[1], “secde edenler secde etmeye”, “rükû edenlerle rükû etmeye”[2] teşvik etmiş ve “zâlimlerle beraber bulunmayı, onlarla oturup kalkmayı”[3] yasaklamıştır. Zira iyilerle beraberlik insanın gönlünü îmar ve ihyâ ederken, kötülerle ülfet, beraberlik ve dostluk insanı büyük bir yok oluşa sürüklemektedir.

Bugün gönlümüz, “yorgun”sa, bunun sebepleri üzerinde tekrar tekrar durmaya gerek var. Çünkü yaşadığımız modern çağ, insan fıtratına aykırı yapısı, dalga dalga ve aralıksız açtığı yeni dertleri ile gönlümüzü yormaktadır. Bu yorgunluk bedenimizde iz bıraktığı gibi, belki ondan ziyade ruh dünyamızı yıpratmakta ve “gönlümüzü yormakta”dır. Bu yüzden gönlümüzü yoran sebepleri fark etmek ve bunları mümkün mertebe azaltmak zorundayız.

İnsanın hissiyât merkezi kalptir. Organlarımız, düşünce ve hareketlerimiz; kalp karargâhından yönetilir. Bu yüzden kalbin sâfiyeti, temizliği, mânevî duygularla tezyin olması; onun hareketlerine de tesir edecektir. İnsanlar, ellerini, vücutlarını, bulundukları çevrelerini temiz tutarken gösterdikleri hassasiyet ve ihtimamdan daha fazlasını kalplerini temiz tutmak için harcamalıdırlar. Zira kalbin kirlenip katılaşması, insan benliğini ve mâneviyâtını mahveden en önemli sebeptir. Kalbimizin rikkatini (inceliğini) zedelememek için, onu lâhûtî duygularla bezemek, merhamet ve muhabbetle beslemek gerekir.

Bunun yolu da, kalbin ilâhî neşve ve huzura ulaşacağı “zikr”in unutulmamasıdır. Rabbimiz, kalplerin “zikir ile huzura ereceğini” haber vermiştir.[4] O hâlde kalbin gıdası, Allâh’ın zikridir. Zikir, mü’minin Rabbini hatırından çıkarmamasıdır. Kul, her an ve mekânda kalbî râbıta içerisinde, O’nun esmâsını ve bu esmânın tecellîlerini tefekkür etmeli, dili ile de Rabbini anmalıdır. Zikir, kalbin, bedenin ve duyguların cilâsıdır. Sürekli Allah ism-i celâli ile meşgul olan dil ve o dilden kalbe akseden bu güzel ifade; gönül aynasında kendini gösterecek, dünyevî her türlü meşguliyetten bîtâp düşen insanı zinde kılacaktır. Bu yüzden zikir gönül yorgunluğumuzu alacak en kolay ve anlamlı bir ibadettir.

Gönle yorgunluk veren diğer bir husus ise, dünya işlerini yegâne gâye hâline getirmektir. Hâlbuki dünya, bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Gösterişli bir metâdır. Herkes dünyaya talip olmuştur, ancak dünya hiç kimseye kalmamıştır. Dünya ve içinde olan her türlü nimet, mü’minin Rabbine daha iyi kulluk edebilmesi için yaratılmış birer vâsıtadır. Aslâ en büyük gâye değildir, olamaz. Fakat insan, büyük bir hırsla dünyaya sarılıp “tûl-i emel: uzun hayaller, hedefler” peşine düşünce, dünya ona gâlip gelir. Onu peşinden felâketlere sürükler. Dünyaya kendini fazlasıyla kaptıran insanın da ruh dünyası alt üst olur. Gönlün diri ve saf olabilmesi için, el kârda da olsa,  günlün yâr’da, yani Allah’ta olması gerekmektedir.

İnsanın gönül dünyasını harap eden bir başka dert de haram lokmadır. Mü’min kendi yediği lokmanın helâl olmasına dikkat ettiği gibi, âilesine de haram lokma yedirmemeye gayret etmelidir. İnsan vücuduna giren gıda, onun hâl ve hareketlerine derinden tesir eder. Bu yüzden yediğimiz lokmanın helâl olmasına dikkat ettiğimiz gibi, kazancımızı da helâlinden kazanmalıyız.

Mü’min, Allâh’ın en değer verdiği varlıktır. Onun en kıymetli yeri de kalbidir. Kalbimizi, maddî-mânevî her türlü kirden korumak da büyük bir dikkat, hassasiyet, firaset ve gayret gerektirmektedir. Ancak bu sayede gönlümüz yorulmaktan kurtulur ve huzura kavuşur.

[1] et-Tevbe, 119.

[2] el-Bakara, 43.

[3] en-Nisâ, 140; el-En’âm, 68.

[4] er-Ra’d, 28.

PAYLAŞ:                

Şefika Meriç

Şefika Meriç

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle