Evlilik, kadın ve erkeğin birbirini anlayabilmeleri üzerine kuruludur. Ne kadar çok birbirlerini duyuyorlarsa, fark ediyorlarsa, o kadar anlayabiliyorlar demektir.
Kadın ve erkeğin farklarını, daha önceki yazımızda tafsilatlı bir şekilde anlatmıştık. Şimdi de birbirlerini “fark edebilmeleri” üzerinde duracağız.
Fark Edebilmek
Birbirini fark edebilmek, diğer tarafın, “şimdi ne hissediyor olduğunu” ya da “ne istiyor olabileceğini” anlayabilmekten geçer. Meselâ işten gelen eşine, “Bugün günün nasıl geçti?” diye sorulduğunda, cevap sadece “iyi” olacaktır.
Bu iletişim tarzı devam edince, hanım, “eşinin sürekli aynı cevabı verdiğini ve ona hiçbir şey anlatmadığını” söyleyerek bir süre sonra şikâyet etmeye de başlayacaktır. Oysa hiçbir zaman ayak üstü sorulan sorulara ayrıntılı cevap alınamayacağını biliyor olmak ve “bir hâl dili” geliştirmek gerekebilirdi.
Bir başka misalde, kadın, iş ya da ev içerisinde o gün çok yorulmuştur. Meselâ ev hanımı ise, evin düzeni, temizliği, yemeği, çocukların okul takibi, giyilen gömleğin ütüsü vb. birçok faklı alanda bir şeyler yapmış, üretmiştir. Nihayetinde akşam kanepede uyuyakalmıştır. Erkek, onun bu hâlini görünce:
“-Hemen de nasıl uyuyabiliyorsun, bütün gün evdesin. Bir de yorgun insan gibi uyudun!..” diyebilir.
Bu da halden anlamamanın bir başka misalidir. Bu iki misalde olduğu gibi, insanlar birbirlerini görüyorlar, ama fark edemiyorlar.
Elbette bu kısa, kestirme ve îmalı sözü duyan hanım, kırılacaktır. Eşini kırdığını anlayan bey:
“-Ya ne var bunda kızacak, evdesin bütün gün; istediğin zaman yatarsın, diye öyle söyledim. Şimdi kadınlar ne yapıyor ki!.. Çamaşırı makine yıkıyor, evi makine süpürüyor, yaptıkları sadece yemek... Annem sabah namazında tarlaya gidermiş. Hem de dört tane çocuğa bakmış. Su akmazmış, ekmek satılmazmış, ama hiç yorgunum demez, öyle kanepelerde uyumazmış!..”
Hanım, bu konuşma ile muhtemelen daha çok kırılacak, bir türlü anlaşılamadığını düşünecek, başkası ile kıyaslanıp durduğu için kızacak ve eğer duygularını eşine anlatamazsa bu sefer de içten içe öfkelenecek!.. Ya da kırgın hâliyle o da ağzına geleni söylemeye başlayacak ve altta kalmamaya çalışacak...
Veya o an cevap veremeyip bastırdığı duygu ve düşüncelerini, başka bir zaman aslında çok da önemli olmayan bir konuda şiddetli bir şekilde dışa vuracak!
Eğer ev içinde sağlıklı bir iletişim ve konuşma ortamı mevcutsa, hanım:
“Bu gün ……… işlerini yaptım ve çok yoruldum.”
Erkek ise, “Bu saydıklarında ne var? Sıcacık ev, rahat ortam, gel diyen yok, git diyen yok!..” şeklinde bir konuşma tarzı yerine:
“-Seni anlıyorum; ama bir de şöyle düşünsene: Hayatımız kolaylaştıran birçok alet var. Çamaşır makinası, elektrikli süpürge. Hepsi birer nimet… İyi ki var, eskiden hiç biri yokmuş. Bu nimetleri iyi kullanmak lâzım… Eğer çok yoruluyorsan belki bugün yoğun çalıştığın içindir. Bir de bu işleri sıraya koyup, gücün yettiği kadar çalışabilirsin. Böylece daha az yorulursun. Hepsini aynı gün yetiştiremeyebilirsin!..” diyerek alternatif tavsiyelerde bulunabilir. Böylece hem eşini anladığı duygusunu hissettirmiş olur ki, bu kadınlar için her şeyden daha önemlidir. Hem de ona destek olarak bir çıkış yolu sunmuş olur.
Kadın da bir konuşmaya olumlu karşılık verecek:
“-Evet, aslında haklısın, bugün evi temizledim, camları sildim, balkonu yıkadım; 3-4 saat ütü yaptım…” diyerek orta yolu bulacaklardır.
Kadınla erkek arasındaki bu konu; tartışma, küsme, kırılma alanlarından konuşma, hatta “beni düşünüyorsun” mesajını veren başka bir muhabbet kanalı açacaktır.
* * *
Eşler arasındaki konuşmayı dinlemeye devam edelim:
Erkek:
“-Meselâ evi temizleyip camları silmişsin, ütüyü de yarına bırakabilirdin.”
Kadın:
“-Doğru söylüyorsun, ama misafirlerim gelecek. Bir de hepsi bitsin istedim. Her gün uğraşmak istemedim.”
“-Bu doğru bir tercih olmamış gibi baksana, yorgunluktan uyuyakalıyorsun…”
Evet, burada kadın, hem anlaşıldı, hem de bu kadar çok farklı işi kendi planlamasıyla yaptığını gördü. Öfkelenmedi.
Belki de daha dikkatli planlama yapabilirim bilgisini tecrübe etti.
Konuşma Üslubu
Eşler arasındaki münasebetlerde, kadın ve erkek, duygularını, ihtyiaç ve umutlarını açıkça söyleyebilmelidirler. Ancak kullandığı ifadeler çok önemlidir. Eskiler, üslub-i beyân, aynı ile insandır, derlermiş. Yani bir insanın konuşma üslubu, onun karakter ve şahsiyetini ortaya koyan en önemli işarettir.
Eğer; “Sen nasıl iş yapman gerektiğini hiç bilmiyorsun!..” yerine, “İş yaparken çok yoğun çalışıyorsun gibi geliyor bana…”
Ya da evde elektrik ile ilgili tamirat yapan beye, “Yani bıktım şu dağınıklıktan bu kadar dağıttıktan sonra yapma artık o elektriği…” diye söylenmek yerine “Elektriği yapman beni çok memnun etti, ama bir de sonrasında şu dağınıklığı toplasan daha çok sevineceğim.” denebilir.
Bu iki cümle arasındaki en büyük fark, yargılayıp hüküm verme ve genellemelere gidip gitmeme hususundadır.
Karşı tarafı yargılayıp hüküm bildiren cümlelerden özellikle kaçının…
“-Sen …… hep böylesin!..”
“-Bir kere de şu çocuklarla ilgilenmedin!”
“-Şu evde bir kere de yemek zamanında hazır olmadı…”
Bu cümlelere ilk baktığımızda bir eşin, çocuklarla hiç ilgilenmediğini, öbürünün de hiç yemek yapmadığını anlıyoruz.
Bu davranışlar, âile içinde sık sık görülebilir. Fakat cümle içinde genelleme ifadeleri olan “hep”, “hiç”, “asla” gibi kelimeler kullanınca iş çığırından çıkıyor. Çünkü bu ifadeler, artık işin yapılma sıklığını ifade etmekten çok, yıkıcı bir hâl alıyor ve iletişimi kesip atıyor.
Bu yüzden konuşmalarınızda genelleme yapmamaya dikkat edin.
Meselâ eve geç gelen erkeğe, kadın kapıyı açar açmaz:
“-Bir kere de erken gel!” diyebilir, bu bir genellemedir.
Ya da:
“-Bir kere de gönlümü almayı bil…”
“-Hiç bana özen göstermiyorsun…”
Genelleme ilişkide ki yapıcılığı ortadan kaldırır.
Bu konuşma şekli, bazen erkek tarafından da dile getirilir:
“-Bir kere de bu evde sıcak yemek olsun canım…”
“-Bu ev, hep böyle dağınık…”
gibi iki tarafın da birbirine kullandığı “hep” ya da “hiç” ile başlayan cümlelerin çoğu, yapıcı ve onarıcı olmaktan uzaktır.
Bu ifadeyi duyan kişi, kendisini tamamen beceriksiz düşünür, artık yapılacak bir şey kalmadı diyerek, daha önce göstermiş olduğu gayret ve itinayı da terk eder. Ya da “Ben zaten hiçbir şeyi düzgün ve tam yapamıyorum.” diyerek, başka bir alanda karşılaştığı olumsuzluk ya da yetersizlik duygusu ile hepsini harmanlar. Neticede:
“-Ben işe yaramaz adamın/kadının biriyim!..” diyerek kendini tamamen her şeye kapar ve hiçbir şey yapmak istemez. Bir çeşit depresyon hâline bürünür.
Genelleme yapmak; kişinin “değişebilme ihtimali”nin kalmadığı mesajını verir.
Genelleme yapmak; kişiye “sen artık umutsuz vak’asın.” demektir
Oysa insanın, değişime olan inancı, kendisini değiştirme fırsatı verir ve ilişkiyi yapıcı kılar.
Güzel Hasletleri Çoğaltmak
Genellikle toplum olarak olumsuz duyguyu hemen fark eder ve derhal dile getiririz. İnsanlar hakkındaki olumlu duygu ve düşünceleri ise, “Şımarır boş ver!” diye geçiştiririz.
Oysa insan; beğenilen, üzerinde konuşulan davranışı tekrarlama eğilimindedir.
Yani üzerinde konuşulan davranış, değer atfedilen, önemsenen davranıştır.
Bu davranışın olumlu ya da olumsuz olmasından ziyâde, “dikkati çekiyor” olmasıdır, önemli olan…
Meselâ; olumsuz davranışı olan bir erkek çocuğu, 8 yaşında ve küfür etmeyi öğrenmiş. Çocuğun ettiği her küfürle birlikte, ev içerisindeki herkes:
“-Eyvah! Tüh tüh…” diyor, ona küfür hakkında birşeyler söylüyor.
Anne, küfür etmenin yanlış olduğunu misaller vererek ayrıntıyla anlatıyor. Hatta baba dayanamayıp her küfür ile birlikte çocuğun kulağını çekiyor, ama istenmeyen bu davranış bir türlü ortadan kalkmıyor.
Şimdi bu misale bir mercek tutalım: Evin içini incelediğimizde, çocuk, okula gidip gelen bir öğrenci… Her şey yolunda gibi gözüküyor. Anne, 2 yaşındaki diğer evladın bakımıyla daha yakından ilgili… Çünkü o daha kendi ihtiyaçlarını karşılayamayacak durumda…
Bu çocuğumuz nasıl olduysa, dışarıda veya okulda duymuş olduğu bir cümleyi bir kere söyledi: “Küfür etti.” Aslında denedi ve evdeki herkes, ona bir şeyler söylemeye başladı. Yani onunla ilgilendi.
“-Yapma, kötü çocuk olursun.” vs, dedi. Yani kendisini muhatap aldı ve konuştu. Bir şekilde kendisine yönelen ilgiyi fark eden çocuk, küfrü her tekrarladığında dikkati tekrar üzerine çekmeyi başardığını da fark etti. Böylece kendi hayatı içerisinde yeni bir şey keşfetti: “Küfür, her kapıyı açar.”
Çocuk, kendisine hangi sebeple bakıldığıyla ilgilenmez. Kendisine bakılıp bakılmaması ile ilgilenir. Yani ilgi odaklıdır. Ancak burada unutulmaması gereken bir doğrumuz var:
“İlgilenilen davranış, artarak devam eder.”
“İnsan ilgi odaklıdır.”
İstenmeyen bir davranışı görmezden gelmek, önemsememek, üzerinde durmayıp konuşmamak, o kötü davranışın tekrarını önleyecektir.
Oysa olumlu davranışları vurgulasak, güzel olan şeyleri söyleme cesareti göstersek, ilişkilerimizi daha verimli olacaktır.
Çünkü “Sevgi ve ilgi her kapıyı açar.”
İlgi mahrumluğu, sevgi eksikliği, modern psikolojide vurgulanan en şiddetli cezadır. Eşler birbirlerine, birbirlerinin beğendiği yanlarını cömertçe söyleyebilmelidir.
Eksiklikleri genelleme yapmak yerine, “Ben bu davranışın karşısında kendimi değersiz, kötü hissediyorum, beğenilmediğimi düşünüyorum” gibi kendi duygularımızla hadiseyi aktarmalıyız.
Böylece karşı taraf, gerçeğin böyle olmadığını ispat etme meyliyle davranış değişikliğini bilerek ve isteyerek yapacaktır.
İstenmeyen olumsuz davranışı, sürekli tartışma konusu yapmak yerine yeni bir şey yapın; olumsuz davranışı görmezden gelin. Sabredin. İyi, güzel davranışları ise fark edip teşvik edin. Böylece gitgide olumsuz davranışlar azalıp olumlu davranışlar artacaktır. Bu konuyu ileride “tutumlarımız” konusunda daha geniş ele alacağız.
(Devam edecek)
YORUMLAR