Niyet, yapılan işin rengidir. Bir işe hangi niyet ile başlarsak, o kapılar bize açılır.
Evlilik, haramdan uzaklaşmak için bizlere verilen bir öğüttür. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- evliliğin bu yönünü şöyle ifade buyurur:
“Gençler, evlenin! Çünkü evlenmek, sizi harama göz dikmekten alıkoyar. Durumu evlenmeye müsait olmayan, oruç tutsun. Çünkü oruç, onlar için kalkandır. Onları frenler ve zinâdan korur.” (Buhârî, Nikâh, 3; Ebû Dâvud, Nikâh, 1)
Evlilik bağı, insanı öncelikle yalnızlıktan kurtaran ve insanı güçlü kılan bir bağdır. İnsan, sosyal yönü olan bir varlıktır. Uzun süreli “yalnızlık ve tek başına kalma isteği” depresyon gibi rûhî hastalıkların habercisidir. Eskiler, “İnsan, insanın zehrini alır.” diyerek bu hakikate işaret etmişlerdir.
İnsan paylaştıkça, başka dünyalara dokundukça zenginleşir. Evlilik de insanlara paylaşmayı öğretir. Sadece kendisine ayırdığı kalbini paylaşmaya başlar insan önce… Sonra duygularını, düşüncelerini, hayallerini paylaşır. Ardından aynı mekânı, içindeki her şeyle beraber bir evi ve koskoca bir hayatı paylaşırlar. Evler, evliliğin ilmek ilmek dokunduğu; paylaşmanın zirve yaptığı mekânlardır.
Evlilik ile “ben” olan insanın, “biz” olma macerası başlar. İnsan, toplumla kaynaşır; fert olmaktan çıkarak cemiyette rol üstlenmeye başlar. Hazret-i Hatice -radıyallâhu anhâ-’nın Peygamber Efendimizin en zor zamanlarında sıkıntısını paylaşması, O’nun yüklerini hafifletmesi, sabır, destek, teşvik ve tesellîleri ne kadar anlamlıdır. Bu mânâda eşler, birbirlerinin koltuk değneği gibidir. Kim yorulursa, diğerine yaslanarak dinlenir. Kim yere düşmüşse, o diğerini tutup kaldırır. Bu çetin ve bâdirelerle dolu hayat yolculuğunda, ikisi de birbirinin eksiğini kapatan, yırtığını yamayan, enerjisini dolduran, başı sıkıştığında derdine ortak olan hayat yoldaşıdır.
Eşler varlıklı zamanlarda refahı paylaştıkları gibi, yokluk ve dert zamanında da sabrı paylaşabilmelidirler. Ancak o zaman hayat müşterek olur, gönüller birleşir, kalpler kaynaşır. Eşler birbirinin en samimi arkadaşı, en vefâkâr yoldaşı, en mahrem sırdaşıdır. Bu seviyede birbirine bağlanan eşleri hiçbir zorluk yıldıramaz, hiçbir deprem sarsamaz. Hayat böyle paylaşılınca, günün getirdiği yorgunluk ve dertler, kapı eşiğinden içeri giremez.
Kadın ve erkek, Allâh’ın farklı yarattığı iki cinstir. Birbirinin aynı değildirler. Aynı olmamaları güzeldir, birbirini tamamlar. Her birinin algıları, yaşayışları, duruş ve oluşları farklıdır. Özde insan olma yanlarını cinsiyet farklılaştırır. Erkek-kadın farkı, rekabet edilecek bir yan değildir. Bu fark, yok edilmesi gereken bir özellik değil; aksine kabullenilip devam ettirilmesi gereken bir güzelliktir. Erkek-kadın farkı, hayatın rengi ve bereketidir. Erkek; güç ve koruma yanıyla, kadın nezâket, letâfet yanıyla birbirini tamamlar.
Sadâkat evin harcıdır. Sadâkat, sadece yatak odası ile sınırlandırılmamalıdır. Eşlerin duygusal bağını engelleyen her türlü hayat biçimi, birbirine bağlılığa tesir ediyorsa, sadâkatsizlik söz konusu olabilir. Televizyon, internet, sosyal görüşmeler eşlerin birbirine olan zamanına, ilgisine zarar veriyorsa âcilen müdâhale edilmeli ve durum iyileştirilmelidir.
Eşinin yüzünden çok, bilgisayar ve televizyon ekranına bakan eşler arttıkça, âile içi görüşme ve paylaşmalar azalmakta ve insanlar, sanal âlemde gördükleri ile eşlerini ve âile hayatlarını kıyaslamaya başlamaktadırlar. Bu şekilde gerçek hayatla bağı kopan âilelerin ise, can damarı kesilmiş demektir.
Unutulmamalıdır ki, her evlilik, biricik ve özeldir. Başkasıyla kıyaslanmaya başlanan evlilikler, eşleri birbirinden uzaklaştırmakta ve âileyi yıkıma doğru sürüklemektedir. Bu yüzden eşimizin yüzüne bakalım, evlilik ve yuvamıza emek verelim. Zamanında bakımı yapılmayan tarlalarda ayrık otlarının bitmesi normaldir.
YORUMLAR