Yuva Kurulurken Emek İster
İnsan, kendi evleneceği kimse ile ilgili sorumlulukları bizzat üstlenmeli, “bir ömür yaşayacağı insan hakkında” vazifeyi tamamen başkalarına yıkmamalıdır. Bunun için de evlenmeye karar vermeden önce “kendi önceliklerini” ve “olmazsa olmazlarını” belirlemelidir.
Bu cümleyi biraz açarsak; evlenecek kız veya erkekler, elbette çevresiyle istişare etmeli, onların görüş ve tavsiyelerini almaya dikkat etmelidir. Fakat bunlar, insanı mahkûm eden, zorlayan hâle dönüşmemelidir. Çünkü nihâî olarak evlenecek kimse, gelin ve damattır. Âile, eş-dost ve komşular değil!.. Gelin, “müstakbel damat adayı”nı sadece başkalarının beğenmesine bırakırsa veya damat, “müstakbel gelin adayı”nı bulma işini sadece başkalarına havâle ederse, sonra bulunan kimseden şikâyet etme hakları olmaz. Eş, dost ve arkadaşlar, çeşitli “tercihler” hazırlayabilir. Fakat son karar, evlenecek kimsede olmalıdır.
Peki, evlenecek kimse, tercihler arasında nasıl karar vermelidir? Bunun için insanın önce kendisini tanıması gerekir. Kendisini tanımayan, ne istediğini bilmeyen, yapacağı tercihlerde de isabetli davranamaz. Bu yüzden insanın, “nasıl birisi olduğuna” karar vermesi, “nasıl birisine ihtiyaç duyduğuna” karar vermesini kolaylaştırır.
İnsanın, evleneceği muhatabında arayacağı özellikler de önemlidir. Biz, kendi şartlarımıza bakmaksızın evleneceğimiz kişinin “dört dörtlük” olmasını isteriz. Bu ise, imkânsız bir şeydir. Bir kere dört dörtlük insan yoktur. Herkesin bazı eksikleri, hataları bulunur. Bu yüzden “mükemmeliyetçilik hastalığına” yakalanmamalıdır. İkincisi, insanın kendi durumunu görmeksizin karşıdaki insanda beklediği şeyleri arttırması, evlenmeyi, doğru aday bulmayı zorlaştırır. Bu hususta acımasız bir şekilde “realist: gerçekçi” olmalıdır. O hâlde “ne gibi hususlar kesinlikle bulunmalıdır”, “ne gibi özellikler bulunmasa da olur” şeklinde bir liste yapılması gerekir. Bunu da, evlenecek kimsenin bizzat yapması isabetli olur. Çünkü “her yiğidin gönlünde bir aslan yatar.”
Bu aşamaya gelince, Peygamber Efendimizin “asâlet, güzellik, mal ve dindarlık” gibi evlilik sebeplerinden “dindarlık” özelliğine vurgu yapmasını hatırlamak icab eder. Çünkü diğer dünyevî özellikler, insanı ilk anda cezb etse de geçicidir. Sadece bunlara takılarak yola çıkan kimseler, bir müddet sonra bu özelliklerin değişmesiyle büyük hayal kırıklıkları yaşayabilirler.
Evlenmeden önce yapılacak en büyük işlerden birisi de, gerek evlenilecek kimseye, gerekse âilelere “evlilikten beklentilerimizi” anlatmaktır. Şayet bizim “öncelik” olarak gördüğümüz hususlar, muhataplarımızda hiçbir anlam ifade etmiyorsa, yanlış bir yola çıkmak üzereyiz demektir.
Evlendikten Sonra
Evlenene kadar üzerimize düşen bütün vazife ve sorumlulukları yerine getirdik; aradık, araştırdık, sorduk soruşturduk, konuştuk ve anlaştık. Nihayet evlendik. Fakat…
Evlendikten sonra da unutulmaması gereken birtakım hususlar vardır:
1-Evlenen iki insan, kadın ve erkek, önceki hayatları ile birbirinden farklı uzun bir dönem geçirmişlerdir. Bu dönem, günümüzde maalesef giderek artmaktadır. Bundan yüz-yüz elli yıl önce bu topraklarda onbeş altı yaşında yapılan evlilikler daha fazlayken bu yaş gittikçe artmış, yirmi-yirmi beşten otuz-otuzbeşlere gelmiştir. Bu da evlenen çiftlerin, nereden baksanız yirmi-otuz yıllık geçmiş hayatları ve alışkanlıkları olduğunu kabul etmeyi gerektirir. Aksi hâlde hep karşımızdakinin bize, bizim alışkanlıklarımıza ve hayat tarzımıza uymasını beklersek, işler çıkmaza girer. Bu durum, sadece bir tek şahsın geçmiş hayatı olarak düşünülmemeli, âilelerin de “yeni kurulan âile” ekseninde buluşması, ortak ve farklı özelliklerinin kesişmesi için zaman tanınmalıdır.
2-Erkek ve kadın, birbirinden iki farklı bedenî ve rûhî vasıfta yaratılmıştır. Fıtrattan gelen bu fark göz ardı edilirse ya da taraflara, bu fıtrata ters sorumluluk ve vazifeler yüklenmeye çalışılırsa bu da evliliği çıkmaza sokar. Eğer kadına, erkek sorumluluk ve vazifeleri, erkeğe de hanım görev ve sorumlulukları yüklenirse ya da taraflardan birisi, her iki rolü üstlenmeye itilirse bu da sağlıklı bir âile kurup devam ettirmeye engeldir.
3-Bütün bu farklar dikkate alındığında ev içinde çeşitli ihtilafların çıkması tabiîdir. Aslında bu ihtilâflar, iyi değerlendirildiğinde farklı bakış açılarına, daha doğru kararlara da vesile olabilir. Ancak ihtilâf ve tartışmalar, iyi yönetilmediğinde, iş nefsâniyet kavgasına dönüştüğünde iki taraf da bundan zararlı çıkar.
Bu ihtilâflarda dikkat edilecek hususlar nelerdir?
-Öncelikle mesele, kendi içinde çözülmeye çalışılmalı, o an gündemde olan konu, karşı tarafın şahsiyetine, âilesine, alışkanlık ve değerlerine saldırıya dönüşmemelidir. “Sen zaten hep böylesin!” tarzındaki genelleyici hükümler, tartışmayı kırıcı noktalara götürür. Aynı şekilde o mesele, sadece o günkü hâdiseyle ilişkili olarak gündeme alınmalı ve değerlendirmelidir. Geçmiş ay ve yıllardaki benzer hâdiselerle karşılaşarak meseleyi geçmişe dayamak, işin çözümünü zorlaştırır.
-Tartışmalarda âile ve çocukların meseleye taraf olmasına engel olmalıdır. Eğer gelin ve damat, kendi âilelerine müracaat eder ve onları da tartışmanın içine çekerlerse iş büyür. Aynı şekilde çocukların yanında yüksek sesli tartışma ve bağrışmalar, onları âile hakkında ümitsizlik ve karamsarlığa sürükleyebilir.
-Eğer illâ bir hakeme müracaat edilmesi gerekirse, Allah ve Rasûlü hakem seçilmeli, Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet-i seniyyedeki benzer durumlar incelenmelidir.
-Son olarak tartışmalarda şeytana ve nefsimize pay çıkarmamaya çalışmalıdır. Bunun için de herhangi bir sebeple “öfkeli” olduğumuzda tartışmayı kesmeli, konuşmayı, daha akl-ı selîm bir zamana ertelemelidir. Taraflardan birisi, karşı tarafın öfkesini veya sertliğini görünce, alttan almayı bilmelidir. Çünkü hararetli tartışmaların, kazananı yoktur. O anda öfkeyle ağızdan çıkanı bilemeyecek durumda olan insanlar, çoğu kez “söylenmemesi gereken” pek çok şeyi ağzından kaçırıverir. Bunun da telâfisi yoktur.
Unutulmamalıdır ki:
Biz bu dünyaya imtihan için geldik. Bazen çevremizdeki insanlarla, âilemizle, lütuf ve belâlarla her an imtihandayız. Eğer baştan itibaren doğru adımları atmış, Allah ve Rasûlü’nün tavsiyeleri doğrultusunda bir evliliğe başlamışsak, başımıza gelen birtakım sıkıntıları “imtihanımız” olarak görmeliyiz. Eğer bu imtihan, bizim “boyumuzu aşmıyorsa” sabır ve tevekkülle bunu kazanmaya çalışmalıyız.
İnsanın eşine, çocuklarına karşı gösterdiği sabır, onlar için yapmış olduğu fedakârlık ve hizmetler, Allah katında sadaka kapısıdır. Bu yüzden katlanılan sıkıntıları, sevap ve ecre döndürmeli, başa kakmamalı, bunların kıymetini azaltacak hatalara düşmemelidir. Hayatta her şey her zaman istediğimiz gibi olmaz. Her zorlukla beraber muhakkak kolaylıklar vardır. İnsan, dertlerle pişmeden olgunlaşamaz. Bu yüzden başımıza gelen musibetlere sabırla dayanmaya çalışmalı ve Rabbimizden bunun mükâfâtını beklemeliyiz.
Sebeplere değil, sebeplerin arkasındaki ilâhî irâdeye odaklanmalıyız. Bazen başımıza birisi eliyle gelen bir felâket, bize bir ders vermek amacındadır. Bizim bir eksiğimiz fark ettirmek, bir hatamızı bize göstermek, ders ve ibret vermek ya da yaptığımız bir hataya keffâret olmak içindir. O hâlde karşılaştığımız her zorlukta birilerini suçlamak yerine, “Acaba bunda benim için nasıl bir ders veya ceza var?” diye düşünmeliyiz.
Eşler, birbirlerinin cennet veya cehennem biletidir. İsterlerse dünyayı birbirlerine cennete dönüştürebilecekleri gibi, isterlerse hem bu dünya, hem de âhiret hayatlarını cehenneme çevirebilirler. Bu hususta iki gönlü, kontrol edecek yegâne güç ise, “Allah rızâsı”dır. Allâh’ın kendisinden râzı olmasını isteyen kimseler, eşlerini de hayra teşvik etmeli, kötü ve yanlışlarına usûlüne uygun bir şekilde müdahale etmeli ve yuvaları, sâlih nesiller yetiştiren “eğitim kurumları” hâline dönüştürmelidir.
Yuvalar, iktidar ve güç mücadelesinin sergilendiği, herkesin gözünün başkasının malında olduğu kapışma ve menfaat kapanları değildir. Aksine yuvalar, iki tarafın birbirine destek olduğu, hata ve yanlışların bir örtü serilerek kapatıldığı, aklın ve kalbin, güç ve duyguların birbiriyle uyumlu çalıştığı, herkesin hak ve sorumluluklarının bilincinde olduğu, huzur-i ilâhîye yüz akıyla çıkmak için birbirine yardımcı olunduğu, ayağı sürçenin diğeri tarafından kaldırıldığı, gözlerin ve gönüllerin huzur ve sekinet merkezleridir.
YORUMLAR