3- Karanlık çöktüğü zaman gecenin şerrinden…
“Ğâsık” kelimesi, pek çok mânâ ile tefsir edilmeye müsait bir kelimedir. Aynı kökten gelen “ğasak”, “ğusuk” ve “ğasekan” kelimeleri, lügatta, “şiddetli karanlık, dolgunluk, akmak, dökülmek, soğukluk ve kokma hâli” mânâları ile ifade edilir. Gecenin karanlığı hücum edip dolarak kapkaranlık kesilmesi durumunu ifade için bu kelime kullanıldığı gibi, ilk koyu karanlığa da “ğasak” denir. Bu yüzden “ğasak”, “felak”ın zıddıdır. Birisi karanlığın, öbürü aydınlığın başlangıcıdır.
Bu anlam genişliği sebebiyle, “ğâsık” kelimesi kullanıldığında şu mânâlar murad edilmiş olabilir:
a- Karanlığı çok olan gece.
b- Soğuk. Gece, gündüzden daha soğuk olduğu için bu mânâ verilmiştir.
c- Akan. Gece, karanlığı yeryüzüne âdeta akıtıp döktüğü için “akan” demektir.
“Vekab” kelimesi de, gözden kaybolacak şekilde başka bir şeyin içine girmek demektir. İçine su girdiği için çukura “vekab” denilmiştir.
Bu lügat mânâlarını göz önünde bulunduran müfessirler, âyetle ilgili şu izahlarda bulunmuşlardır:
1- Gece karanlığının şerrinden Allah Teâlâ’ya sığınılmalıdır. Suçlar genellikle gece karanlığında işlenir. Cin ve şeytan denilen eziyet verici ruhlar ile zehirli hayvanlar da geceyi fırsat bilip ortaya çıkarlar.
2- Ğâsık, “batan ay”; “vukûb” da ay tutulması veya kamerî aylarda, ayın sonundaki üç gündür. Peygamber Efendimizden gelen bir rivâyette, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Hazret-i Âişe Annemizin elinden tutmuş ve gökteki ayı göstererek:
“-Şunun şerrinden Allâh’a sığın, ey Âişe! Çünkü o «karanlık çöktüğü zaman ğâsıkın şerrinden» âyetinde işaret edilen ğâsık’tır.” buyurmuştur. (Tirmizî, Tefsir, 113, 114/1; Ahmed bin Hanbel, Müsned, VI, 60, 206, 215, 237)
3- Battığı zaman güneştir. Feleğe de yörüngesinde yüzdüğü için “ğâsık” denmiştir. Vukûb, gözden kaybolması, yerin altına (öbür tarafına) geçmesidir.
4- Ğâsık, Süreyya yıldızı ve karanlığa gömülmesidir. İbn-i Zeyd der ki: “O düştüğü (battığı) zaman hastalıklar artar, doğduğu zaman da ortadan kalkar.”
5- Ğâsık ile siyah yılanların kastedilmesi mümkündür, “vukûb” da onların sokmasıdır. (Daha geniş bilgi için bkz: Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, X, 151-152)
4- Ve düğümlere üfleyenlerin şerrinden…
“Ne-fe-se”, bizim “nefes etmek” dediğimiz üflemektir. Biraz tükürüklü veya tamamen tükürüksüz şekilde olarak üfürür gibi yapmaktır. Eğer üfürürken tükürük de çıkarsa, Arapça’da buna “tefl” adı verilir.
“Ukad” ise, “ukde” kelimesinin çoğuludur ve düğümler mânâsına gelir.
Bu iki kelimenin seçilme sebebi, sihir yapan kimseler, sihir için bir şey okumaya başladığında eline bir ip alır; ona durmadan düğüm atar ve bu düğümlere üflerler. (Bkz: Fahreddin Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, XXIII, 591)
Ukde (düğüm) kelimesi, Arapça’da çok değişik mânâlarda kullanılmıştır ve hemen hepsinin bu âyetle ortak noktaları vardır.
Râgıb el-İsfehânî, “el-Müfredât” adlı eserinde, “akd”in önce ipin bağlanması ve binanın bağlanması gibi katı cisimlerde kullanıldığını; sonra da ticaret akdi, ahid (söz), nikâh, yemin vb. daha soyut şeyler için de bu kelimenin tercih edilmeye başladığını ifade eder.
Dil pelteklik ve tutukluğuna da “ukde/düğüm” kelimesi kullanılır ve:
“-Dilinde ukde var.” denilir.
“en-Neffâsât” kelimesi, “kadın üfürenler” şeklinde, müennes kalıbıyla kullanılmıştır. Tefsirlerde bu hususta da şu tafsîlât zikredilmiştir:
a- Burada “üfleyici kadınlar” denmesi, sihir/büyüyü daha çok kadınların yapması sebebiyledir.
b- Erkeklerin azim ve kuvvetleri üzerinde; kadın hile, tuzak ve câzibesinin yüreklere işleyen bir tesiri vardır. Böylece kadınlar, erkekleri “büyülemiş gibi” harekete geçirebilmektedirler.
c- Dişi ve erkeği içine alacak şekilde “nefis” kelimesinin sıfatı olarak gelmiştir. Sihir ve üflemeyle meşgul olan “en-nüfûs en-neffâsât: erkek-kadın bütün nefisler” şeklinde takdir edilebilir.
d- “Grup, topluluk” mânâsındaki “cemaat” kelimesinin çoğul hâlinin sıfatıdır. (el-Cemâât en-Neffâsât: Üfleyici toplululuklar) Bu da “birlikte hareket eden büyücü topluluğun sihrinin daha şiddetli olmasına” işaret etmektedir.
Sihir: Hile yapmaya, cadılık ve gözbağcılık etmeye denir. (sehr) şeklinde fetha ile okunduğunda, yatağın ucu ve akciğer mânâsına gelir. (sihr) şeklinde esre hareke ile okununca, Türkçe’deki büyü ve cadılık demektir. Aslında bir adamın akciğerine vurup onu şaşkın ve sersem etmek mânâsına masdar olup daha sonraları büyücülükte kullanılmıştır.
Sihir, birkaç mânâyı ifade eder:
a- Hakikati olmayan şeyleri akla getirmek ve hile yapmaktır. El çabukluğu ile gözlerden uzak tutarak hokkabazların yaptıkları ve yaldızlı sözlerle kulakları avutarak koğucuların (laf taşıyanların) yaptığı gibi… Âyet-i kerîmede geçen, “İnsanların gözlerini büyülediler.” (el-A’râf, 116) ifadesi bu mânâdadır.
b- Şeytana bir çeşit yaklaşma ile onun yardımını görmektir. “Şeytanların kime ineceğini size haber vereyim mi? Onlar, her günahkâr yalancıya inerler.” (eş-Şuarâ, 221-222) âyeti de bu gruba işaret eder.
c- Câhil halkın zannettikleri sihirdir ki, kuvvetinden sûretleri ve tabiatları, güyâ değiştirir.
Sihir, aslen bir hile ve şeytanlıktır. Sanat ve eğitimle ilgili bazı gerçeklerle karıştırılmış olabilir. Her ne olursa olsun, şu âyet unutulmamalıdır:
“Ama onlar, Allâh’ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezler.” (el-Bakara, 102)
Âlimler, üfürükçülük hakkında ihtilâf etmişlerdir. İhtilâf şu hadisten kaynaklanmaktadır:
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Ümmetimden yetmiş bin kişi hesaba çekilmeksizin cennete girecektir.” buyurdu.
Ashâb-ı kirâm:
“-Onlar kimdir, ey Allâh’ın Rasûlü?!” diye sordular. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz:
“-Onlar vücutlarını (kızgın demirle) dağlamayanlar, efsun yapmayanlar ve ancak Rablerine tevekkül edenlerdir.” şeklinde cevap verdi. (Buhârî, Tıbb, 17; Müslim, Îman, 371-372; Tirmizî, Kıyâmet, 16; Müsned, I, 271)
Başka bir rivayette de:
“Dağlama yapan ve rukye yaptıran, Allâh’a tevekkül etmiş olmaz.” buyrulmuştur. (Ahmed bin Hanbel, Müsned, IV, 251-253)
Bu hadîs-i şerîflerde zikredilen “rukye” yani okuyarak tedavi olmak, gerçeği bilinmeyen rukye olmalıdır. Hâlis niyet ve temiz nefeslerle Allah Teâlâ’ya sığınarak, Cenâb-ı Hak’tan şifâ niyaz ederek okuyup üflemeyi, sihirbazlık olarak kabul etmek doğru değildir. Zira düğümlere üflemek ile, ruhlara zarar veren büyü yapılmak maksadı güdülmüştür. Şifâ niyetiyle duâ ve âyet okumak ise, bedenleri ıslah içindir. Fayda veren şey, zarar veren şeyle kıyas edilmemelidir. (Devam edecek)
YORUMLAR