Fil Suresi

 Meâli:

1-Rabbinin fil sahiplerine nasıl yaptığını görmedin mi?

2-Onların düzenlerini, tuzaklarını boşa çıkarmadı mı?

3-Üzerlerine sürü sürü kuşlar gönderdi.

4-Onlara ateşte pişirilmiş çamurdan taşlar atıyorlardı.

5-Sonunda onları yenmiş ekin yaprağı gibi yapıverdi.

 

Sûre Hakkında Kısa Bilgiler

Mushaf’taki sıralamada yüz beşinci, iniş sırasına göre on dokuzuncu sûredir. Kâfirûn sûresinden sonra, Felâk sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Mekkî olduğunda ittifak vardır. Beş âyettir. Sûre, âdını, ilk âyet-i kerimede geçen “fil sahipleri”nden almıştır.

 

Önceki Sûreyle İrtibâtı

Mushaf sıralamasıyla bir önceki sûre, Hümeze Sûresi’dir. O sûrede, mal toplayıp bununla gururlanan, gıybet ve alayı bir hayat tarzı hâline getirmiş kimselerin durumu ve onların sahip oldukları malların Allah katında hiçbir değeri olmadığı ifade edilmişti.

Bu sûrede de, Mekke’de yaşayan, mal, evlât ve imkânlarıyla mağrur müşriklerden daha azgın, daha güçlü ve “fillerle” takviye edilmiş ordulara sahip kimselerin fecî âkıbeti anlatılmaktadır. Allah Teâlâ, bu gürûhu yok etmek için, büyük ordular göndermemiş; cüsse itibariyle küçücük kuşların attığı minik taşlarla onları yerle bir etmiştir. Onların mal, sayı ve kuvvetleri hiçbir işe yaramamıştır.

 

“Ashâb-ı Fîl” Hâdisesi

Ebrehe, Arapça’da “İbrahim” kelimesinin Habeşçe söyleniş şeklidir. Ebrehe, bir yunan tâcirinin kölesiyken zekâsıyla Yemen’e hâkim olmuş, Habeşistan ordusunda önemli bir mevkie yükselmiştir. Daha sonra Habeşistan krallığına bağlılığını suretâ devam ettirse de, Yemen’de müstakil bir kral hâline gelmiştir.

Bu Ebrehe, insanların ibadet ve saygı olarak Kâbe’ye akın akın gitmesinden rahatsız olmuş ve onları kendi ülkesine çekmek için Yemen’in San’a şehrinde bir kilise inşa ettirmişti. Asıl gâyesi ise, ülkesini Arabistan’ın dînî ve ticârî bir merkezi hâline getirmekti.

Fakat bir türlü Araplar, kiliseye istediği rağbeti göstermediler. Üstelik bazı kimselerin mescidi pislemesi ve yakmaya kalkışması, Ebrehe’yi çileden çıkarmış ve ona beklediği kozu vermişti. O, bu işi kökünden halletmek için güçlü bir ordu ile Mekke’ye yürümeye karar verdi. Orada herkesin saygı gösterdiği Kâbe’yi yerle bir edecek, böylece kilisesini alternatifsiz hâle getirecekti.

Ebrehe’nin bu kararı çoktan verdiğini göz önünde bulunduran bazı tarihçiler, sırf bu savaş hazırlığının bir gerekçesi olsun diye kiliseyi kirletme işini bile kendisinin organize ettiğini düşünmüşlerdir.

Ebrehe; Kâbe’yi yıkmak, Kureyş’i ezmek ve böylece Araplara gözdağı vermek için, milâdî 570 veya 571 tarihinde, 60.000 askere ilâveten, o günün tankları mesâbesinde olan 9 yahut 13 fille Mekke’ye doğru hareket etmişti. Yolda kendisine mukavemet eden kabile ve şehirleri yok ede ede ilerledi.

Ebrehe, Habeşliler arasından Esved bin Maksut adında bir komutanı, öncü kuvvet olarak Mekke’ye gönderdi. Esved, Mekke civarına kadar geldi ve burada içinde Peygamber Efendimizin dedesi Abdülmuttalib’in develerinin de olduğu Mekkelilerin hayvanlarını gasb ederek Ebrehe’nin yanına döndü.

Ebrehe, Mekkelilere, karşısına çıkmazlarsa kimsenin mal ve canına dokunmayacağı garantisini verdi ve Mekke’nin reisi ile görüşmek istediğini bildirdi. Abdülmuttalib, yanına çocuklarından birkaçını aldı ve Ebrehe ile görüşmek üzere şehir dışına çıktı.

Abdülmuttalib, Ebrehe’nin kendisine iltifatlarla muâmele edip bir şey isteyip istemediğini sorması üzerine, Mekke etrafında gasbedilmiş bulunan develerinin geri verilmesini talep etti. Ebrehe şaşırdı:

“-Ben, Mekke’ye Kâbe’yi yıkmak üzere geliyorum. Sen benden sadece kendi develerini istiyorsun!..” dedi.

Bunun üzerine Abdülmuttalib şu tarihî cevabı verdi:

“-Ben develerimin sahibiyim. Kâbe’nin sahibi ise Allah’tır. Onu, O koruyacaktır.”

Ebrehe:

“-Hayır, onu bize karşı koruyamayacaktır!..” diyerek Abdülmuttalib’e istediklerini verdi.

Abdülmuttalib, Mekke’ye döndüğünde halkına, bu saldırıdan zarar görmemeleri için civardaki dağlara, tepelere tırmanmalarını emretti. Abdülmuttalib ve Kureyş’in ileri gelenleri, Kâbe’nin tokmağına yapışarak Allâh’a duâ ettiler. O zamanlarda bile Kâbe’de 360 civarında put vardı. Bu zor ve sıkıntı ânında hepsini bırakarak, tek olan Allâh’a niyaz etmeye başlamışlardı. Tam duâları bittiği anda, deniz tarafından büyük bir kuş sürüsünün geldiğini gördüler.

O sırada Ebrehe, hazırlıklarını tamamlamış ve fillerin en büyüğü olan Mamud’u öne çıkartarak Mekke’ye doğru harekâta başlamıştı. Fakat Mamud, bir anda yere çakılmışçasına durdu. Bir türlü ilerlemedi. Geriye döndürdüklerinde, Yemen’e doğru gidiyor, sağ ve sol tarafa yönelttiklerinde oralara doğru da hareket ediyor; fakat ne yaparlarsa yapsınlar bir türlü Mekke’ye doğru ilerlemiyordu. Hattâ bu esnada sopalarla, baltalarla vurmuşlar, kanını akıtmışlar; iplerle, halatlarla çekmeye çalışmışlar, fakat Mekke’ye doğru bir adım bile attıramamışlardı.

Onlar fillerin reisiyle böyle uğraşıp dururlarken gökyüzü, kuş sürüleri ile kaplandı ve karardı. Kuşların her birinin gagasında bir, ayaklarında iki taş vardı. Bu taşlar, nohuttan küçük, mercimekten büyüktü. Her biri, ordunun üstüne gelince bu taşları atmaya başladı. Taşlar, başlarından girip toprağa kadar her şeyi delip geçiyordu. Toprağa girdikten sonra da kaybolup gidiyordu. Zırh, insan ve fil; her şey delik deşik olmuştu. Her taşın üzerinde kime âit olduğu yazıyordu. Taşların temas ettiği yerler önce çürüyor, sonra kaşınıyor ve kaşıntıdan sonra cildi patlayarak eti dökülmeye başlıyordu.

O an ölmeyenler, geri çekilip Yemen’e doğru kaçmaya başladılar. Bu ordudan hemen hemen hiç kimse sağ kalmadı. Yollarda, vadilerde helâk olup gittiler. Ordu kumandanı Ebrehe de hastalandı. Burnu, parmak uçlarına düştü. Düşen her bir parçadan kan ve irin akıyordu. Nihâyet göğsü yarılıp kalbi dışarı fırlayarak öldü.

Fil hâdisesi, Müzdelife ve Mina arasında Mugammes yakınındaki Muhassir vadisinde cereyan etmiştir.

Rivâyetlere göre, Kureyş, bu hâdiseden sonra yedi yahut on yıl boyunca sadece Allâh’a ibadet etmiş, putlara tapmamıştır. Bu hâdisenin vukû bulduğu seneye “Fil Senesi” denmiştir.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle