Fatma Feride Anne-Röportaj

Bu ay, vefâtının 21. sene-i devriyesi olması münasebetiyle, merhum Fatma Feride Topbaş Hanım Annemizi yâd edelim istedik.

O, bir mürşid-i kâmilin kıymetli hanımı ve bir mürşid-i kâmili de yetiştiren numûne bir anne… Kur’ân âşığı bir hâfız, Mesnevî’yle yoğrulmuş zarif bir gönül… Kibar, mert, hizmet ve muhabbet ehli bir İstanbul hanımefendisi… Rasûlullâh’ın ve Allah dostlarının hâl ve muhabbetleriyle testisini doldurmuş hâlis bir kul…

Kıymetli Osman Nûri Topbaş Efendimiz ve yakınları ile yaptığımız bu röportajların, günümüzde sıkça yaşadığımız “örnek insan kıtlığını” bir nebze olsun hafifletmesi; hayır, bereket ve feyizlere vesîle olması duâsı ile…

Buyurun gönül soframıza…

 

Pek muhterem efendim; vefâtının sene-i devriyesi sebebi ile kıymetli vâlideniz Fatma Feride Annemizi yâd edip okuyucularımıza da tanıtmak istiyoruz. Bize Fatma Feride Annemizi anlatır mısınız?

Kızım Halime, annem çok zarif bir hanımdı.

Babam da, Mahmud Sâmi Efendi Hazretleri’ne intisâb etmeden evvel çok titizdi. Meselâ sofrada iki çatalın veya kaşığın yeri değişik olsa, “Bunların yeri neden değişik?” derdi. Tabaklar, kaşıklar; cetvelle ölçülmüşçesine aynı hizada olurdu. Her şeyde titizdi. Giyiminde de öyleydi. Ayakkabılarını çıkarınca, hemen bir kalıba koyardı. Sâmi Efendi Hazretleri’ne intisâbından sonra, bu titizlik mâneviyâta döndü. Aynı titizliği, mânevî hayatında gösterdi. Meselâ seccadenin püskülleri dağınıksa, onları düzeltmeden namaza durmazdı. Aynı şekilde bir kişiye yardım edeceği zaman, vereceği emâneti bir zarfın içine koyar ve:

“-Kabul buyurduğunuz için teşekkür ederiz!” yazardı. Âdeta kendisini, fukarâya muhtaç olarak görme edâsıyla infakta bulunurdu.

Annem de babamın bu titizliğine teşneydi. Babam gibi titiz ve tertipli bir insandı. Onun titizliğini bilir ve kendisi de îtinâ gösterirdi. İkisinde de bu hassasiyet olduğu için çok uyumluydular. O hassasiyet olmasaydı, zaten geçinemezlerdi. Onlar, birbirleriyle tam küfüvdü. Biz onların uyumlu neşveleri içinde büyüdük, Allah ikisinden de râzı olsun. Mekânları cennet olsun.

 

Vâlidemizin, Mesnevî’ye ve Allah dostlarına karşı ayrı bir muhabbeti vardı, değil mi efendim?

Annem Fatma Feride Hanımefendi, evliyâullah kıssalarını okumayı çok sever ve bizlere de sık sık anlatırdı. Maalesef o günlerde tasavvufî eserler, hemen hemen yok gibiydi. Sadece Necip Fazıl’ın “Halkadan Pırıltılar” isimli eseri ile Yûnus Emre’nin “Dîvan”ı matbû olarak vardı; bunları bol bol okurdu.

 Evliyâullah kıssalarını anlattığı zaman da dinleyenler üzerinde çok tesir ederdi. Bana Hazret-i Mevlânâ’ya muhabbet, evliyâullâha sevgi ve rûhî derinlik zevkini ilk olarak aşılayanlardan biri, odur. Çünkü Mesnevî hikâyelerini ilk defa annemden dinledim. Sonra da hocam olan Yaman Dede sebebiyle Mesnevî hayranlığım oluştu.

Kıymetli anneciğime, “ba’sü ba’de’l-mevt”ten, ölümden ve âhiretten bahsettiğim zaman:

“-Beni korkutma! Rabbim merhamet sahibidir!..” derdi.

Belki de bu hâl, ona Hazret-i Mevlânâ’ya olan muhabbetinden sirâyet etmişti. Mesnevî hikâyelerinden çok hoşlanırdı. O, “Mesnevî Bahçesinden” ser-levhalı yazılarımın en iştiyaklı okuyucularından biriydi! Zevkle okurdu. Yalnız “Aynadaki Yalan” adlı yazımı okuyunca, uzun bir düşünceye daldı. Bir “Âhh!..” çekti ve:

“-Ne kadar doğru!..” dedi.

Bir müddet sonra da:

“-Bana o yazıyı tekrar okusana!..” demişti.

Bazen beraber Mesnevî’den hikâyeler okur ve şerh ederdik.

 

Feride Annemizin Kur’ân-ı Kerîm ile ünsiyeti de çok farklıymış herhâlde, muhterem efendim…

Kur’ân-ı Kerîm’e çok düşkündü. Hâfızlığını, kardeşim dünyaya geldikten sonra, genç yaşlarındayken, iki çocuğu ve efendisinin hizmetini îfâ ederken yapmaya başladı. Sürekli Kur’ân-ı Kerîm ile meşgul olur, bazen meâl de mütâlaa ederdi. Anlamadığı yerleri bana sorardı. Bazen kendisine çok tesir eden âyetlerin meâlini bana okur:

“-Rabbimiz böyle buyurmuş!” derdi.

Kur’ân-ı Kerîm’e olan düşkünlüğünün bir huzur ve itmi’nân hâli vardı üstünde…

Annemin en büyük imtihanı, temizlik ve titizlik hassasiyetiydi. Ne yapsa, ondan kurtulamadı. Titizliği sebebi ile çarşıdan pazardan bir şey alıp eline sürmezdi. Gülşen Sabuncu ve Zehra Sert Hanımefendilerle ülfeti fazlaydı. Onlar, bu hususta kendisine çok yardımcı olurlardı.

Kur’ân-ı Kerîm’i çok severdi, sâliha hanımları severdi. Meselâ; Fâtih’te Sâime Anneye, Pendik’te Dürriye Anneye, bir de Üsküdar’daki Sıdıka Hanımteyzeye çok gider, onların sohbetlerine katılır, onlarla ülfet ederdi. Sohbetlerini, bazen bize de aktarırdı. Meselâ o sohbetlerden birinde, Sâime Anne, şu tavsiyede bulunmuştu anneme:

“-Kızım Feride, şuurdan muhtel olanları, biraz saf yaratılmış kimseleri bazen insanlar ortaya alır, kendileriyle alay ederler. Onların hâllerine ve söylediklerine gülüp kahkaha atarlar. Bir Allâh’ın kulu, böylece istihkâr edilir, küçük görülür. Sen böyle bir mecliste bulunup bu hâle şâhit olursan, o saf kimseyi hemen yanına al, ona iltifat et.

Daima şunu düşün; onu yaratan Allah da, beni yaratan Allah da aynı!.. O gariban bana zimmetlidir.

(Arapça metin gelecek)

«Veylün likülli hümezetin lümezeh: Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı kaş-göz işareti yaparak eğlenmeyi âdet edinen kimsenin vay hâline!..» (el-Hümeze, 1) âyeti muvâcehesinde, Cenâb-ı Hakk’ın, ibâdullâhı istihkâr etmeyi yasaklamış olduğu şuuru içinde ol! Ve o kişinin gönlünü al!..”

 

Geriye dönüp baktığınızda, Vâlidenizin size en çok tesir eden hâli neydi, efendim?

Feride Annemin hayatı, Allah’a kul olma hassâsiyeti içinde olduğundan, bazen mânen uyarılırdı. Gördüğü bir rüya sebebiyle, kendisinin fotoğrafını çektirmezdi. Mânevî hayatına da çok titizlenirdi.

Vefat ettiği zaman Emine Yengemiz bana:

“-Gel, anneni son defa gör!” dedi.

Girdim, henüz kefenlenmişti. Vefat ettiğinde yetmiş yaşlarında olmasına rağmen sanki otuz beş yaşındaki hâline dönmüştü. Sîmâsı nûr içinde parlıyordu. İşte Kur’ân’ın getirdiği bir nûrâniyetti bu… Kefen, sanki ona, mâsum bir çocuğa sarılan bir kundak olmuştu. Hayat boyu elinden ve gönlünden düşürmediği Kur’ân’ın nûrâniyetine bürünmüştü; parlıyordu! Beyazları çok severdi. Şimdi içinde bulunduğu bu beyazlık ise, değişik bir beyazlık idi. Sanki ona ukbânın bir vuslat tebessümüydü!.

Velhâsıl şefkat, merhamet, iffet, edep, dürüstlük, cömertlik, tefekkür ve tehassüs şâhikasıydı. İltifatı da, îkâzı da ölçülü idi. En yakınına dahî hakkı söylemekten çekinmezdi. İçi-dışı aynı idi. Samîmiyetinden emîn olunduğu için kimse kendisine kırılmazdı. Mertlikten hoşlanırdı. Küsmenin ne olduğunu bilmezdi. Eltileri ve görümceleri ile abla-kardeş hâlindeydi. Kayınvâlidesi Şerife Hanım’ı çok sever, kayınpederi Ahmed Hamdi Efendi’nin de evliyâullahtan olduğu kanaatini taşırdı.

Yetimleri, kimsesizleri, yalnızları sevindirmek; kendisine huzur kaynağı olurdu. Evlenecek genç kızlara, kendine gelen hediyelerden hazırlayıp vermesi, husûsî zevki idi. Pintilikten nefret eden, gönül sarayından herkese ikram etmek isteyen bir anaydı o!..

Sohbetinden feyz taşardı. Küçük çocuklara yaptığı sohbetlerde, onların seviyesine inmesini bilir, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hadîs-i şerîflerini en güzel bir üslûb ile onların idrâklerine göre açıklardı.

İslâm’ın şekil ve rûhî estetiğini nefsinde cem etmişti. Bu hâl, ona Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ve evliyâullah muhabbetinden bir akis idi. Onların menkıbelerini ve rûhî dünyalarını açıklarken sîmâsındaki nazîf, latîf ve zarîf ifadesi, hayat dolu tebessümü, etrafına karşı eksilmez muhabbeti, alâkası, tükenmez tahammülü, gerçek mü’mine mahsus derin ve ince nezâketi, meclislerde örnek idi. O, yediden yetmişe hitâb etme maharetine sahip bir anaydı!..

O, benim annemdi. 4 Mart 1997 tarihinde Erenköy Sahrâ-yı Cedîd mezarlığında ilâhî rahmete gönderdiğimiz, benimle birlikte bütün mü’minlerin sevinçlerinde ve teessürlerinde hissedar olan hepimizin annesiydi.

 

Son olarak okuyucularımıza ne söylemek istersiniz, efendim?

Onu tanıyan veya ancak şu âciz ifadelerime tanıyacak olan bütün mü’minlerden muazzez rûhu için Fâtihalar ikram etmelerini istirhâm ederim.

 

* * *

 

Pek kıymetli Vâlidemiz, Fatma Feride Annemiz’le olan hâtıralarınızdan bahsedebilir misiniz?

Kendileri otuzlu yaşlarında hâfızlık yapmış. Son rahatsızlığına kadar, her gün bir cüz, mutlaka babama dinletirdi. Hiç ihmal etmezdi. Bütün iş; niyet, istek, gayret ve azimde… Düşünün; iki çocuk, hareketli bir ev, sürekli misafirler gelip gidiyor. Her sabah Kur’ân’ını büyük bir tâzimle açar, tilâvet eder, sonra da meâlini okurdu. Meâli okuyup Kur’ân-ı Kerîm’i az da olsa anlamayı çok severdi. Hattâ o zaman hocanızla karşılıklı otururlar, ana-oğul âyetler hakkında mütâlaa ederlerdi. Bazen Mûsâ Efendi Babamız da bu sohbete katılırlardı. Bizler de bu seviyeli ve güzel sohbetin şanslı dinleyicileri olurduk. Mesnevî’yi de âdeta elinden düşürmezdi.

Bir gün köşkün bahçesinde gezerken arkasında bir nefes hissetmiş. Dönüp arkasına bakmış; kızıl saçlı, orta boylu, yüzü hafif çilli birini görmüş. Hiç tanımadığı birisi, fakat içine hiç korku gelmemiş. Önde o, arkasında yabancı; bütün bahçeyi beraber gezmişler. Bakmış, hiç peşinden ayrılmıyor. Tâ ki, köşkün kapısına gelmiş, o sırada arkasına dönüp bakmış. Bu meçhul yabancı bir anda yok olmuş. Akşam olunca, olan biteni muhterem beyi Mûsâ Efendimize anlatmış. Mûsâ Efendimiz:

“–O gördüğünüz Mevlânâ Hazretleri!.. Siz onu çok sevdiğiniz için, sizi onun rûhâniyeti ziyaret etmişler.” demiş.

Kendisi, bunu kimseye anlatmamıştı. Kendisi bu gibi hâllerde çok ketûmdu, tevâzu ve mahfiyeti tercih ederdi. Ortalara çıkmaktan, gösterişten hiç hoşlanmazdı. Hattâ bir gün Mûsâ Efendimize:

“–Efendi, siz Allâh’ın bir dostusunuz. Ben size ortalarda, insanlar arasında yardım ve hizmet edemem, ama gizlide elimden geleni yaparım.” demişti.

Evine yaşlıları alır, onlara hizmet ederdi. Her sabah kalktığında şöyle duâ ederdi:

(Arapça metin gelecek)

“Allâhümme ente maksûdî ve rızâke matlûbî”

(Allâh’ım! Maksadım, gâyem Sen’sin! Tek isteğim Senin rızâna kavuşmaktır.)

 

Fatma Feride Annemiz’in Mûsâ Efendimiz’le münâsebetleri nasıldı?

Mûsâ Efendimiz, seyahatlerinden Fatma Feride Annemin sevdiği şeyleri hediye getirir:

“–Fatmacığım, siz bunu çok seversiniz diye bunu aldım!..” diye gönlünü alarak takdim ederdi.

Mûsâ Efendimiz’in bazen bir ay süren Anadolu seyahatleri olurdu. Fatma Feride Annemiz ya bizde kalırdı, ya da eltimde... Mûsâ Babam, her gece muntazam olarak Fatma Feride Anneme telefon açardı. Mâlumunuz, o zaman cep telefonları da yoktu. O benim çok dikkatimi çekerdi. O yoğunluklarına rağmen istirahate çekilmeden evvel mutlaka arardı. Hâlini hatırını sorar, herhangi bir şeye ihtiyacı olup olmadığını öğrenirdi. Hâlbuki oğullarının yanında her türlü ihtiyacının karşılandığını bilirdi. Ancak o, nezâketen yine de sorardı. Bu hatırlanmalar, Feride Annemin çok hoşuna giderdi.

Allah ikisinden de râzı olsun. Mekânlarını cennet, derecelerini âlî eylesin!

 

* * *

Kıymetli Zeynep Ablacığım, babaanneniz Fatma Feride Annemizle ilgili hatıralarınızdan bahseder misiniz?

Çocukluğumun en güzide kısmında babaanneciğim vardı. O, Kur’ân ahlâkıyla bezenmişti. Ayrıca tam bir İstanbul hanımefendisiydi. Dedeciğim, babaanneme hep “Sultan” veya “Fatma Sultan” diye hitap ederdi. Babaannem de dedeciğime, “Efendi” derdi. Fatma Feride Annemiz’in hiç kız çocuğu yoktu. İlk kız ve ilk torunu olduğumdan belki beni çok severdi. Ben de onu bir babaanneden öte, anne gibi severdim. Yetişmemde çok emekleri vardır. Bir kız çocuğunun en önemli vasfının “edep” olması gerektiğini sürekli hatırlatırdı.

Rahmetli babaanneciğim, namaz hususunda da çok titizdi. Kendi namazına titizlendiği gibi benim namazlarıma da titizlik gösterirdi. 8-9 yaşlarındayken, yazın günler uzun tabiî… Bütün gün bahçede arkadaşlarımla oyun oynardım ve çok yorulurdum. Yatsı ezanı da geç olunca koltuklarda uyuklardım.

“-Zeynep, hadi kalk, yat!” derdi.

“-Ben daha yatsı namazımı kılmadım.” deyince rahmetli babaanneciğim:

“-Çocuklar, Kâbe’deki ezana göre kılabilir, şimdi Kâbe’de okundu. Sen şimdi kıl yatsı namazını…” derdi.

Ben de kalkar, kılıp yatardım. “Nasıl olsa farz değil, sonra kazâ eder.” veya “Daha çocuk, günah olmaz! Uykusu da var, yatsın!..” demez, çocuk ruhuna uygun formüller bulurdu.

Babaannem Fatma Feride Hanım gerçek bir dosttu, herkesin güveneceği sevecen bir dost… Hiç kimsenin arkasından konuşmazdı. Söylenecek, konuşulacak bir şey varsa, kırmadan, incitmeden kişinin kendisine söylerdi. Böyle gönülden dostluk maalesef günümüzde kalmadı artık… Din düşmanları dışında herkesi severdi.

Dedeme karşı çok hürmetli çok saygılıydı. Babacığıma sevgisi farklı idi. “Hacı Osman’ım, Evliyâ Osman’ım!” derdi. Böyle hitap ettiği zamanlar, babam henüz otuz-otuz beş yaşlarındaydı.

Babaannemin Babası Fahri Kiğılı’dan mîras kalan bazı mülklerden her ay düzenli geliri olurdu. Abdullah Sert bey’in kaynı Sabri Kefeli’ye her ay telefon açar:

“-Oğlum Sabri, benim aylıkları sen getir. Hacı Osman’a verdiğinizde o bana parayı verirken hep fakir fukarayı anlatıyor, ben de dayanamayıp aylığımın çok kısmını ona veriyorum.” derdi.

 

Çok tatlı sohbetleri olurmuş herhâlde… O sohbetlerden hatırınıza kalan oldu mu hiç?

Hanımlara çok nasihat ederdi. “Beylerinize karşı nâzik olun. Eviniz tertipli düzenli olsun. Yemeğinizi vaktinde yapın. Meselâ düdüklü tencerede hızlı hızlı yemek yapılması hoşuna gitmezdi. «Hanımlar akşama kadar geziyorlar, son dakikada eve gelip düdüklü tencerede yemek yapıyorlar. Onun lezzeti olmaz.» derdi. Mübarek, şimdi bu zamanı görse diyecek söz bulamazdı herhalde…

Hanımlara en çok şöyle nasihat ederdi:

“Sabahleyin vakitlice kalkın, abdestinizi alın, «Bismillah!» deyin, işinize başlayın! Bakın, o zaman her yaptığınız ibadet olur. Yaptığınız yemekler şifâ olur.

Gelinleri de uyardığı gibi kayınvâlideleri de uyarırdı: “Aman, gelinlerinizi kızınız gibi görün! Kızlarınızda gördüğünüz kusurları nasıl örtüyorsanız, gelinlerinize de hoşgörülü olacaksınız.  Gelinleriniz size emanet!”

Her insan gibi benim de çeşitli imtihanlarım olurdu. Hemen onun yanına gider, bütün derdimi anlatır, bazen ağlardım. Hiçbir zaman “Sen haklısın!” demezdi. Ama öyle nasihatler ederdi ki, derdimi orada bırakır, huzurlu ve mutlu bir şekilde yanından çıkardım. Benim için babaannem, bir can dostuydu. Sadece bana değil, herkese karşı öyleydi.

Mâlûm, köşkte otururlardı. Dedem seyahate çıktı mı, hemen boya, badana, tâdilat ne yapılacaksa o gelmeden yaptırılırdı. O tâdilatları yapan ustalara yemek olarak bir makarna çorba ile geçiştirmez, misafire sofra hazırlanır gibi yemekler özenle hazırlanırdı. Bazıları bunu tuhaf karşılardı. Babaannem de:

“-Onlar da Allâh’ın kulu… Kul hakkına girmeyelim!” derdi.

İnsana, “insan olduğu” için, “kul olduğu” için kıymet verirdi. Kul hakkından ve göz hakkından çok korkardı. Hülâsâ babaanneciğim, numûne-i imtisâl bir anneydi. Allah rahmet eylesin. Ömürleri sâliha bir hanım olarak geçti. Rabbim, bizlere de onları örnek almayı nasip etsin.

 

ZÂHİDE TOPÇU HANIMEFENDİYLE MÜLÂKAT

 

Fatma Feride Vâlidemiz’i nasıl tanırdınız? Onun hakkında neler söylemek istersiniz?

Her sohbetinde evliyâullahtan bir menkıbe anlatırdı. Sohbet mevzuunu okurken mesela bir Allah dostunun ismi geçse, hemen okumayı bırakır, onunla ilgili bir kıssa anlatırdı. Feride Annemiz için arkadaşları, “Mesnevî’yi yuttu.” derlerdi.

Kimseye kıyamazdı, hemen affederdi. Çok doğru sözlü idi, kim olursa olsun sözünü esirgemezdi:

“-Torunum da yanlış yapsa, onu ikaz ederim!” derdi.

Gerçekten yanlışa tahammül edemez, “Bu benim kendi sülâlem, görmezden geleyim!” demez, özellikle dînî hususlarda hiç taviz vermezdi.

Mûsâ babamla sohbetleri çok güzeldi. Mûsâ Efendimiz, Fatma Feride Annemiz’le çok istişare ederdi. Çünkü ufku çok açık bir hanımdı. Fatma Feride Annemiz, kendisinin rahat karar verebileceği hususlarda bile çok kere “Mûsâ Efendi’ye bir sorayım!” diyerek bize âile mefhumunu ve beylere karşı saygıyı öğretirdi.

Kerâmet üzerinde çok duran hanımları ikaz ederdi. Kendisi de mahviyet içerisindeydi. Âile ve akrabalarına düşkündü. Çok güzel Kur’ân okurdu. Bazen Mûsa Efendimiz, kendisinden aşır okumasını isterdi. Feride Annemiz nazlanırdı ve:

“-Siz benim mukabelemi dinleyin, ben de okuyayım.” derdi.

Medîne-i Münevvere’deyken Mûsâ babam, rahleyi önüne alırdı, biz de Kur’ân’larımızı açardık. Feride Annem mukâbele okur, biz dinlerdik. Her Ramazan, Kur’ân-ı Kerîm’i baştan sonra mukâbele olarak okurdu.

Osman Efendimiz daha gençken, ona hep: “Evliyâ Osman’ım!” der dururdu. Hâlbuki Osman Efendimiz, o sıralar tahminimce İmam Hatip Lisesi son sınıflardaydı. Belki Osman Efendimizin daha o vakitler mânevî hâlleri ve temizliği, belki de bu şekildeki anne-baba duâsının tesiri... O, bugünleri dünya gözüyle göremedi, ama sanki görmüş gibiydi.

Çok mütevâzi idi… Onu tanımayanlar, bir mecliste onu görse, bir şeyh hanımı olduğunu aslâ fark etmezdi. O kadar mütevâzi ve mahfî idi.

 

Zâhide Ablacığım, Fatma Feride Annemiz’in rüyalarında îkaz olunma şeklinde bir özelliği varmış herhâlde… Sizin de bu hususta hatıralarınız var mı?

“-Ne zaman hata etsem hemen îkaz olundum!” derdi.

Allah sevmese îkaz eder miydi? Belki Rabbimiz bizi de îkaz ediyordur da biz anlamıyoruz! Fakat Feride Annemiz o kadar uyanık bir hanımdı ki, en küçük bir îkazı hemen fark ederdi. Bu uyarıları ganimet bilir, hemen hâlini düzeltme yoluna giderdi. Meselâ bir gün kıymetli bir kumaşını gayr-ı müslim bir terziye vermiş, elbise dikmesi için… O elbise eve gelince, o gece rüya görmüş. Hattâ o rüyayı şöyle anlatmıştı:

 “Safa-Merve arası gibi bir yer… İnsanlar hüzünle bir oraya, bir buraya koşuyorlar. Ben de çok hüzünlüyüm. Ama düşünüyorum, o hüzünden dünyada yok! En üzüldüğüm anları düşünüyorum: Oğlum Ebûbekir, bisiklet kazası geçirmiş, kanlar içinde eve gelmişti. Yok, ondan daha fazla bir hüzün… Kayınbiraderim kuyuya düşüp ölmüştü. Çok sevdiğim eltim Fitnat Yengem lohusa iken vefat etmişti. Çok üzülmüştüm. Bunları düşünüyorum. Orada yaşadığım hüznün zerresi bile değil!..

«-Bu hüzün, neyin hüznüdür bilir misin?» dediler bana… Sonra da cevap verdiler:

«-Bu, âhiret hüznüdür. Yapılan günahların âhiret pişmanlığıdır!»

Uyanınca hemen anladım sebebini ve o elbiseden buz gibi soğudum. Rüyayı anlatınca, Mûsâ Baban, o elbiseyi makasla kesti.” dedi.

Böyle takvâ derecesinde hassasiyetler yaşardı. Erkeklerle hiç konuşmazdı. Mahremiyet sınırlarına çok dikkat ederdi. Kayınbiraderi; hem eniştesi, hem kaynı olduğu hâlde misafir olarak geldiklerinde sadece kapıda “Hoş geldiniz!” deyip karşılar, sonra kadın-erkek başka odalara geçilirdi.

Erkek şoförlerle bir yere gitmezdi. Ya Gülşen Sabuncu Hanım ya da Zehra Sert Hanım’ın arabalarıyla gideceği yerlere giderdi.

Gıybete de hiç müsaade etmezdi. Birisi bir şey anlatsa, hemen onun sözünü keser, evliyâ menkıbesi anlatmaya başlar ve ona söyleyeceği gıybeti unuttururdu. Birisinden dertlensen, o şikâyet edilen kişinin iyi hasletlerini sana sayardı.

“-Kuzum onun şöyle iyi yanları var, belki sen onu yanlış anlamışsındır.” derdi.

Medîne’de benim çantam kaybolmuştu. Her şeyim, paralarım o çantada idi. Üzülerek Feride Annem’e anlatınca, hemen bana çıkarıp beş yüz riyal verdi:

“-Sana şimdi âcil bir şeyler lâzım olur!” dedi. Bir yandan da:

“-Hiç yüzün gülmedi Zâhide’m, inşâallâh derecen yükselir.” diye tesellî etti.

Demek ki, o kapıya hep kederlerimle gitmişim. Hemen merhametiyle sarar, müşkilini çözüverirdi. Medîne’de beraberken arkadaş gibi olurduk. Bana sık sık nasihat ederdi:

“-Gelinine buradan güzel hediyeler, kumaşlar götür! Gelinine, hediyenin güzelini iyisini al!..” derdi. Allah kendisinden binlerce râzı olsun.

“-Vücudunda feyzin bir bardaksa, onunla yetinme! Onu ummana dök, orada fânî ol!” derdi.

Üftâde Hazretleri’ni çok severdi. Zamanında oranın perdelerini, kendi parasıyla yeniletmişti. Üftâde Hazretleri için, “Himmeti cârî bir mürşiddi!” derdi.

Mûsâ Babam, “Feride Annenizin sohbeti çok tesirlidir.” diye iltifatta bulunurdu. Sohbetini bir dinleyen, onun müdâvimi olurdu. Anlattığı evliyâ kıssaları insanın içine işlerdi.

 

Dünyayla vedalaşırken, son anlarında da yanında bulunmuştunuz değil mi?

Vefat hâlini hiç unutamıyorum. Cenâzesi yıkanırken bizi de çağırdılar, Allah râzı olsun. Yıkandıkça güzelleşiyordu. Attan inmiş yeni bir gelin gibiydi. O beyaz kefen, âdeta ona gelinlik oldu. Osman Efendimiz’i çağırdılar. Osman Efendimiz anneciğini görünce:

“-Anneciğim, ne kadar güzel bir gelin olmuşsun, anneciğim!” dedi.

Ağladı, biz de ağlaştık. İşte kızım, buna, “teneşir güzelliği” denir. Hâlbuki birbuçuk sene hasta yatmış, yıpranmıştı. Ama o gün âdeta gençleşmişti. Elhamdülillah, çok güzel kulluk yaşadı, çok güzel de gitti.

O gün Mûsa Babamın yanına girip tâziyede bulundum. Mûsâ Babam da bana gözyaşları içinde:

“-Feride Anneniz, mânevî vazifeliydi. Ama kimse bilmezdi, mahfîlerdendi.” dedi.

Allah rahmet eylesin. Annemiz, bambaşka bir anneydi, kuzum!

PAYLAŞ:                

Halime Demireşik

Halime Demireşik

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle