“-Hayır hasenât yapamıyorum, akraba ziyaretine gidemiyorum… Hiç vaktim yok.” diyorsun.
Bir sayfa bile Kur’ân okuyamıyorum; zamanı ibadetle, hayırlı işlerle geçiremiyorum. Kimseyi arayıp soracak vakit bulamıyorum.” diyorsun.
Oysa ne çok şey sığdırıyorsun, şu daracık gördüğün zamanın içerisine… Televizyon dizilerinden tut da, çay sohbetlerine, günlük eğlencelere, zamansız uykulara, gereksiz, beyhûde gezintilere… kadar her şeyi sokuyorsun hayatının içerisine.
Zamanı kendi avuçlarınla küçültüyorsun sen, kendi ellerinle savurup atıyorsun, akıp giden rüzgârın kanatlarına…
Güneş doğup batıyor gökyüzünde, mevsimler gelip geçiyor, yerküre inliyor, sarsılıyor.
Toprak bire bin vermiyor, aksine alıyor artık...
“Hiç vaktim yok!” diyorsun!.. Karıncalar minik buğday taneleri taşıyorlar yuvalarına… Arılar son çiçekleri bile taradılar, böcekler minik bir tohumun peşinde koşuyor günlerdir… Çiçekler meyveye durdu. Komşunun minik oğlu büyüdü. Karşı apartmandaki yaşlı teyze öldü. Koca çınar bile büktü dallarını… Zehrâ’nın hâfızlığı yarıda kaldı, Kur’ân kurslarının kapısına kilit vuruldu. Kaç mevsim geçti, kaç yıl, kaç gün?!..
Yoksa sen hâlâ uyuyor musun? Saçlarına aklar düştü, dişlerin döküldü, göz bebeklerin soldu, yüzünde derin çizikler oluştu da, sen hâlâ uyuyor musun ?!
“Hiç vaktim yok!” diyorsun!.. Her şey yerli yerinde şu kâinâtta… Düzenli bir ev gibi sanki… Canlılar, zamanı yerli yerinde tüketiyorlar; israf yok, yalan yok, yıkım yok, ümitsizlik yok!.. Vaktim yok, yapamıyorum da demiyorlar!..
Yalnız sensin, zamanı sorumsuzca israf eden, avuç avuç savuran!.. “Hırsızların en zararlıları zamanınızı çalanlardır. Hırsızın çaldığı eşyayı telâfi etmek mümkün, ama zamanı çalanların çaldığını telâfi etmek mümkün değildir!..” der, Goethe…
Oysa sen zamanı gönüllü veriyorsun hırsızın eline… Gönüllü savuruyorsun mâzinin tozlu sayfalarına… Zaman senin için modern hayat tarzlarında olduğu gibi sırf belirli saatler arasındaki “iş hayatı” ve bu saatler dışındaki sınırsız, sorumsuz ve bencil bir “tüketim ve eğlence hayatı” olmamalı, öyle değil mi?
“Hiç vaktim yok!” diyorsun!.. Eğer öyleyse çok yazık! Çünkü hayatı bu şekilde algılayanlar için zamanın başlangıcı da, sonu da aynıdır. Hayat ile ölüm arasındaki o muhteşem sermayeyi, bir cesede insafsızca taşıtmak… Yaşlanınca da kırık bir vazo gibi sonunu hiç bilmeden ölümü beklemek…
Nihayet beklenen gonk çalar, zamanın, asıl şimdi kalmamıştır artık!
“Hiç vaktim yok!” diyorsun!.. Hayatı, emeği, birikimi, sevgiyi, düşünceyi, gençliği ve sağlığı tüketmek! Zaman, sadece yakalamaca oynayan yelkovan ve akrebin oyunu mu, sence! Ya da güneşin sabah doğup, akşam batması mı? Dünyanın amaçsızca ve şuursuzca dönmesi mi kendi ekseninde?
Yeme, içme, çalışma ve uyuma vakitlerini mi tayin eder sadece, zaman.?! Ya da gecenin karanlığında beliren bir yıldızı mı?!..
Ne kadar varsın sen bu hayatın içinde ?! Oysa Müslüman olduğunu iddiâ eden, sen… Zamanın bir hazine olduğunu bilmelisin. Zamanı değerlendirmek, ona bir mânâ ve değer katmak için… Zamanı kazanmak, zamanla kazanmak için… Eğer değerlendirmeyi bilsen, zaman içinde zaman açılır. Allah her ânına bir bereket nasip eder. Rızık ararken dinlenir, ziyâret etmekle ömrünü uzatır; ibadet ve tefekkürle hep kazanırsın. İlim öğrenmek, mâziyi ve istikbali ayağına getirir. Günün hayırlı işlerle bereketlenip duâ almakla uzar.
Geçmişe bak, orada iz bırakanlar hep zamanına hükmetmeyi bilenlerdir. Onu hoyrat sarfedenlerin yerinde yeller eser.
Müslüman için zaman, bugün değil… Dün, bugün ve yarın… Ebediyete geçişin bileti… Allah rızâsını kazanma süreci… Bir yarıştasın aslında... Hayır ve kemâl bulma yarışındasın, sonsuzluğa açılan zaman tünelinde, gerçekte de yalnız bir yolcusun;
Ve... Sen hâlâ:
“Hiç vaktim yok!” diyorsun!..
YORUMLAR