Ey Allah’ın Kulu, Yardım Et Bana!..

Yardım et ki, yardım bulasın. Lâkin bunu, “Bir gün ihtiyacım olur da, yardım göremezsem…” endişesiyle yapma!.. Sadece “Elinden tutarsam, bir insanın gönlü sevinç duyacak ve bu sevinçten Hak râzı olacak…” ümidiyle davran…

“–Sana nasıl yardım edebilirim ki?” deme. Bazen içli bir bakışınla, bazen bir tebessümünle, bazen duânla yardımcım ol. Senden, gücünü aşacak şeyler istemiyorum. Biliyorum ki, her insanın güç yetirebileceği bir iyilik vardır. Senin payına düşen hangisiyse, bana ondan ikram et. Sormadan, “Şu mu lâzım, bu mu eksik?” demeden, bir firâset örneği sergilemek sûretiyle ihtiyacımı sezmen ve bana, ben istemeden vermen, ne güzel olur. İstememi beklemeyen, ama ihtiyacımı hisseden bir sevgili gibi olman ne güzel…

Yardımlaşmak, selâmlaşmak gibidir. Selâmlaşmada nasıl, selâmı alan ve veren taraflar varsa, yardımlaşmada da, yardımı yapan ve kabul eden taraflar vardır. Şimdi biz, yardımlaşmadaki taraflar olalım seninle… Ben alayım, sen ver… Sakın, “Yardım etmeye kalkarsam rencide olur.” diye endişelenme!.. Bilâkis bundan sevinç duyarım. Zira ben, selâmını nasıl gönül huzuruyla ve vazife bilinciyle alıyorsam, yardımını da öylece kabul ederim. Çünkü ihtiyaçlı kimse kabul etmedikçe sen, hayırlar yapma fırsatı bulamazsın. Senden bu iyiliği esirgeyeceğimi, gururuma yenilip yardımını reddedeceğimi düşünme. Zira nasıl ki, selâm Allâh’ındır, insanların birbirine ikram ettiği başka her şey de ancak Allâh’ındır. O hâlde Allah seni, bana hazinesinden bir şey ikram etmek için vesîle kılmışsa, niye rahatsız olayım? Bu durumda senin, kendine ait bir şeyi ikram ediyormuş kuruntusuna kapılıp kibirlenmen ne kadar yanlış olursa, benim ezilip büzülmem ve alan el olmaktan ötürü mahcûbiyet duymam da o kadar yanlış!.. Alan da, veren de Hak olduktan sonra, bize, verilen rolleri aşkla oynamak düşmez mi?

Samed olan, yani hiçbir şeye muhtaç bulunmayan, yalnızca Allah… Oysa biz kullar için her şey mümkün. Düşmek, kalkmak, doymak, acıkmak, hastalanmak, şifâ bulmak… Olmazımız olmaz bizim. Madem ki, durum budur, gün gelir, komşu komşunun külüne muhtaç kalır. Öyleyse bu günden hatırlatayım da, aklında bulunsun:

Eğer bir gün gidecek başka kapım olmayıp “Karnım çok aç!” diyerek sana gelirsem, sakın eller gibi “Allah versin!” deyip de, sırtını dönme bana... Çünkü yardım isteyenin yüzüne kapı kapamak değil, elinden geleni hemen oracıkta ikram etmek yakışır sana... Eğer sen başkaları gibi davranır, çorbanı, tuzunu, ekmeğini esirgersen benden, ne farkın kalır ki, diğerlerinden? Bunu, farkın olsun diye de yapma!.. Sana yakışan tavır bu olacağı için, vazifendir ve ilâhî rızâya gidiş yolunda, ferine fer katacak azıklardandır diye yap.

Hem “Allah versin” de, ne demek? Sanki bana bir tas çorbayı zaten, sen mi vereceksin ki? Hayır, onu bana verecek olan zaten Allâh’tır. Akıllı ol, uyanık davran da, sebep olmaya bak. Zira Allah “karnı aç ben”i senin kapına göndermekle, ikimiz için de hayır murâd etmiştir. Sen bencillik eder, gaflete düşer de elindekini paylaşmazsan, elbet gidecek başka bir kapı bulurum. Zira Allâh’ın kulları pek çoktur. Lâkin o vakit, hem açlığımın yanına, senin kardeşlik etmeyişinin kederi eklenip temelli hâlsiz düşerim; hem de sen, beni başka kapıya göndermekle vebal altında kalırsın. Aç gözünü, kapına düştüğüm vakit beni doyur, gönlümü hoş et de, yarın Allah sana:

“–Açtım, beni neden doyurmadın?” diye sormasın. Hem, “düşmek” dedimse bu, açlığın verdiği hâlsizliği anlatmak adınadır. Yoksa senin kapına bir ihtiyaçla gelmeyi, “düşmek” kabul etmem, lûtuftur.

Eğer bir gün, “Çok hastayım!” diye inleyerek, pek dermansız ve hâlsiz gelirsem kapına, ne olur o gün, soğuk ve tok bir sesle “Allah şifa versin.” deyip de gönderme beni… Zaten, âlemin en iyi hekimi de olsan, şifayı Allah verecek. Sen desen de, demesen de başka şifa kapısı yok. O hâlde sen işine bak. Varsa ilmini koy ortaya, derdime derman ara!..

“–Doktor değilim, ne gezer bende ilim?!” deyip de, başından savma beni. Hipokrat yemini etmedinse, bezm-i elestte “Belâ” da mı demedin? Bana karşı duyarlı ol. İlacın olmasa, ilaç yazacak bilgin olmasa bile, tesellî verecek, ilgilenecek, nazlandıracak kadar sevgin olmalı! Kardeşimsen, ferim kesilip kapına düşmüşsem, (ki, tekrar edeyim, bu düşmek, hastalığın etkisiyle güçsüz kalmışlığımın ifadesidir, yoksa senin kapına “Emân!” dilenerek dayanmayı düşmek kabul etmem, nimettir.) uyanık ol da, bana el ver… Beni ellere yollama… Dayanağım, kolum-kanadım ol. Senin bana ulaşmanı beklemeyip, yanına kadar gelmişken fırsatı kaçıran ve yarın, Allah’ın ikramına mazhar olmak varken:

“–Hastaydım, beni neden ziyaret etmedin?” sorusuna muhatap olan bahtsızlara karışma.

Belki de kapına, borç para istemeye gelirim. O vakit, gelişimi ganîmet bil! Eğer sana lûtfedilenden bana ödünç verirsen, borcumu geri ödeyene kadar, attığın her adıma ecirler yazılacak. Ama “Allah yardımcın olsun!” deyip başından savarsan, hele bir de bunu, kenarda birikmiş pulun varken “Ah bende de yok, keşke olaydı da vereydim!..” diyerek yaparsan, vay senin hâline! Zaten Allah benim, sen desen de demesen de, devamlı ve değişmez yardımcımdır. Fakat “sebeplere sarılmak, dünya âdeti” olması hasebiyle, yardım etmek için, kullarını aracı eder. Öyleyse sen, o kullardan biri olmaya bak. Çünkü benim borç bulmaya ihtiyacım ne kadar çoksa, senin de her dem hayra muhtaçlığın vardır. Keşke gönlüne, Allah dostlarının gönlüne benzer bir genişlik gelse de, borç vermeyip, hibe etsen… Bu, her ikimiz için de çok daha hayırlıdır. O vakit, ben borçlu olmaktan senin vesîlenle kurtulurum, sen de benim vesîlemle, esas tasarrufunu yapmaya başlamış, ölmeden önce hazırlamış olursun cennet yurdunda arazini, mülkünü…

“–Aman canım, bende ne var ki, sana yardım edeceğim? Benim verdiğim iki kuruşla ne işini göreceksin ki? Şimdi bu kadarcık bir parayla yardım edersem, millet üstüme güler!..” deme!..

“–Kusura bakma, benim de bir sürü ihtiyacım var.” diye saymaya başlama!.. Hiç değilse bir kerecik, sırf benim için nefsini arkaya at da, “Uğruna fedakârlık edilmek sevincini” senin vesîlenle tadayım. Diyeyim ki:

“–Ahh, o beni kendinden çok düşünür, o beni kendi canından öte bilir.”

Ne olur esirgeme benden bunu. Bir kerecik de olsa yap…

Bırak şu “Benim verdiğimle ne olur ki?!” vesvesesini…

Yardımının miktarı değil, verirken taşıdığın ihlâstır asıl olan. Bazen, elâlemin yığın yığın, deste deste vermesinden; dostun bir lokmacık vermesi yeğdir. Çünkü dostun samimi olduğunu, sevgiyle verdiğini bilirsin. Bırak şu hesap-kitap işlerini biraz!..

De ki:

“–Benim adım Hızır, elimden gelen budur...”

De ki:

“–Çıkınım her ne kadar küçükse de, kardeşim, sana gücüm yettiğince destek olmak bana zevktir. İşte, gücüm de bu kadardır.”

Hadi küçük bir çocuk gibi oluver de, azı çok san… Bil ki, senin azını Allah, lutfuyla bereketlendirip çoğaltmaya kadirdir. Hadi, veren el olmakla, içimde vefâya, fedakârlığa, dayanışmaya dair duyguları ve umutları yeşertiver yeniden…

Olur ya bir gün, “Dertliyim!” diyerek kapını çalar, kimselere açamadığım bir derdimi, seninle paylaşmaya muhtaç kalırsam, o vakit:

“–Kendi derdim yetiyor zaten!..” deyip de, yığma beni eşiğe… Elbet o hâlim geçip, benim sana liman olacağım gün de olur. Fakat gözümde iki damla yaş, yüzümde hüzünle gelirsem, unut da tüm dertlerini, o an için bana ada tüm dinleme kabiliyetini!.. Derdimi dinle anlatırsam… Dinle ve unut… Zira bana bu şekilde yardımcı olmanın edebi, sırrımı başkalarına dağıtmaman ve muhafaza etmendir. Bir şey söylemez de sadece ağlarsam, sus, öylece seyret, ya da ağla benimle… Hani bazen, söylenemeyecek dertleri olur insanın... Ya utanır, yahut çekinir de, kimselere anlatamayız. O vakit, kurcalama çok, duânla yardıma devam et…

Kendime yenik düşüp, nefsime aldanıp hata ederek gelirim belki de kapına… Yardıma en çok susadığım zaman da belki bu olur. Hatamı yüzüme vurup, zaten nedâmetle dolmuş olan kalbimi yaralama… Günahı affedecek olan sen değilsin. Bir ceza verilecekse o da seni aşar. O hâlde, ne hatamı küçücükmüş gibi göstermeye çalışıp, kandır; ne de kov beni… Sadece, samimi bakışlarınla, “Ne olursan ol, yanındayım!..” demeye getir, ben anlarım…

Yardım et bana ey Allâh’ın kulu! Bunu yaparken, aslında bana değil, kendine yardım etmekte olduğunu unutma!.. En küçük iyiliği de, en küçük kötülüğü de kişi, kendine eder. Öyleyse bana bir yardımda bulunurken, tavrına, tarzına, niyetine dön bak ve şu soruyu sor kendine:

“–Ettiğim bana revâ mıdır?”

Eğer sen, o yaptığından râzı isen, senin şânına yakışanı yaptığına inandıysan, vicdanın rahat ve gönlün ferahsa, işte o zaman, bana yapmış olduğun iyilikten hayır um!.. Ama eğer, o iyilikten, daha senin kendi vicdanın ve gönlün bile bir hayır görmemişse, bana ne kalır ki zaten?

Kendisi için istediğini, mümin kardeşi için de istemedikçe gerçek iman etmiş olunmaz. Sen, senin için nasıl bir hürmet bekliyorsan herkesten; benim için de onu göster.

Gerçi, “Alırken rencide olmam” dedim, ama sen yine de edebe riâyetkâr ol da, en ince, en latîf bir şekilde, “Kabul edin lütfen.” demeyi ihmal etmeden sun sunacağını... Zira kaba-saba bir hâlde olursan, ben de tavrından inciniverirsem, bunun hesabını sana Allah sorar. Çünkü sen, verdiğini aslen bana değil, O’na verirsin. Hâsılı yardım etmek dediğin şey, hakikatte, O’ndan, O’na vermektir. Madem durum budur, taşıma ve teslim görevini en titiz ve duygulu bir şekilde yerine getirmeye bak. Zira emaneti geciktirmek, emanete hıyânet etmek vebaldir.

Bir de şunu bil: Ben de seni, “Allah mükafatını versin!” deyip unutmayacağım. Kula teşekkür, Allâh’a şükürdür düsturuyla, hem şükran yüklü bakışlar, hem hiç unutamayacağın tatlılıkta bir tebessüm, hem bir ömür ardında mahfaza gibi gezecek olan duâmla, Allâh’ın senin için vermeye başlayacağı mükâfatların sebebi olacağım. O’nun sana bizzat vereceği ödüle zaten karışmam. Fakat seninle bana ikram ettiği gibi, benimle de seni mükâfatlandıracak… Bunun böyle olması için, o sahipler sahibine, ayrıca yalvaracağım…

Yapacağın yardımın mahiyeti ne olursa olsun, maddî ya da mânevî açıdan bana lutfedilecek bir nimete ne şekilde vesile olacaksan ol, aracı olduğunu unutma. Zaten ben de senin hayrın için sadece bir bahaneyim.

Arada, kenarda, köşede senden yardım bekleyen nice “ben”ler olduğunu hatırla… Onların çoğunu, mahcup bakarken, karşında ezilirken, yardımınla sevinir ve sana duâ ederken bulacaksın. Say ki, onlar, şu söylediklerimi sana hiç söyleyemeyecekler. Çünkü onlar çekingen, kırık, mahzun ve suskun olacaklar. Tüm gerçek fakirler gibi, onurlu, saygılı, minnettar olacaklar… O hâlde, tüm şu sözlerimi onların yanındayken hatırla ki, garipliklerine gariplik, hüzünlerine hüzün eklemiş olmayasın…

Yardım et ey Allah’ın kulu! Edeple yardım et ki, cömertçe yardım olunasın…

PAYLAŞ:                

Neslihan Nur Türk

Neslihan Nur Türk

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle