Aziz evlâdım;
571 yılının Nisan ayında âlemlere rahmet bir Sevgili teşrif etti dünyaya… Adı gökte Allah Teâlâ ile birlikte anılan; peygamberler dâhil, bütün insanların şefaat ümidi olan Hazret-i Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem-…
Âlemlerin Rabbi, “Habîbim!” diye medhetti O’nu -sallâllâhu aleyhi ve sellem-... Küçük yaşta yetim ve öksüz bırakarak, O’nun eğitimini bizzat kendi üstlendi. Kırk yaşına kadar kemâlâtını tamamladıktan sonra, nübüvvetle taçlandırıp insanlığa “üsve-i hasene: en güzel örnek” kıldı.
Sosyal hayatın içinde yaşayıp insânî ihtiyaçlarını temin eden; ama eğitim ve terbiyesinin âlemlerin Rabbi tarafından yapıldığı bir peygamberdi O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-…
Gençken ticaretle rızkını temin eden, evlenip âile hayatı yaşayan, baba olup sevinen, evlâdını küçük yaşta kabre koyup üzülen, akrabaları tarafından zaman zaman sevilip zaman zaman dışlanan “insan” bir Peygamber…
O öyle bir peygamberdi ki, Âlemlerin Rabbi şöyle tanıtmıştır O Sevgili’yi:
“Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O’na çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.” (et-Tevbe, 128)
Yalnız insanlara değildi O’nun merhameti… Yaratılmış olan bütün canlılara, eşyaya, havaya ve yağmura dahî merhametle bakardı. Hayvanlara fazla yük yüklenilmemesi için ashâbını ikaz eder, yavrularını emziren anne köpeğin rahatsız olmaması için ordunun güzergâhını değiştirirdi. Akıp giden nehirde abdest alanlara suyun israf edilmemesini öğütler; eşyanın hak ve hukukunun olduğunu ve hassas davranılması gerektiğini bildirirdi.
Birlikte yaşamış olduğu nasipli sahâbîler, bunu derinden hissettiği için adım adım O’nu takip ederler; izinden ve sözünden aslâ çıkmazlardı. Konuşmaya başladığında; başlarında kuş varmış da kıpırdasalar uçuverecekmiş gibi can kulağıyla dinlerlerdi O’nun sohbetlerini... Sevgilerinden ve saygılarından dolayı gözlerine doya doya bakamazlar, sözlerine:
“-Anam babam Sana fedâ olsun, yâ Rasûlallah!” diye başlarlardı.
Bu Gönüller Sultânı Sevgili’den hâtıra olarak şimdi bize, bir yaşamış olduğu mübârek beldeler ile Ehl-i Beyt’i, bir de gözlerimizin nûru “hadîs-i şerîfler” ile sünnet-i seniyyeleri kaldı.
Sevgili Yavrum
Gel, seninle bugün Peygamber’in diyarına gidelim ve O Mübârek Efendimizi biz de adım adım takip edip bir lâhza da olsa O’nunla beraber yaşayalım.
İşte bir gün, Medîne sokaklarında gezerken atının terkisine Abdullah bin Abbas -radıyallâhu anhümâ-’yı almış ve şöyle buyurmuştur:
“Ey oğul! Allâh’ı(n emirlerine uyarak O’nun hakkını) koru ki, O da seni korusun. Bolluk zamanında Allâh’ın emirlerini yerine getir ki, darlık ânında sana iyilikte bulunsun. İstediğin zaman Allah’tan iste, yardım dilediğin zaman Allah’tan dile. Eğer bütün insanlar, Allâh’ın senin lehine yazmadığı bir konuda sana faydalı olmak için toplansalar, Allah onlara geçit vermez ise, insanlar buna güç yetiremezler. Yine bütün insanlar, Allâh’ın senin aleyhine yazmadığı bir konuda sana zarar vermek için bir araya gelseler, yine buna güç yetiremezler.
Şunu da iyi bil ki; hoşlanmadığın bir şeye sabretmekte pek çok hayır vardır. Yardım ve başarı sabırla birlikte, düzlüğe çıkış da sıkıntılarla birliktedir. Şüphesiz her zorlukla birlikte bir kolaylık vardır.” (Tirmizî, Kıyâmet, 59)
İşte, İslâm olmanın ve Rabbimizin râzı olduğu kul olabilmenin anahtarları bunlardır yavrum... Hayatın her alanında yaratılış gayemizi ve Yaratıcımızın rızâsını en üst seviyede tutarak yaşayabilmek... Nitekim O -celle celâlühû-, “Ol!” dedi mi “olduran” bir Rab’dir.
Dünya hayatı, bu başarıyı yakalamak üzere kurulmuş bir imtihan salonu; insanın en büyük başarısı ise, bu meydanda Allâh’ın rızâsına erebilme bahtiyarlığıdır. Rabbimizin buyruğuna göre “hayat ve ölüm” dahî bunun için yaratılmıştır. Öyle buyurmuyor mu Rabbimiz:
“Mutlak hükümranlık elinde olan Allah, yüceler yücesidir ve O’nun her şeye gücü yeter. O ki, hanginizin daha güzel davranacağını denemek için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak gâliptir, çok bağışlayıcıdır.” (el-Mülk, 1-2)
* * *
Bir sabah namazı sonrası Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ve ashâbı mesciddeler… İşte yine Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ashâbına sohbet ediyor:
“Allah rızkı nasıl aranızda paylaştırmış ise, ahlâkı da öyle paylaştırmıştır. Allah dünya nimetlerini sevdiklerine de sevmediklerine de verir, ama dîni yaşayışı (dindarlığı) ancak sevdiklerine verir. Allah kime dîni vermiş ise, kesin olarak onu sevmiştir…” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, 3672)
Canım Yavrum,
Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bu hadîs-i şerîfi dünyada misyonun, vizyonun, gayen, yolun ve hayat düstûrun olsun. İlim, ibadet ve hayırda pay sahibi olmak için bütün gücünle çalış, uğraş, çaba göster; emek ver, koş, yorul, terle ve ısrarla iste! Nitekim Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Allâh’ın lûtfundan isteyin. Zira Allah Teâlâ kendisinden istenilmesinden hoşlanır.” buyurmuştur. (Tirmizî, Deavât, 116)
İstemek; isteyen kişinin güçsüzlüğünü, zayıflığını, ihtiyaç ve fakrını açığa vurması demektir. İstemek, aynı zamanda istekte bulunulan makamın üstünlüğünü, zararları gidermeye, isteği yerine getirmeye, fayda sağlamaya muktedir olduğunu te’yid etmek demektir. Bu mercî, yalnız Allah Teâlâ’dır. Nitekim O -azze ve celle- Âlemlerin Rabbi; “el-Hâlık” (her şeyi yaratıp hükmeden) ve “el-Kerîm” (sonsuz ikram sahibi) olandır. Hattâ başka bir hadîs-i şerîfinde Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Allah’tan istemeyen kişiye, Allah öfkelenir.” buyurmaktadır. (Tirmizî, Duâ, 2)
Güzel Kızım,
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in her sabah ve akşam okumuş olduğu günlük duâları başta olmak üzere; mübârek fem-i saâdetlerinden dökülen duâlarını muhakkak belle... Bunlar, senin en mûteber çeyizlerin olsun. Gönül sandığında sürekli canlı tutarak dilini ve kalbini her dâim ihyâ et. Bu duâlar seni dünyadaki tehlikelere karşı koruduğu gibi, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e olan sevgi ve bağlılığının da nişânesi olacaktır. Unutma, seven, sevdiğinin her daim yanında olur, sürekli takip eder, hatırında tutar.
* * *
İşte yine bir gün Gül Nebî, mescidde kendisine ait hırkasına bürünmüş oturuyor. Sahabeden Safvan bin Assan -radıyallâhu anh- yanına giriyor:
“-Ey Allâh’ın Rasûlü! Ben ilim öğrenmek için geldim.” buyuruyor. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hafifçe doğruluyor ve:
“-İlim öğrenmek isteyen kimseye merhaba! İlim öğrenmek isteyeni melekler kanatları ile sararlar. Öyle ki, onun öğrenmek istediği şeye olan sevgilerinden dolayı birbirlerinin üstüne yüklenerek dünya semâsına kadar ulaşırlar.” buyuruyor. (İbn-i Mâce, 226)
Aziz Evlâdım,
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ilim öğrenmeye çok büyük önem vermiş, ilim öğrenenleri medhetmiştir. Hattâ bunlar için mescidin yanında, özel bir oda yapmış ve bizzat kendisi ilgilenmiştir. Ümmî olan sahâbîlerine ilim öğrenmeleri için vazifeliler tayin etmiş; ehl-i beyt ve kadınlar için özellikle imkânlar hazırlamıştır. Mâlumun olduğu üzere Hazret-i Âişe -Allah ondan râzı olsun- yalnızca dînî alanlarda değil, edebiyat, hukuk, tıp ilimlerinde de büyük mesafeler kat etmiş ve bu başarısını ilim eksikliğini hissettiği konularda en yetkili kişilere giderek öğrendiğini bildirmiştir. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Kim ilim elde etmek için bir yola girerse, Allah onu cennete giden yola iletir. Melekler, ilim öğrencisinin râzı olması için kanatlarını indirirler. Göktekiler, yerdekiler, hattâ denizdeki balıklar dahî ilim öğrencisinin bağışlanması için Allâh’a yalvarırlar. Âlim bir kişinin, ilimsiz ibadet eden birine olan üstünlüğü; ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Âlimler peygamberlerin vârisleridirler. Peygamberler mîras olarak ne dinar, ne de dirhem bırakırlar; onlar miras olarak sadece ilim bırakmışlardır. Kim ilimden nasibini alırsa, çok büyük hayırlara kavuşmuş olur.” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, İlim, 1/3641; Tirmizî, İlim, 19/2682)
Başka bir hadîs-i şerîfinde:
“Bir kimsenin hikmetli bir söz işitip de onu öğrenmesi, bir sene (nâfile) ibadet etmesinden daha hayırlıdır. İlim meclisinde ilim öğrenmek için bir saat oturması da, bir köleyi hürriyetine kavuşturmaktan daha hayırlıdır.” buyurmuştur. (Kenzu’l-Ummâl, 28923)
Ebû Hüreyre -Allah ondan râzı olsun- bir gün Medîne’nin çarşılarından birinin yanından geçerken çarşının kenarında durur ve:
“-Ey çarşı ahâlisi! Siz ne kadar da zayıf kimselersiniz!” der. İnsanlar:
“-Bu da ne demek oluyor, ey Ebû Hüreyre?” diye sormaları üzerine, Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- şöyle buyurur:
“-Şurada Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in mîrası dağıtılıyor, siz ise buradasınız. Gidip de payınızı alsanız ya!”
İnsanlar:
“-Miras nerede?” diye sorarlar. Ebû Hüreyre:
“-Mescitte…” diye cevap verince, çarşıda bulunanlar hızla çıkıp giderler. Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- onlar geri dönünceye kadar yerinde bekler ve döndüklerinde:
“-Ne yaptınız?” diye sorar. Onlar:
“-Ey Ebû Hüreyre, mescide girdik, ama orada paylaştırılan herhangi bir şey göremedik.” diye cevap verirler.
Ebû Hüreyre, onların dikkatini toplamak için:
“-Mescitte kimseyi göremediniz mi?” diye sorması üzerine, onlar:
“-Evet, kimileri namaz kılan, kimileri Kur’ân okuyan, kimileri de helâl ve haram üzerinde müzâkerede bulunan birtakım insanlar gördük.” diye cevap verirler. Bunun üzerine Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-:
“-Yazık size! İşte Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in mîrâsı budur!” diye karşılık verir. (Taberânî, Mucemu’l-Kebîr, 19/164)
Canım Yavrum;
Senin de Yüce Peygamberimizin zengin mîrasından bol miktarda nasipdâr olmanı istiyorum. Sıkı sarıl, iyi belle…
Rabbim sa’yini meşkûr, amelini makbûl eylesin. Âmin.
YORUMLAR