Frankeştayn yiyecekler veya GYDO ya da GDO ile karşımıza çıkan bu tabirlerin hepsi aynı anlama geliyor. Genetik yapısı değiştirilmiş organizmalar, bir çoğumuzun sandığı aşılama ya da melez ırk oluşturmaktan farklı, apayrı bir teknik. Bu, binlerce yıl içinde kendi tabiî seyrinde gelişmiş bir organizmanın doğasına, genetik yapısına müdâheleden ibâret bir teknoloji. Ana gayelerinden biri, insanlığın açlık problemine çözüm bulabilmek olarak gösteriliyor.
Başka amaçlar arasında, hammaddeden işlenmiş maddeye kadar olan zincirde, çevreye en az zararlı, besin değeri yüksek, raf ömrü artırılmış, minarellerce zenginleştirilmiş, haşerelere karşı daha dayanıklı, kısa zamanda meyve veren ürünler elde etmek olarak ifade ediliyor. Acaba her şey söylendiği gibi mi?
Dünyada 800 milyonun üzerinde insan aç. Acaba dünya insanları doyurmakta yetersiz mi kalıyor, yoksa mevcut gıdalar âdil bir şekilde paylaştırılamadığından mı, dünyanın neredeyse sekizde biri aç!...
Nedir GYDO?
Biyo-teknolojik metotlarla kendi türü dışındaki bir türden gen aktarılarak belirli özellikleri değiştirilen bitki, hayvan ya da mikro-organizmalara “transgenetik” veya “genetik yapısı değiştirilmiş organizma” denilmekte ve bu ürünler GDYO ya da kısaca “genetiği değiştirilmiş organizma” anlamına gelen GDO diye adlandırılmaktadır. Daha açık bir ifade ile GDO, herhangi bir organizmanın DNA’larındaki irsî kodların alınıp başka bir organizmanın DNA’sına nakledilmesidir. DNA canlılarda biyo-kimyasal, anotomik, psikolojik bilgileri toplayan bir depo. Burada amaçlanan iki DNA’nın istenen özelliklerini birleştirerek yeni bir DNA yapısı ortaya çıkarmak. Bu şekilde örneğin domuza ait bir gen domatese, bakteri ya da virüse ait gen de bir bitkiye aktarılabiliyor.
Hiç şaşılmasın GDO’lu ürünler üzerinde ilk çalışmalar ABD kökenli. Genleri ile oynanan ilk ürün 1983’te ABD’de antibiyotiğe dirençli bir cins tütün olarak karşımıza çıkar. 1994’te bunu domates takip eder. Olgunlaştırılması geciktirilmiş bu domatesler, “geç çürüyen domates” adıyla pazar bulur. 1996’da da ticarî anlamda ilk GDO’lu ürün ekimi başlar.
Bugün bütün dünyada Türkiye yüzölçümüne yakın bir alanda transgenetik ekim yapılmaktadır. Her yıl artan bu üretimin % 68’i ABD, % 23’ü Arjantin, % 7’si Kanada ve % 1’i Çin’de yapılıyor. İspanya ve Brezilya bu ülkeleri takip edenler arasında..
Dünyada GDO olarak üretilen bitkilerin % 99’unu soya fasulyesi, mısır, kolza ve pamuk oluşturmaktadır. Bunların yanında kanola, patates, domates, pirinç, buğday, balkabağı, ayçiçeği, yerfıstığı ve bazı balık türleri de bulunmaktadır. Muz, ahududu, çilek, kiraz, ananas, biber, kavun, karpuzda çalışmalar hâlen devam etmektedir.
GDO’LU BİTKİLERİN TÜRKİYE’YE ETKİLERİ
GDO’lu bitkiler Türkiye’ye 1998’den itibaren hiçbir denetime tâbî tutulmadan kolayca girebilmektedir. Mesela 2003’te Türkiye 1.81 milyon ton mısır, 800 bin ton soya ithal etmiştir. Mısır’ın % 81’i, soyanın % 88’i ABD ve Arjantin’den gelmiştir. Hemen hemen hepsi GDO’ludur. Gerek Türkiye’de işlenen, gerekse yurt dışından ithal edilen işlenmiş ürünlerden önemli bir kısmı, GDO içeriğine sahiptir. Ucuz sucuk, salam ve kaşar peynirindeki soya proteini, cipsteki patates ve mısır nişastası, margarindeki pamuk yağı, tatlılar ve meşrubatlardaki mısır şurubu ve salçadaki domates olarak GDO’lar soframızın her yerinde.
Mısırdan üretilen yan ürünlerin sayısı 700!.. Soyadan üretilenlerin ise 900 kadar çeşidi var. Bunların sadece kendileri değil, yağ, un, nişasta, glikoz şurubu, kakkaroz, fruktoz içeren gıdalar, bisküvi, kraker, kaplamalı çerezler, pudingler, bitkisel yağlar, bebek mamaları, şekerlemeler, çikolatalar, gofretler, hazır çorbalar, mısır ve soyayı yem olarak tüketen tavuk vb. hayvansal gıdalar ile pamuk, GDO’lu olma riski taşıyanların başında geliyor.
En dikkat çekici olanı Türkiye’de 20’ye yakın ilin pazarlarından alınan domates ve patateslerin GDO’lu olduğunun tesbit edilmesi... GDO’lu ürünler için, hiç şüphesiz bir ülkenin sessiz sedâsız işgalinde kullanılan modern yöntemlerden biri demek yanlış olmaz.
Aslında Türkiye neden GDO’lu tohum kullansın, neden bunları ithal etsin ki?
Mısır, soya, pamuk, kolza, domates, patates Türkiye’nin hemen her yerinde üretilebiliyor. Maalesef yanlış politikalar sonucu dışa bağımlı hâle gelmişiz. İstense bu problem rahatça çözülebilir.
Öte yandan Türkiye’nin gümrüklerinde GDO’lu ürün ayrımı yapabilecek laboratuar alt yapısı yok. Aslında bunun yapılması çok zor da değil. Asıl zorluğu getirenler GDO’lu ürün ithâlâtından rant sağlayan çevreler. Üstelik Türkiye’nin AB’ye verilen taahhüt sebebiyle 2 yıl içinde bu ürünleri tespit edecek laboratuar kurması gerekiyor. Ancak ABD hatırına ve ilişkilerin sıcak tutulması adına bu tedbir geciktiriliyor.
GDO’NUN GETİRDİĞİ OLUMSUZLUKLAR
- Biyolojik çeşitliliğin azalması ve ekolojik dengenin bozulması:
Yerel ürünler hızla kayboluyor ve yerini GDO’lu homojen türlere bırakıyor. GDO’lar bir bölgede ekildiğinde civarındaki normal türü, rüzgarın tohumları taşımasıyla hızla kendisine benzetiyor, o bölgedeki hükmünü gerçekleştiriyor. Nitekim Danimarka’da 1996’da kanola üzerinde yapılan bir çalışma tarım ürünlerine aktarılan genlerin tabiattaki yabânî bitkilere kolaylıkla yayılabileceğini göstermiştir. GDO’lu patateslerle yapılan ekim çalışmalarında, GDO’lu patateslerin 1.1 km. uzağına ekilen doğal patateslerin tohumlarının % 35-72’sinde transgen varlığı tespit edilmiştir.
Öte yandan ürüne gen aktarımı yapılırken, üretime zarar veren böcekleri yok etmek için verilen toksin karekterli genlerle, yeni bir zarar daha meydana gelmektedir. O da bu böcekleri yiyerek beslenen yararlı böcek türlerinin yok olması. Ayrıca bir de yabancı ot ilaçlarına dayanıklılık geni aktarılan bitkiler var. Bu bitkilerden bulaşan genlerle yabancı otlar, önüne geçilemeyecek derecede çoğalabiliyorlar.
- Sağlık açısından risk ve tehditleri:
- Alerjik reaksiyonlar: Soya başta olmak üzere fındık, fıstık, buğday, inek sütü, yumurta, balık, kabuklu deniz ürünleri alerjik reaksiyonlarda en sık sorumlu besin maddeleridir.
ABD’de her dört kişiden birinin bazı besinlere alerjik tepki verdiği görülmüş. İngiltere de geçen yıllar içinde %50 oranında artan soya alerjisi vakalarına, ithal edilen GDO’lu soyanın sebep olduğu düşünülüyor.
Mart 1996’da ABD’deki Nebraska Üniversitesi’nden araştırmacılar, Brezilya fındığında bulunan bir alerjinin soyaya aktarılmış olduğunu doğruladılar.
Pioneer Hi-Bred International tohum firması, hayvan yemi olarak kullanılan soyanın protein içeriğini arttırmak için Brezilya fındığında bir tohum proteinini kodlayan geni soya bitkisine aktarmışlardı. In vitro ve deri testlerinde GDO’lu soya türünün Brezilya fındığına alerjisi olan kişilerde bulunan lg E ile reaksiyon verdiği belirtilmiştir.
Alerjik reaksiyonların sık olmasa bile anafilaktik şoka bağlı ölüm riski taşıdığı ve besin alerjisinden en çok etkilenen grubun çocuklar olduğu göz önüne alınırsa durumun ne denli ciddî olduğu anlaşılabilir.
- Toksik etkiler: Dr. Arpad Pustza, İskoçya’da Rowett Araştırma Enstitüsü’nde çalışırken yaptığı bir çalışmada sıçanlara GDO’lu patates yedirmiş, hayvanlarda beyin ve diğer organların gelişiminin yetersiz olduğunu, bağışıklık sisteminin çöktüğünü gözlemlemiştir. Ayrıca kardelenden elde edilen lektin geni, ürünün laboratuar şartlarında insan akyuvarlarına bağlandığı görülmüştür.
- Antibiyotik direnç genlerinin yol açtığı problemler:
GDO’lu ürün tüketen canlının sindirim sisteminde bulunan bakterilerin GDO’nun yapısında bulunan antibiyotik direnç genini alması mümkündür. Bilhassa çiğ olarak tüketilen GDO’lu meyve ve sebzelerdeki genlerin mide ve bağırsaklar tarafından tutulabilmesi söz konusudur. Yani grip olduğumuzda öyle, herhangi bir antibiyotik artık tesir etmeyecek demektir.
- GDO’lu ürünlerin ülkelerin sosyo-ekonomik yapılarına getirdiği olumsuzluklar:
Bir nevi GDO teknolojisi hayatı patent altına alma esasına dayanıyor. GDO’lu ürünü laboratuarında geliştiren firma, bu ürünü eken çiftçiden patent hakkı istiyor. Üstelik bu ürünlerden ertesi yıla tohumluk ayırmak da mümkün değil. Çünkü tohumlar kendini yeniden üretemiyor. Sonuçta bu ürünlerin yapısal özellikleri, bu şirkete bağımlı hâle getiriliyor. Bu şirketler, dünyada 8-10 firma adı altında toplanmış durumda. Ana hedefleri ise dünyadaki tahıl ürünlerini uzun vadede tek tipleştirmek ve tohum alanında çiftçileri kendilerine bağlayarak onları işçileştirmek.
SONUÇ
Gen teknolojisinin kapitalist güçlerin elinde daha çok üretmek, satmak ve kar etmekten başka bir gâyesi olmadan gelişmesine devam etmesi, bilimin kötü niyetli insanların eline geçme riskini her gün daha fazla bir şekilde hissettiriyor. Rant elde etmek gâyesiyle bilimin yönü değiştiriliyor. Sonucunu sadece Allah’ın bilebileceği derecede tehlikeli bir bilimle böyle kötü niyetli insanların uğraşması, geleceğimizi nereye sürüklüyor, düşünmek lâzım.
Bundan sonra bize, bir yiyeceğe besmele ile başlarken bir taraftan onun Yaratan’ını düşünmek, bir taraftan da GDO’lu ise “Zararından sana sığınırım Allah’ım!” diye duâ etmek kalıyor.
YORUMLAR