İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya…
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan hep basamak basamak,
Benimse alınyazım yokuşlarda susamak!
mısrâlarıyla başlayan Sakarya şiirinde merhum Necip Fâzıl, insanoğlunu kıvrılarak, yırtınarak bazen de sessiz ve habersizce akıp giden suya benzetir.
Cüneyd-i Bağdadî Hazretleri ise, hayatı Bağdat’ın öğle sıcağında buz satarak rızkını kazanmak isteyen satıcının canhıraş feryatlarıyla tarif eder:
“-Sermayesi hızla tükenen fakire yardım eden yok mu?!”
Nitekim bin yıla yakın yaşayan Nûh -aleyhisselâm-, uzunca bir süre yaşamış olan geçmiş ümmetlerin yanında, yaklaşık seksen-doksan yıl sermayeleri olan âhir zaman ümmeti; hayli zayıf ve fakir kalmaktadır. Nitekim Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“En hayırlı insan; ömrü uzun, ameli güzel olandır.” (Tirmizî, Zühd, 22) buyurmaktadır.
Her Şeyin Temeli Sevmekle Başlar
Ömür, Levh-i Mahfûz’da belirlenmiş bir yazıdır; tasarruf hakkımız yoktur. Yalnız yukarıdaki hadîs-i şerîfin ikinci kısmı olan “ameli güzel insan olmak” ise, çoğunlukla insanın tercihleriyle gerçekleşen bir sahadır. Aynen ticaretini akl-ı selîm ile yapan ve çok kazanan tüccar gibi…
Bu başarının pek çok sırları vardır: Sevmek ve severek yaşamak en temel kâidedir. Zira hayat, “sevgi” üzerine bina edilmiş; Âlemlerin Rabbi, kulunu sevgi ile yaratmış, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Îman etmedikçe Cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe gerçek mânâda îman etmiş olmazsanız.” buyurmuştur. (Müslim, Îman, 93)
Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ashâbından kiminin ellerini tutup gözlerinin içine bakarak kendisini çok sevdiğini kelimelere dökmüş, kimine husûsî zaman ayırıp ilgilenerek sevgisini izhâr etmiş, kimine ise beden diliyle kucaklayıp sarılarak sevgisini göstermiştir.
Sevginin artması için tebessüm etmeyi, selâm vermeyi, ikrâm etmeyi tavsiye ederken Cennete selâmetle girebilmek için sâlih amel soranlara ise şu şekilde pratik yollar öğretmiştir:
“Tatlı sözlü olmak, selâmı yaygınlaştırmak ve yemek yedirmek…” (Taberânî, el-Kebîr, XXII, 180; Hâkim Müstedrek, I, 23)
Hayatın Ekim Dönemi
Bereketli bir ömrün ekim-dikim zamanı; çocukluktan başlar, gençlikte verimli hâle gelir. Gençlik dönemi, potansiyellerin en fazla olup gönüllerin en temiz bulunduğu zamanlardır. Tâbiri câizse, söylenen sözlerin ve yapılan davranışların ıslak betona yazılmış gibi kalıcı olduğu dönemdir. Bu dönemde sağlıklı sevgiyle, engin ideallerle doldurulamayan gönüller, sahte ve kısır meşgalelerle oyalanır ki, onlar da kısa zaman sonra yok olur gider.
Gençlik döneminin hız ve hazzıyla paralel giden bol renkli ve karışık sesli işler; saman alevi gibi parlar ve söner. İdeal sevgiyle dolan gençler ise, hem kendilerinin, hem de Ümmet-i Muhammed’in yüzünü güldürecek işlere hayatlarını vakfederler.
Gençlik, içinde taşıdığı dinamizm îcâbı; hız ister, heyecan ister, azim ve başarı ister. Bu sebeptendir ki, Allah Teâlâ, bülûğ çağına eren her ferdi muhatap almış ve onları yaptıklarıyla “mükellef” tutarak üzerlerine sorumluluklar yüklemiştir. Bülûğ vaktine giren her genç, yetişkin her müslümanın sorumlu olduğu bütün emir ve nehiylerden sorumludur; o da yetişkinlerle aynı statüde kabul edilir.
Peygamber Efendimiz’in, on yaşındaki Enes -radıyallâhu anh-’a ve on bir yaşındaki Hazret-i Ali -kerremallâhu vecheh-’e çeşitli sorumluluklar vermesi ve onları ilerideki büyük vazifelerine hazırlaması bundandır.
On sekiz yaşındaki Üsâme -radıyallâhu anh-’ı ordunun başına komutan tayin etmesi, yirmi bir yaşında Attâb bin Esed -radıyallâhu anh-’ı Mekke’ye vâli olarak tayin etmesi, on beş yaşında Zeyd bin Sâbit -radıyallâhu anh-’ı İbranice ve Süryanice dillerinde tercümanlık yapması için vazifelendirmesi Peygamber Efendimiz’in gençlere bakışını göstermek için ilk çırpıda verilecek birkaç misaldir.
Atalarımızın da söylemiş olduğu gibi genç; “deli-kanlı” olarak târif edilen, daha çok duygularının yönlendirmesiyle hareket edip aklını arka plâna bırakarak davranan kişidir. Özellikle günümüzde küreselleşme ile birlikte her türlü göze hitap eden malzemenin, haz ve hızın ortasında kalan gençler; sağlam bir limana, kuvvetli bir ele ihtiyaç duymaktadırlar. Zaman zaman onların agresif davranmaları, çok fazla sevgiye ve desteğe ihtiyaç duyduklarını gösterirken; âilelerinden habersiz kalmak istemeleri, artık farklı bir şahsiyet olarak “fikirlerine saygı duyulmasını” arzuladıkları mesajını vermek içindir.
Bu gençleri doğru okumak, onların büyüdüğünü görmek, onların şahsiyet ve farklılıklarına saygı göstererek sorumluluk ve vazifeler vermek çok önemlidir. Aksi takdirde hem iletişim problemleri yaşayacak, hem de Rabbimizin bize emanet ettiği büyük bir potansiyeli israf etmekten kurtulamayacağız.
Farklı Bir Fert Olarak Saygı
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in gençleri dışlamadan, eleştirmeden, rencide etmeden saygıyla yaklaşması; başta eğitimciler ve ebeveynler için altın kurallardan biridir. O, bütün hatalarına, tecrübesizlik ve usulsüzlüklerine rağmen gençlere sevgi, saygı, hoşgörü ve anlayışla yaklaşmış; onlara dertlerini dinleyip samimiyetle çözüm arayan bir abi gibi yol göstermiş, rehberlik etmiştir. Asr-ı saâdette bunun pek çok örneği mevcuttur.
Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- verdiği vazifeleri lâyıkıyla yerine getiren gençlere iltifatta bulunurken hata yapan kimseleri hemen cezalandırmak veya azarlamak yerine, şahsiyetlerini incitmeden ve alternatif yollar göstererek hatalarından ders almaya ve onları telâfi etmeye teşvik etmiştir. O, insan harcamak için değil, insan kazanmak için gelmiş mürşid-i kâmillerin zirvesi idi.
Gençlerimize yapılacak hizmetin en güzeli; onları gerçek sevgi ve saygının şâhikası ve insanlığın efendisi olan Rasûl-i Ekrem ile tanıştırmaktır. Zira O’ndaki güzellikleri görüp de hayran olmamak, O’nu tanıyıp da sevmemek mümkün değildir.
Âlemlerin Rabbi, O’nu bize şöyle tanıtır:
“Andolsun, size içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O’na ağır gelir, O size çok düşkün, mü’minlere karşı çok merhametlidir.” (et-Tevbe, 128)
Cemaat Neşvesi ve İlim Yarışı
Kendisini hayatın merkezinde gören gençler, zaman zaman kimlik karmaşası yaşarlar. Bağımsız bir fert olarak varlıklarını ispat etmek için bazen başkaldırırlar. Böyle zamanlarda özellikle yakın çevreleriyle çatışmalar yaşayabilirler. Bu devrede kendisini daha iyi anladığını düşündüğü akranlarıyla dostluk bağlarını kuvvetlendirebilirler.
Peygamber Efendimizin ashâb-ı kirâmı ilmik ilmik işlediği Mekke’deki “Dâru’l-Erkam” ve Medîne’deki “Ashâb-ı Suffe”; gençlerin yaşıtlarıyla ve kendilerinden nisbeten daha büyük olan örnek ve sâlih insanlarla kaynaşıp “cemaat” boyasına boyandığı en güzel meclislerdir. Bugün bizler de, gençlerimize bu mekânlara benzer mekânlarla ulaşabilir; dâvâ şuurunu, sevgi, saygı, ilim, hizmet vb. değerleri bu gibi vesîlelerle daha kolay bir şekilde verebiliriz.
Peygamber Efendimiz gençlere büyük hedefler koymuş, onları birbirleriyle hayırda yarışmaya teşvik etmiş, ilim öğrenmeyi ve öğretmeyi en büyük gayeleri yaparak; câhiliye insanından gökteki yıldızlar misâli ashâb-ı kirâmı çıkarmıştır. Nitekim bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyururlar:
“Yeryüzünde ilim sahiplerinin misali, karanın ve denizin karanlıklarında yol bulmaya vesîle olan yıldızlara benzer. Bu yıldızlar görülmeyecek olursa, yollarını bulmak isteyenlerin yollarını şaşırma ihtimalleri çok yüksektir.” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, III,157)
Gençleri ilme teşvik ederek o geniş sahada gönüllerince at koşturmalarının yolunu açmalıdır. Zira ilim, sadece bilgi öğrenmek değildir. Nitekim Hasan-ı Basrî -rahmetullâhi aleyh- şöyle der:
“Bir adam ilim öğrenmek isterse, onun huşûunda, bakışında, dilinde, elinde, namazında, sözünde ve dîninde bu hareketinin tesiri hemen görülür.” (Kitâbü’z-Zühd ve Rekâik, Abdullah bin Mübârek)
Cenâb-ı Hakk’ın, “…Allâh’ı ve âhireti isteyenler için Allâh’ın Rasûlü’nde güzel bir örnek vardır.”[1] buyruğundan sonra değişik yokuşlarda yorulup susamak yerine; zaman kaybetmeden O’nu öğrenmek, O’nu tanımak ve O’nu sevmek, en ideal ve kestirme yoldur.
Unutmayalım ki samimi sevgi; ölüm yataklarına göz kırpmadan yatabilmek kadar güçlü; kızgın kumlarda tereddüt etmeden tevhidi haykırmak kadar kuvvetlidir.
Rabbimiz, rızâsına giden yolda bizi de böylesine saf, katıksız ve samimi sevgilerle rızıklandırsın. Bizi, uzun veya kısa bütün ömrünü, bilhassa gençliğini; dîni uğrunda cehd ü gayret göstererek ihyâ etmekle şereflendirsin. İslâm’ın müstakbel zafer ve fetih günlerinde, bizi de, neslimizi de istihdâm eylesin. Âmin.
[1] Bkz: el-Ahzâb, 21.
YORUMLAR