Gaflet, nefsin hevâ ve heveslerine uyarak Allâh’ı unutmak, dünya ve âhiret adına gerekli olan önemli şeylerin değerini kavrayamamak, yanılıp ihmâle düşmek mânâlarında kullanılmaktadır. Aynı zamanda Cenâb-ı Hak’tan habersizlik ve kendini tanımama mânâlarına da gelir.
İnsanın niçin yaşadığını, nereden gelip nereye gittiğini düşünmemesinden, bu bilgiye götürecek bilgi yollarına başvurmamasından daha büyük yanlışlık olamaz. Düşünen, konuşan, yiyip içen insan, “var”dır. Bu varlık, kimden gelmiştir? Niçin “var” olmuştur? Niçin yaşamaktadır? Var olmadan önce nasıl bir dünyadaydı? Neden ölmekte ve nereye gitmektedir?
İşte bütün bu sorular, insanı kendine getirecek, yaratılış hikmetini ve insan bilmecesini çözecek hayatî cevaplar taşımaktadır. Lâkin insan bu soruları, hayatı boyunca bir kere bile kendisine sormazsa yahut soruları sorduğu hâlde gerçeğin peşine düşmeden, kendini kandıracak yanlış cevaplar üzerine bir hayat kurarsa, telafisi mümkün olmayan vahim bir âkıbete sürüklenmiş demektir. Biz buna tek kelimeyle “gaflet” diyoruz.
Gâfil kimse kendisini bilmediği gibi, kendisini yaratıp rızıklandıran hakiki mâbudunu da tanımaz. Gâfil kimse, bu dünyanın ne olduğunu anlamadığı için, orada ne yapması gerektiğini de bilmez. Bu dünyadaki fırsatları kaçırdığı gibi, bu dünyanın meyvelerinin toplanacağı “ölüm sonrası hayat”ta da eli boş kalmaya mahkûmdur.
Rabbimiz, insanları “mükerrem” ve “değerli” kılmıştır. Onu “imtihan etmek üzere” bu dünyaya göndermiştir. Kendisini tanıtan kitap ve peygamberlerinin yanında, imtihanın sebebi olan nefis ve şeytanı da var etmiştir. İnsanı, Allâh’ın yolundan çeldirecek düşmanlarına karşı, vahiyle, akıl ve iradeyle desteklemiş ve içinde-dışında kendisine dâvet eden sayısız âyetiyle varlığını hatırlatmıştır. Ancak insan, bütün bu hakikat ve davetlere gözünü “gafletle” kapatırsa, kulağına “gaflet perdesi” çekerse; hiçbir şey duyamaz, hiçbir şey göremez. Göz ve kulağındaki bu gaflet hâli, kalbine de akseder. Kalbin kör ve sağır kesilmesi ise, onun hayat damarlarının kuruması ve taşlaşması neticesini doğurur. Kalbi taş kesilen insan ise, artık canlılık emârelerini kaybetmiş bir kadavra hâlindedir.
Gafletin zıddı ise; zikirdir, imandır, hidayettir, takvâdır. Kul ne kadar îman ve hidayet üzere ise, o kadar gafletten uzak; ne kadar gaflete dalmışsa o kadar Rabbinden bîhaberdir.
Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
“Kim Rahmân (olan Allah’ı) zikretmekten gâfil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz. Şüphesiz bu şeytanlar, onları doğru yoldan alıkoyarlar da onlar, kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.” (ez-Zuhruf, 36-37)
En büyük gaflet, küfür, şirk ve nifaktır. Allâh’ın varlığını inkâr etmek, O’nu yok saymak ve O’na yakışmayan sıfatlarla O’nu bilmeye, tanımaya çalışmaktır. Ancak mü’minler için de gaflet sözkonusudur.
Şeytan, Allâh’ı bilen, tanıyan, seven insanları da kandırmak için yollar arar. Bu yollardan birisi de, insanı, günaha ve isyana karşı pervasız kılmaktır. Bunun için de, kişiyi, Allâh’ın rahmet ve mağfiretinin sonsuzluğuna güvendirir.
“-Nasıl olsa günahlarımın hepsi affedilir. Rabbimin rahmet ve mağfireti sonsuzdur!” diyerek onu Rabbine isyana sevk eder. Cenâb-ı Hak, kullarını bu hususta şöyle ikaz etmektedir:
“Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının! Ne babanın evlâdı, ne de evlâdın babası nâmına bir şey ödeyemeyeceği günden çekinin! Bilin ki, Allâh’ın vaadi gerçektir. Sakın ola ki dünya hayatı sizi aldatmasın ve şeytan, Allâh’ın affına güvendirerek sizi kandırmasın!” (Lokman, 33)
Sûfilere göre, gafletin kökü ve kaynağı cehalettir. Gaflet, cehâletten doğduğu gibi; ilim, irfan, ve mârifet de gafletten kurtuluşa vesîle olur. Bâyezîd-i Bistâmî -kuddise sirrûh- şöyle demiştir:
“İnsana zararı en şiddetli olan şeyin ne olduğunu bilmek istedim. Bunun gaflet olduğunu anladım. Gafletin insana yaptığı zararı, cehennem ateşi yapmaz. Yâ Rabbî, bizleri gaflet uykusundan uyandır! Lütuf ve kereminle bu duayı kabûl eyle!”
Gaflet, insanın Allâh’a sığınması gereken dehşetli bir hastalıktır. Rabbimiz, bu hastalıktan korunmak için de kendisini sık sık anmamızı (zikretmemizi) emretmektedir: Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Rabbini, içinden, yalvararak ve O’ndan korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah ve akşam an. Gâfillerden olma!” (A’râf, 205)
Bu âyet-i kerimenin izahı sadedinde, şöyle denilmiştir:
“İnsan ile nisyan arasındaki ilişki mâlumdur. «Hâfıza-i beşer nisyân ile mâlüldür» demişlerdir. İnsanoğlu nisyâna ve isyâna; gaflet ve fetrete yatkın bir varlıktır. Ancak gaflet ile nisyân arasında fark vardır:
Gaflet, kulun irâdî olarak ilgisizlik sebebiyle unutmasıdır. Nisyân ise gayr-ı irâdî olarak unutmasıdır. Bu yüzden Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerim’de: «Sakın gâfillerden olma!» buyurduğu halde “Unutanlardan olma!” buyurmamıştır. Çünkü unutmak, sorumluluğu kaldıran bir keyfiyettir.
Nitekim Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: «Ümmetimden hatâ, unutma ve zorla yaptırılan şeyin cezâsı kaldırılmıştır.» (Mevsûa etrafi’l-Hadis, V, 146)”[1]
* * *
Devamlı bir kalp uyanıklığı içinde bulunup “Gözlerim uyusa da kalbim uyumaz” buyuran Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de gaflet hâli ile ilgili olarak bizleri şöyle uyarmaktadır:
“Allâh’a, kabûl edileceğine yakînen inanarak duâ ediniz! Zîra Allah Teâlâ, gâfil bir kalble yapılan duâyı kabûl etmez.” (Tirmizî, Deavât, 65)
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi, kişinin gaflet hâlini ve bundan kurtuluş reçetesini ne güzel anlatır:
“Gaflet, iki gözünün önüne iki parmağını koyarak kişinin kendi kendisini âmâ kılması gibidir. Gaflet, hakîkatlere karşı kalbe bir perde çekilmesidir. Mayın tarlasında pervâsızca koşmak, uçurumların kenarında dikkatsizce dolaşmaktır.”
“Gafletten kurtuluş için kalbi tasfiye, nefsi tezkiye edip gönlü mâsivâdan boşaltmak ve kâinattaki kudret, hikmet ve zerâfet tezâhürlerini değişik manzaralar hâlinde gönlünde seyredebilmek, zarûrîdir. Aksi halde insan, gafletten bir türlü kurtulamaz ve elindeki bir testi suyu bir ummân zannederek birçok hakîkat ve nasîblere karşı gözleri perdeli olur da gönlü, iki dünyâda da mahrûmiyyet içinde kalır. Bize düşen, beşerî tâkatler muhtevâsı içinde Yaratan’dan gâfil, yaratılış sebebinden de habersiz olmamak, kalbî bir hayatla Kur’ân-ı Kerîm ve sünnet-i seniyyeye muhabbet ve râbıta, derin bir tefekkür ve bir vicdan muhâsebesidir.
Gaflet girdabından kurtulmak için en önemli vâiz ise ölümdür. Ölenler hâl dili ile sessiz sedasız fakat yüksek bir tonda geride kalanlara fırsat elde iken gafletten kurtulun, gözlerinizi uykudan açın ve uyanık bir kalp ile Hak yolundan gidin diye seslenmektedir.”
Abdülkadir Geylânî -kuddise sirruh- ne güzel söylemiş:
“Ey gaflet uykusunda uyuyanlar! İyi biliniz ki, sizi Yaratan uyumuyor.”
Yazımızı nihayete erdirirken biz de üstâd Necip Fazıl Kısakürek gibi cân-ı gönülden Hakk’a ilticâ edelim ve şöyle niyazda bulunalım:
Göz kaptırdığım renkten, kulak verdiğim sesten,
Affet, Senden habersiz aldığım her nefesten...
[1] Bkz: Hasan Kâmil Yılmaz, Gaflet ya da Aymazlık, Altınoluk, s: 206, sh: 6.
YORUMLAR