Farklılığın Güzelliği

-İki Cihanda da Mutlu-

Sezeryan sonrasının mâlûm baygınlığı sırasında bir ara hafiften kendine geldi anne. “Hayatım,” dediğini duyuyordu sevgili eşinin, “hayatım, bir oğlumuz oldu…”

İyi de, diye düşündü yeniden dalarken, o hâlde neden ağlıyor?

* * *

Yirmi yaşında anneliğe ilk adımlarımı atacaktım. 11 Kasım 1998. Ahmet Talha, biraz erken de olsa aramıza katılmıştı. Erken doğumdan kaynaklanan bazı problemleri vardı oğlumuzun. Bu yüzden ben taburcu olduğumda o hâlâ hastanede, kuvezde kalıyordu. Ev halkı çok üzgün, perişan bir hâlde idi. Bunun sebebini oğlumun karaciğerindeki probleme bağlıyor ve kimseye bir şey soramıyordum. Sanki sorarsam, altından daha kötü şeyler çıkacakmış gibi geliyordu.

Baba metin olmak adına dondurmuştu ya o âna dek, dostuna döktü yüzünü. Öyle, trafiğin orta yerinde ağladılar, ağladılar… Tüm âile fertleri bilgilendirilmişti hastalık ve ayrıntıları hususunda…   Anneye hiçbir şey söylenmeyecekti bir müddet.

  1. Gününde onu ilk kez emzirmeye, hatta ilk kez görmeye gittim. Döndüğümde anneme heyecanla duygularımı aktarıyordum. Çok küçük olduğunu söyledim şefkatle.

“-Çok tatlı bir çocuk! Gözleri çekik çekik, aynı japonlara benziyor…”

“-Çok mu çekik?”

Sesinde öyle bir acı, öyle bir burukluk vardı ki, çok şey hissettim, ama yine bir şey soramadım. Aradan bir iki gün geçti. Oğlumuz artık evdeydi. Eşim, o akşam yanıma oturdu. Ahmet Talha’yı sabah doktora götüreceğimizi söylerken elindeki kağıdı da bana uzattı:

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Genetik Bölümü…

Kağıdı incelerken bir yandan da onu dinliyordum. Oğlumuzun “down sendromu” olduğunu söyledi. Fiziksel ve zihinsel gelişme geriliği! Hastalığın özelliklerini anlatmaya başladı.

O zaman öğrendi anne, tatlı oğlunun gözlerinin neden o denli çekik olduğunu.

Hastalık hakkında hiçbir şey bilmediğim için o ân içimde sadece bilinmezliğin korkusu vardı. Bir de zor zamanların o inanılmaz dayanıklılığı…

Cerrahpaşa’da bize oğlumuz için bir pedagog ve fizyo-terapist önerdiler. Onun emeklemesi, yürümesi ve bazı kavramları öğrenebilmesi için… Aylık seanslara gidiyor, uzmanlardan aldığımız tavsiyeleri evde uygulamaya çalışıyorduk. Kulaklarımda uğuldayan tek bir cümle vardı:

“-Annesi, her şey size bağlı, ne kadar ilgilenirseniz o kadar iyiye gider.”

İlk başlarda ne evimin işi, ne de dostlarım; hiçbir şey gözümde değildi. Yaklaşık bir yıl kendimi eve kapattım ve yalnızca oğlumla ilgilendim. Kimseyle konuşmak istemiyordum. Hemen hemen her gün ağlıyor, Allah’a duâ ediyordum. “Neden bu başıma geldi?” demiyordum aslâ, oğlumun uyuyan yüzündeki mâsûmiyeti gördükçe, gelecekte ne olacak korkusuyla üzülüyordum.

Bunun içindi gözyaşları…O minik elleri avucuna alıyor, öpüyor öpüyor ağlıyordu. Kimse görmüyordu acısını, Rahmân’dan başka. O da kendi şefkatinden tutam tutam, kucak kucak indiriyordu annenin kalbine. Şefkatin beyaz elleri sarıp sarmalıyordu bebeği, sükûnetle, sabırla, sevgilerin en karşılıksızı ve en kıymetlisiyle; annesiyle...

Eşimle üzüntümü çok paylaşmıyordum. Biliyordum ki, onun da canı acıyor, içi yanıyordu. Bu yüzden onu bir de ben üzmek istemiyordum. Etrafımdaki insanlardan tek isteğim, bana soru sormamalarıydı. Henüz çok yeniydi her şey! Acım büyüktü, ağzımı açıp tek kelime dahî edemiyor, gözyaşlarına boğuluyor, susuyordum.

İçinden de… Boynu bükük beyaz bir çiçek gibi susuyordu dâim. Suskunluğuna muttalî idi Rabbi, gaybî yağmurlarla okşuyordu yüreğini en dostâne, en kerimâne, en rahîmâne…

Oğlumuz bir buçuk yaşlarına geldiğinde onu özel bir rehabilitasyon merkezine götürdük. Merkezdeki çocukları ve onların âilelerini tanıdıkça yalnız olmadığımı gördüm. Oğlumun durumunu kabullenmem gerektiğini, içimde bunu kabul edersem, ona daha faydalı olacağımı anladım. Biz çocuklarımıza nasıl davranırsak, onlara ne kadar sevgi dolu ve sabırlı yaklaşırsak, etrafımızdaki insanların da bizi örnek alacağını farkettim. Çocuklarımız bizim gözümüzde ne kadar değerli olurlarsa yakınlarımızın gözünde de o kadar değer kazanacaklardı. Çünkü insanlar bunu yaşamadılarsa –anne bile olsalar- böyle çocuklara nasıl davranacaklarını bilemiyorlar. Normal davranırlarsa onların anlamayacaklarını zannediyorlar. Aslında çok yanlış!.. Evet farklılıklar var, ama onlar da bir birey ve onların da herkes kadar sosyalliğe, topluma girmeye ve normal yaşamaya ihtiyaçları var.

Şimdi Ahmet Talha altı yaşında. Annesinin ve babasının o hayran olunası çabaları ile benzerlerinden çok çok iyi noktalarda. Harika bir pozitif enerjisi, yumuşacık bir kalbi var. Ve artık o bir abi. Anne, Ahmet Talha ile Yusuf Kerem’in arasında mütebessim ve müteşekkir… Herşeyde bir hayır var evet, zor günlerdi ama Allah önce Ahmet Talha’yı vermekle onlara iki kat lutfetmişti.

Biz Allah katında seçilmiş ebeveynleriz. Herkes –iyi ya da kötü- bir evlat yetiştirir. Ama bizler zor olanı başarıyoruz. Bir evladın anne, baba demesinin hazzını iki kat yaşıyoruz. Attığı her adımda, yeni bir kelime öğrendiğinde ya da bir renk…

Ahmet Talha “ay dede” demeyi öğrenmişti hani, nasıl mutlulukla tekrar ettiriyorduk! “ay-de-de”

Kısacası çocuğumuzun tadını çıkarıyoruz, kare kare. Siz de lütfen çocuğunuzun tadını çıkarın.

Böyleydi ve şükre medârdı. Bu çocuklar sevgi egemen bir ruha sahipler. Kaç yaşında olurlarsa olsunlar, anne ve babalarına karşı o ilk çocukluk dönemindeki gibi sevgi dolular. Bu anne ve babaların evlatlarından aldıkları lezzet bambaşka…

Rabbime binlerce kez şükürler olsun ki, çocuğum farklı ve bir o kadar da özel!.. İki cihanda da mutlu! Onlara lâyık ebeveynler olabilmemiz temennisiyle…

 

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle