Ne oldu da sizin can parenizi tanıyamaz oldunuz?
Sanki o, birkaç yıl önce sizin karnınızı tekmeleyen, sizi emebilmek için ağlayan sızlayan çocuk gitmiş, yerine bambaşka birisi gelmiş!.. Ne olmuş da bu yeni delikanlı, bu kadar öfke ile evde dolaşmaya başlamıştır?
Ya da siz babalar!..
İlk kucağınıza aldığınızda gözlerinizin dolduğu o günler ne kadar da uzakta kalmış, değil mi?
Artık ergenlik dönemi gelip çatmıştır. O çetin günleri yaşayan bu genç, artık her hareketiyle bir panik hâli oluşturabilmektedir. Bu döneme girdi gireli, kendi kendisiyle bile sürekli ters düşebilen birisidir o!.. Bazen kendi benliğini ve varlığını ispatlamaya çalışmakta, bazen de tamamen kabuğuna çekilerek gözlerden uzak bir köşeye sinmekte!.. Artık âiledeki huzursuzluğun belli başlı sebeplerinden biri olarak o görülmektedir.
Peki biz anne-babalar, bu bunalım çağındaki gençlerimize, gözbebeği yavrularımıza nasıl yaklaşmalıyız? Bize karşı isyan bayrağı kaldıran bu körpe fidana ne demeliyiz? O, elimizden bir sabun gibi kayıp gitmekte midir? Onu şimdi eskisinden daha fazla bağrımıza basmalı ve her hareketini sınırlamalı mıyız? Hayatın gerçeklerini gece-gündüz anlatmalı ve onlarla tecrübelerimizi paylaşmalı mıyız?
Evet, bu evde bir ergen vardır. Ve anne-baba dâhil evin bütün fertleri diken üstündedir. Şimdi ergen çocuğumuzun yadırgadığımız davranışları, aslında yıllar yılı vermiş olduğumuz komutlarımızın bir neticesidir. Unutmamalıdır ki, çocuklar, doğdukları andan itibaren altı yaşına kadar (0-6 arasında) karşılaştıkları bütün davranışları benimserler ve hayatları boyunca uygulayacakları davranış kalıplarının % 80’ini bu dönemde oluştururlar. Yani ergenlikte karşımıza çıkan öfke, agresiflik, asabilik, içine kapanıklık veya zikzaklar, bizim bebekliğinden itibaren onun kulağına üflediğimiz emir ve tavsiyelerin neticesidir. Çünkü 6 yaşına gelene kadar yaklaşık 48 bin defa bir şeyi yapmasını veya yapmamasını söylüyoruz. Öyleyse onun duygularının gerçek aktörü biz değil miyiz?
Mesela, o küçücükken (0-6 yaşları arasında) âile içindeki tüm konuşma, tartışma ve kavgaların çocuğunuzda iz bıraktığını biliyor muydunuz?
Yine kardeşleri arasında bir denge kuramadığınızda veya durmadan başka çocuklarla kıyasladığımızda yavrunuzda kapanması zor yaralar açmış oluyorsunuz.
Bir olay karşısında anne ve babalar olarak farklı tepkiler verince, çocuğunuzun kimin doğru söylediği noktasında şaşkınlık yaşadığının ve sonuçta tutarsız hareket etmeye başladığının farkında mıydınız?
Çocuğumuzun kendi başına yapabileceği işlerde bile devamlı destek olarak, ısrarla «Sen bunu beceremezsin, sen hâlâ küçük ve beceriksizsin!..» duygusunu yaşatmanız hâlinde, kendine güvenmeyen, hayatın bütün güçlüklerinde devamlı birilerinden yardım bekleyen bir genç yetiştirirsiniz.
Evet, anne babalar!.. Şimdi karşınızda çocukluğundan itibaren sizin eseriniz olarak büyüyüp gelişmiş bir genç var. Onun duygu mutfağını ne ile yoğurmuşsanız, karşınızda onu bulacaksınız. Eğer onu tanımakta güçlük çekiyorsanız veya onunla iletişim kuramıyorsanız, iletişimdeki kilitli kapıyı açmayı deneyiniz. Anahtar mı? O da Yüce Yaratan tarafından, onların bebekliğinde size verilmişti. Size düşen, sadece sabırla anahtarı koyduğunuz yeri hatırlamak!..
Son notlarımız:
Çocuklar donmamış beton gibidirler. Üzerlerine ne düşerse iz yapar.
Çocuklara yüz değil, kulak verilmeli…
Çocuğunuza vereceğiniz en güzel ve değerli hediye, ilgi ve zamanınızdır.
YORUMLAR