Rasûlullah Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, bütün hayatı boyunca Rabbine dâimâ hamd, senâ ve şükür hâlinde olduğunu ifâde eden pek çok sahih hadîs-i şerîf bizlere kadar intikal etmiştir. Bunlardan biri, Peygamber Efendimiz’in muhtereme zevcesi, sevgili annemiz Âişe -radıyallahu anhâ-’nın diliyle şöyledir:
Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, geceleyin kalkıp ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. Bunun üzerine ona:
“-Yâ Rasûlâllah! Senin geçmiş ve gelecek bütün hataların bağışlandığı hâlde niye kendini bu kadar yoruyorsun?” dedim. Bunun üzerine Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“-Allâh’a şükreden bir kul olmayayım mı?!” buyurdu. (Buhârî, Tefsîrû sûre (48), 2; Müslim, Münâfikîn 81)
* * *
Bu hadîs-i şerifin, ümmet olarak bize verdiği birçok mesaj var:
Gece namaz için kalkmak, ayakları şişinceye kadar ibadete âşık olmak…
Bu ibadeti, bütün gözlerden uzak, Rabbi ile buluşma sevinci içinde, vuslat yaşayarak yapabilmek.
Üzerindeki nîmetleri idrâk etmek, bunlar için gece-gündüz şükür ve minnet hâlinde bulunmak…
Şükür, nîmetleri fark etme, kulluğunu idrâk etme mânâsıyla aslında gafletin zıddıdır. Bir kula en çok yakışan hâl, acziyet ve mahviyetini hissetmesi, Rabbinin karşısında boynunu bükerek şükür, hamd ve minnet makamında beklemesidir.
Bu duygu atmosferi, kul olma şuurunu sürekli muhafaza etmektir. Var olma maksadını, hayatta yapılacak vazifelerin önceliğini ve sonralığını, fânî âlemden bekâ âlemine giden yolda Hakk’ı zikreden nefeslerle dolu bir yürüyüş içinde bulunmak gerektiğinin farkında olmaktır.
İnsan, çoğu zaman haddini aşarak, kendini unutarak ve unuttuğunun da farkında olamayarak bir zaafiyet içerisine düşebiliyor. Bu zaafiyet, insanın Rabbini unutması dolayısıyla kendini unutmasından ileri geliyor. Hattâ insanı kıymet bilmezlik girdaplarına sürükleyen zehirli bir duygu hâlini alıyor. İşte bu duygu, gaflet duygusudur.
Gaflet duygusu, zifiri karanlık gibi temiz duyguların üzerine çökünce, gözleri kör ediyor. Kalbin rikkatini ve ayarını bozup gönlü bulanıklaştırıyor.
Şükür ve hamd; bir ibadet ve itaat duygusudur. Şükür edebilme şuuru, belli bir teslîmiyet kıvamı gerektirir. Tam tersi olan gaflet ise, sonsuz bir deryada yüzen balığın, içinde bulunduğu suya nankörlük etmesi, hattâ bu suyun varlığından dahî haberdar olmaması gibidir.
Hayat rehberimiz Kur’ân-ı Kerîm’de şükürle ilgili âyet-i kerîmelerin genelinde Rabbimizin nimetleri karşısında şükreden ve bu şükür neticesinde affolunan kullar anlatılmakta, şükürden uzak olmanın, yani nankörlüğün, gaflet, isyan ve küfrün temel sebebi olduğu vurgulanmaktadır.
Rahman Sûresi’nin hemen hemen bütün âyet-i kerîmelerinde, Rabbimiz üzerimizdeki nîmetleri hatırlatır ve pek çok âyetin devamında da “Öyleyse Rabbinizin hangi nîmetini yalanlıyorsunuz?” diye îkazda bulunur.
Bundan da anlaşılıyor ki, şükür, mü’minin hayatının canı ve rûhu gibi olmalıdır.
Çünkü şükürsüzlük, bir inkâr alâmetidir. Kendisine verilen ilâhî nîmetleri, maddî-mânevî bütün güzellikleri görememek, başlı başına en büyük gaflettir.
Gaflet, mü’min için mânevî bir hastalıktır. Yaratılan varlıklarda Yaratıcı’nın kudret ve azamet tecellîlerini görememek, maddî duvarlara takılmak ve nefsin varlık plânındaki hesaplarına aldanmaktır. Gaflet yüzünden gönüller çoraklaşır, gözler kurur, kalpler katılaşır. Gaflet sebebiyle, göz bebekleri sadece maddeye, o maddenin de insanın menfaatine hitap eden kısmına takılır.
Gözünü gaflet bürüyen bir insanın duygu ve düşünceleri, sadece beşerî ihtiyaçlarına odaklanır. Gaflet; hayvanî duyguların insanî ve melekî duygulara gâlip gelmesidir. Her hadiseyi maddî menfaat ve nefsanî duygularla algılamaktır. Genç Abdal’ın şu ifadeleri, gaflet ehlinin hâlini yansıtmaktadır:
Gaflet uykusunda yatar uyanmaz
Can gözü kapalı gâfilân çoktur
Hak sözü dinlemez, aslâ inanmaz
Kalbi çürük fesad câhilân çoktur
Gerçek mânâda, firâset ve ibret nazarına sahip olabilmek için, uyanık bir kalp, yani gafletten uzak bir gönül gereklidir. Buna ulaşmak için de gönlü uyanık ve diri olan sâlih ve sâdık kimselerle hemhâl olmak, helâl-haram hassasiyetine sahip bulunmak gereklidir.
Peygamber Efendimizin hayatı başından sonuna kadar, bir kanaat ve hamd âbidesi gibi istikametle inşâ edilmiş bir hayattır. O’nun güzel hayatında şikâyet yoktur şükür vardır. İhtirasın zerresi yoktur, kanaat vardır. Telâş yoktur; sabır, tahammül ve tevekkül vardır. “Ben” yoktur, “biz” vardır. Ümmetine düşkünlük, ümmetinin felâhı ve ebedî kurtuluşu için gözyaşı ve yalvarış vardır.
İnsan için en büyük makam ve rütbe, öncelikle insan olarak yaratılması; ardından îman ve hidâyete ulaşmış bulunmasıdır. Çünkü Rabbimiz, insanı “en şerefli varlık” olarak yaratmıştır. O hâlde insanın bu şerefe gölge düşürmemesi gerekir. Önce kendisine bu şerefi bahşeden Rabbine şükür hâlinde olmalı, ardından kendisi gibi bu şerefe lâyık görülmüş kimselere de, hürmet ve izzetle bakmalıdır. Yaratılanı sevmeyen Yaratan’ı nasıl sevebilir ki!
Kendi kıymet ve şerefini bilen bir mü’min, dünya ve âhirette bu şerefi düşürecek her türlü leke, günah ve hatadan kendini korumaya çalışır. Zaman zaman sürçtüğünde de mutlak kudret sahibi olan Allah Teâlâ’ya sığınır. Haddini bilir. Sınırlarını bilir. Acziyetini bilir. Kul olduğunu bilir. Bu kulluk şuuruyla, şükür ve sabır niyazlarıyla iki elini Rabbine açar, ister de ister…
YORUMLAR