Gizli Şirki Bilir misin?

 

Sevgili Kızım,

Geçtiğimiz hafta sonu, bir sivil toplum kurumunun iftarında gençlerle birlikteydim. Kısa bir sohbet ve soru-cevap kısmından sonra, yapmış oldukları projelerden ve çalışmalardan bahsettiler. Faaliyetleri ve başarıları bana çok tesir etti. Her birini yürekten tebrik ettikten sonra, niyetlerinde ve amellerinde dâimâ ihlâsı öne alarak çalışmalarını tavsiye ettim. Nitekim hepimizin mâlumudur ki, iblis, yüksek bir mevkide iken imtihanı kaybetti. Başarı çıtası ve sorumluluk arttıkça, aynı oranda benlik ve ego dürtüleri de artıyor. Böyle zamanlarda anlık hatalar ve sözler, hayâtiyet derecesinde önemli hâle geliyor.

Eve döndükten sonra bu önemli konuyu masaya yatırarak uzun uzun yazmaya karar verdim.

Güzel Kızım,

“Yeni, çağdaş, orijinal” mânâlarına gelen “modernizm”, hayatımızda ne kadar mukaddesât ve değer varsa hepsini dışlayıp eskitti. Onun akabinde gelen “postmodernizm” de “farklılık, aktivasyon, materyalist bilgi, kişisel haz, hız ve beğenileri” dikte ettiren bir dönem ortaya çıkardı. Tam da günümüzün teknolojik gelişmeleriyle paralel hızda giden postmodern hayat; projelere, yeniliklere ivme kazandırdığı gibi gelenekten uzaklaşan esnekliğe, ferdiyetçiliğe, haz ve hıza zemin hazırladı.

Bütün bunlar, gelişme ve ilerlemeye açık olan müslüman bir toplumda güzel çalışmalara, hayır-hasenât dolu projelere vesîle oldu. Hamd olsun yardımlar ulaştı, toplumda dindarlık arttı, hizmet merkezleri ürün vermeye başladı. Ama Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in tasvir ettiği gibi müslümanlıklarımız “selin üzerindeki çer çöp” gibi kaldığı için birçok tehlikeyi de beraberinde getirdi. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurmuştu ki:

“-Yemek yiyenlerin sofralarına birbirlerini çağırdıkları gibi, çeşitli milletlerin sizin aleyhinize birleşmeleri yaklaşmaktadır.” Ashâb-ı kirâm:

“-Ey Allâh’ın Rasûlü, o gün sayıca az olacağımızdan mı aleyhimizde birleşecekler?!” diye sordu. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“-Hayır, bilâkis o gün siz sayıca çok olacaksınız. Fakat selin üzerindeki köpük ve çer çöp gibi ehemmiyetsiz olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalbinden size karşı duydukları mehâbeti (korkuyu) çekip alacak ve sizin kalbinize «vehn (zâfiyet)» atacak. Bu sebeple düşmanınız sizden çekinmeyecek ve korkmayacaktır.”

Ashâb-ı kirâm:

“-Ey Allâh’ın Rasûlü, vehn nedir?” diye tekrar sorunca, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“-Vehn, dünya sevgisi ve ölüm korkusudur!” diye cevap verdi. (Ebû Dâvûd,  Melahim, 5/4297; Ahmed, Müsned, V, 278)

 

Riyâ

İşte böyle kaygan bir zaman diliminde, önemli tehlikelerden biri de riyâ ve gösterişten uzak kalarak niyet ve amellerimizde ihlâsı koruyabilmektir. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Şeytan sizin damarlarınızdaki kan gibi içinizde dolaşmaktadır.” buyurmuştur. (Tirmizî, Radâ, 16) Şeytan insanı saptırmak için “önden”, yani gelecek hakkında kaygılar vererek; “arkadan”, yani geçmişte yaptığı hataları veya iyilikleri gözünde büyüterek insanı saptırmak ister. “Soldan” yanaşır, kötülüklere teşvik eder, “sağdan” yanaşır, hayırlı işlerde niyeti bozarak o hayrın faziletinden mahrum bırakmaya çalışır. Kısacası şeytan, kendisine ezelî düşman gördüğü insanın her türlü düşünce, duygu ve davranışına nüfuz etmeye ve vesvese vermeye çalışarak onu Allâh’ın yolundan uzaklaştırmaya çalışır.

 

Sevgili Kızım,

Bilirsin, riyâ, lügatte, görmek mânâsına gelen “ru’yet” kökünden gelir ve daha çok “hakikatte öyle olmadığı hâlde iyi görünmek” şeklinde kullanılır.

Dînî ıstılahta ise, “ibadet ve sâir amellerde dış görünüşü, başkalarının takdirini ve ihlâssızlığı” ifade eder. Yani riyâ ehli kimseler, yaptıklarında sadece Rıza-yı Bârî’yi hedeflemezler. Aksine bunu tamamen unutarak dünyevî bir başarıyı, maddî bir kazancı veya insanların iltifatını gâye hâline getirirler. Bu ise, Rabbimizin ortaklık kabul etmediği noktadır. Çünkü Rabbimiz, ibadetlerin tamamıyla kendi rızâsı hedeflenerek yapılmasını emir buyurmuştur. Nitekim Allah Teâlâ, bir hadîs-i kudsîde şöyle buyurur:

“Ben ortakların ortaklığından en müstağnî olanıyım. Her kim bir iş yapar da, onda Bana  ortak koşarsa, o kimseyi koştuğu ortakla baş başa bırakırım.” (Müslim, Zühd, 46)

Merhum İmam Gazâlî, riyâyı, “Allâh’a yaptığı ibadet ile kulların kalbinde yer edinmek” olarak tarif eder. Hatta bunun bedenle, elbiseyle, sözle, amel ve arkadaşla yapılabileceğini açıklar. Aslında bu, biraz da günümüzün modern ve materyalist zihniyetinin doğurduğu sonuçlardan biridir. Yani bütün mânevî kavramların dışlandığı ve her şeyin maddî menfaatler üzerinden değerlendirildiği, takdirin, iltifatın en önemli değer olduğu bir zihniyetin mahsulüdür, riya vb. kalbî hastalıklar…

Bu durumu, Âlemlerin Rabbi, sık sık namazlarımızda okuduğumuz Mâûn Sûresi’yle açıklar:

“Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar kıldıkları namazlardan gâfildirler ve onlar (namazlarıyla) gösteriş yaparlar.” (el-Mâûn, 4-6)

Yapılan ibadetin mâhiyetinden gâfil kalmak, mürâîlik (gösteriş) yapmak, insanlar tarafından takdir edilme veya dışlanmama arzusu hissederek kılınan namaz; “emre itaat” ve “ibadet sevabı almak” bir tarafa, Âlemlerin Rabbi’nin kınamasına sebep olmaktadır. Çünkü ibadet ve ameller, yalnızca Allah için yapılır, yapılmalıdır. Bunların içerisine dünyevî başarılar, kazançlar, menfaatler girdiği zaman Rabbimizin aslâ affetmeyeceği “şirk” vukû bulmuş olur. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, şirkin bu çeşidini “Şirk-i Hafî” olarak isimlendirmiştir. Ve şöyle buyurmuştur:

“Ümmetimin şirke düşmesinden korkuyorum. Gerçi onlar puta tapacak değiller; Güneş’e, Ay’a, taşa da tapacak değiller. Fakat amellerinde riyâkârlık yaparlar, onları Allah için işlemezler.” (İbn-i Mâce, Zühd, 21)

Bu hususta diğer hadîs-i şerîfler de şöyle anlatır riyânın dehşetini:

“Şüphesiz riyâ, şirktir. (İbn-i Mâce, Fiten, 16)

 “Muhakkak ki sizin için en çok korktuğum şey, küçük şirk, yani riyâdır.” (Tirmizî, Hudûd, 24)

“Her kim duyulsun diye bir iş işlerse, Allah onun kıymetsizliğini duyurur. Her kim gösteriş olsun diye bir iş yaparsa, Allah da onun gösteriş yapmasını ve değersizliğini ortaya çıkarır.” (Müslim, Zühd, 38)

* * *

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- anlatır:

 Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün:

“-Hüzün kuyusundan Allâh’a sığının!” buyurdular. Oradakiler:

“-Ey Allâh’ın Rasûlü! Hüzün kuyusu da nedir?” diye sordular. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“-Cehennemde bir vâdidir. Cehennem, o vâdiden her gün yüz kere Allâh’a sığınma talep eder.” buyurdu.

Ashâb-ı kirâm:

“-Ey Allâh’ın Rasûlü, oraya kimler girecek?” diye sordular. Peygamber Efendimiz:

“-Amellerinde riyâ yapan kurrâlar (okuyucular) girecektir.” buyurdu. (Tirmizî, Zühd, 48)

* * *

Şu hadîs-i şerîf, niyet ve gâyeleri Cenâb-ı Hakk’ın rızâsı olmadıkça zâhiren Allah yolunda ölmek, ilim tahsîl etmek ve infakta bulunmak gibi -haddi zâtında- en makbûl olan amellerin bile, kıyâmet günü sahibine hiçbir fayda sağlamayacağını çok câlib-i dikkat bir sûrette ortaya koymaktadır:

“Kıyamet günü hesabı ilk görülecek kişi, şehit düşmüş bir kimse olup huzura getirilir. Allah Teâlâ, ona verdiği nimetleri hatırlatır, o da hatırlar ve bunlara kavuştuğunu itiraf eder. Cenâb-ı Hak:

«-Peki, bunlara karşılık ne yaptın?» buyurur.

«-Şehit düşünceye kadar senin uğrunda cihad ettim.» diye cevap verir.

«-Yalan söylüyorsun. Sen, “babayiğit adam” desinler diye savaştın, o da denildi.» buyurur.

Sonra emrolunur da o kişi yüzüstü cehenneme atılır. Bu defa ilim öğrenmiş, öğretmiş ve Kur’ân okumuş bir kişi huzura getirilir. Allah ona da verdiği nimetleri hatırlatır. O da hatırlar ve itiraf eder. Ona da:

«-Peki, bu nimetlere karşılık ne yaptın?» diye sorar.

«-İlim öğrendim, öğrettim ve senin rızân için Kur’ân okudum.» cevabını verir.

«Yalan söylüyorsun. Sen “âlim” desinler diye ilim öğrendin, “ne güzel okuyor” desinler diye Kur’ân okudun. Bunlar da senin hakkında söylendi.» buyurur.

Sonra emrolunur o da yüzüstü cehenneme atılır. (Daha sonra) Allâh’ın kendisine her çeşit mal ve imkân verdiği bir kişi getirilir. Allah verdiği nimetleri ona da hatırlatır. Hatırlar ve itiraf eder.

«-Peki ya sen bu nimetlere karşılık ne yaptın?» buyurur.

«-Verilmesini sevdiğin, râzı olduğun hiç bir yerden esirgemedim, sadece senin rızânı kazanmak için verdim, harcadım.» der.

«-Yalan söylüyorsun. Hâlbuki sen, bütün yaptıklarını “ne cömert adam” desinler diye yaptın. Bu da senin için zaten söylendi.» buyurur.

Emrolunur bu da yüzüstü cehenneme atılır.” (Müslim, İmâre, 152)

 

Riyâdan Korunma Yolları

“Gizli şirk” olan riyâ, bu zaman diliminde her birimizin, her an mâruz kalabileceği tehlikelerden biridir. Bundan korunmak için ilk adım, riyayı tanımak ve bu hastalığa düşmekten Allâh’a sığınmaktır.

Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Şirk, ümmetimin içinde zifiri karanlık bir gecede, siyah taşın üzerinde yürüyen karıncanın ayak seslerinden daha gizlidir.” buyurmaktadır. (İbn-i Mâce 2/1406)

Bu sebeple hayatımızın her ânında, bilerek veya bilmeyerek düşebileceğimiz şirk tehlikesine karşı Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in her gün sabah-akşam yapmamızı tavsiye ettiği şu duâya devam etmemiz elzemdir:

“Allâh’ım, bilerek şirk koşmaktan Sana sığınırım. Bilmediğim ve unutarak yaptığım günah ve şirklerden mağfiretimi isterim. Sen gâipleri en ziyâde bilensin.” (Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, I, 250)

İkinci adım da güne, kalben ve lisânen; İlâhî, ente maksûdî ve ridâke matlûbî: Allâh’ım, yegâne gâyem Sensin ve dileğim, Senin rızânı kazanmaktır.” niyâzını tekrar ederek başlamaktır. Bu ideal ve iradeyle güne başladığımız gibi gün içerisinde sık sık bu ahdi yenilememiz gerekmektedir.

Üçüncü adım ihlâstır. Niyetlerde ve amellerde her dâim ihlâsı gözetmek esastır. Mü’minin niyetinde ve amelinde önce Allâh’ın rızâsı olmalıdır. Allah için yapılması gereken amellerde insanları memnun, râzı, hoşnut etme gayesi; onların sevgi, saygı, tebrik ve takdirlerini beklemek ve bu niyetle hareket etmek, şeytanın bir dürtüsü kabul edilmelidir.

Zünnûn-i Mısrî Hazretleri:

“İnsanlar helâk oldu, âlimler müstesnâ… Âlimler de helâk oldu, ilmiyle amel edenler müstesnâ... Amel edenler de helâk oldu, ihlâs sahipleri müstesnâ... İhlâs sahiplerine gelince, onlar da pek büyük bir tehlike ile karşı karşıyadırlar.” buyurmuştur. (Keşfu’l-Hafâ, 2, 3, 12; Bkz: Beyhakî, Şuab, IX, 181)

Dördüncü adım, dünya hayatına bağlanıp ölümü ve âhireti unutmamaktır. Dünya hayatına aşırı bağlanmak, akabinde hırsı ve rekâbeti getirir. İnsan, tûl-i emel yüzünden âhirete hazırlanmaktan ve Allâh’ın emirlerini yerine getirmekten uzaklaşır. Böyle bir insan, yaptığı işlerinde yalnız dünyalık faydaları ve menfaatleri hesap eder.

Beşinci adım, her dâim Allâh’ın huzûrunda bulunduğunu unutmamaktır. Dünya işleri ve başarısı ne kadar önemli olursa olsun, kişi her şeyden önce Allâh’ın huzûrunda ve imtihanında olduğu şuurunu muhafaza etmelidir.

Altıncı adım ise, sık sık nefsimizi hesaba çekmektir. Nitekim Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- riyakârı şöyle târif etmiştir:

“Riyâkârın üç alâmeti vardır:

1- Yalnız olduğunda tembelleşir.

2- Halk arasında olduğunda pek faal olur.

3- Övüldüğünde fazla ibadet eder, kötülendiği zaman ibadeti azalır.”

Güzel kızım,

Bütün bu prensiplere dikkat etmekle birlikte, günün başında ve sonunda, her güzel ibadet ve amelinin ardından, Kur’ân-ı Kerîm’in öğrettiği şu duâyı da sık sık tekrar et:

“De ki: Benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm yalnız Âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (el-En’âm, 162)  

Rabbimiz, bizi ve seni rızası yolundan ayırmasın. Şirkin her türlüsünden, gizlisinden, açığından muhafaza etsin. Bizi ihlâslı ve tevhid ehli kulları arasına dâhil eylesin. Âmin.

PAYLAŞ:                

Seher Küçük

Seher Küçük

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle