Evlat Sermayesi Zayi Olmasın!

Yaz tatilinin gelmesi, bazı insanlar için güneş, sahil, deniz ve gezmek demek... Ömrünü sadece bu dünyadan ibaret görenler için bu normal olarak kabul edilebilir. Bütün yıl boyunca çalışmış bedeni, zihni yorulmuş, her ay parasından birikim yapmış ve bu bir aylık tatilin hayalini kurmuştur nihayetinde... Sadece kendisi değil; eşi ve çocukları da ona âdeta böyle düşünmesi için psikolojik baskı uygulamıştır. Tabiî reklamların ve kapitalizmin tesirini de göz ardı etmeyelim.

Bu düşünce şekli, son yıllarda dindar câmianın da gündemine girdi. Nasılsa tesettür mayolar var; muhafazakâr oteller ve tatil beldeleri, iştah kabartan reklamlar, konu-komşu ve akrabaların paylaştığı tatil fotoğraflarıyla Müslüman kesim için de her yıl deniz kenarında tatil yapmak, âdeta bir “farz-ı ayn” gibi algılanmaya başlandı.

Dindar câmianın bir kısmı da hâlâ vicdanlarının tâ derinlerinden gelen cılız sesin tesiri ve:

“-Biraz bu dünyadan, biraz öbür dünyadan nasiplenelim; ikisinin de hakkını verelim!” düşüncesi ile hem tatil planları yapmakta, hem de çocukları için bir müddet eğitim verecek yerler aramakta… Öncelikle çocuklarını, günlük üç saat eğitim veren câmilere bir ay olsun göndererek kendisine “sadaka-ı câriye” evlatlar yetiştirmek istemektedir. Çocuğun yaşı biraz büyümüş ve artık “genç” olmuşsa, câmiler o çocuklara artık câzip gelmediğinden yatılı Kur’ân kursları tercih edilir.

Allah, bu anne-babaların niyetlerini ve gayretlerini kabul etsin. Ancak…

Bazıları, yaşları 14-18 yaş arası bu çocukları kursa getirdiğinde vazifesini yapmış bir ebeveyn olmanın gururu ile danışmada kayıt yapan görevliyi ezerek konuşur. Ne de olsa 350-400 TL âidat veriyordur, bu kursa… Kışın okul servis ücreti kadar olan bu meblağ, kursa verilince nedense altın gibi kıymetlenir gönlünde…

“-Her hafta geziniz var değil mi?”

“-Havuza her gün girecekler mi, yemekleriniz güzel mi?”

“-Haa, su sebilinin yanında plastik bardak yokmuş. Hangi çağda yaşıyoruz, biraz dikkat etseniz!” vs.

Daha sonra öğrenci hocasına teslim edilirken yeni istekler sıralanır. Ne de olsa ebeveynimiz çok dindar, çocuğunun sorumluğunu gönlünün derinliklerinden hisseden merhametli ebeveyndir:

“-Hocam, bu beş altı-hafta, beş vakit namaza başlasın! On yedi yaşına geldi, hâlâ başörtü takmak istemiyor. Bir de başını örttürürseniz çok iyi olur!. Uykusu ağırdır, çok erken kaldırmayın. Mâlum yaz tatili… Dersleri de ağır olmaz, değil mi?”

“-Ha hocam, çok sıkmayın, bizim kız hassastır.”

* * *

Kıymetli ebeveynler;

Bu hocaların elinde sihirli bir değnek yok!

On yedi yaşına kadar istediği gibi yaşamış, namaza alışmamış, hatta hiç kılmamış, kursa gelirken bile tayt ile gelmiş, dekoltede sınır tanımayan tişörtü giymeye çekinmemiş, hiç tanımadığı insanların önünde bile annesi ile tartışacak kadar fütursuz, bir de üstüne üstlük:

“-Ben burada durmak istemiyorum!” diyen bir genci, hocalar, sizin on yıldır alıştıramadığınız namaza alıştıracak, sizin küçüklüğünden beri giydirdiğiniz kıyafetleri terk ettirip tesettüre sokacak, çok az ders gördüğü, zorlanmadığı halde bir ayda hem gezecek tozacak ve hem de her türlü gelişmeyi mükemmel olarak sağlayacak…

Sizce bu mümkün müdür?

* * *

Yaz kurslarının hedefi, öncelikle Allah ve Rasûlü’nün sevgisi ile o taptaze kalpleri tanıştırmak, düzgün bir Kur’ân-ı Kerim öğretmek, “zarûrât-ı dîniyye” (en asgarî dînî) bilgilerini mümkün olduğunca hem öğretmek, hem sevdirmek ve netice olarak mâsum gönüllerine ve hayatlarına tesir etmektir.

Çocuklarımız, ömürlerinin yaklaşık on yedi yılını okul okuyarak geçiriyorlar. Bunun neticesinde de dünyevî bir mesleğe sahip oluyorlar. Maddî olarak da bu kadar yıl dünya kadar masraf ediliyor.

Ebedî hayatları için ise, bir ay kursa göndermekle, hem dünyada kendilerine lâzım olacak dînî-îmânî mevzuları öğrenmesini, hem de öbür dünyada bununla cenneti hak etmesini istiyoruz.

Sizce kimi kandırıyoruz?

Tabiî ki, bu bir aya Rabbimiz çok bereket ihsan ediyor. Pek çok mesafe alınıyor. Gelen yavrularda çok güzel değişikliler görüyoruz. Kursa zorla gelen çocuklarımız, dini, îmanı, Rabbini, Peygamberini severek çıkıyorlar. Ama onları eski yaşantılarının içine tekrar saldığınızda o severek kıldığı namazı da bırakıyor, tesettür de zâyi olup gidiyor.

Peki, ne yapmalı?

Her tohumu toprağa atmanın bir mevsimi vardır. O mevsimi kaçırdığınız zaman o tohum ya tarla farelerine yem olur ya da ortamını bulamadığı için büyüyüp gelişemez.

Dinimizde de İslâmî terbiye ve eğitimin bir mevsimi vardır. Bu mevsimi kesinlikle kaçırmamak gerekir.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu mevsimi, hadîs-i şerîflerinde şöyle bildirir.

“Çocuğa yedi yaşındayken namaz kılmayı öğretiniz. On yaşına bastığı hâlde kılmazsa, (hafifçe) dövünüz.” (Ebû Davud, Salât 26; Tirmizî, Mevâkît, 182)

Yedi yaş, çocukların artık doğruyu eğriden ayırdığı, öğrenmenin şuurlu olarak yapıldığı, alışkanların yerleşmeye başladığı kıymetli bir yaştır. Çocuklarımız yedi yaşına gelince onu karşımıza alıp:

“-Artık sen büyüyorsun. Ben seninle cennette de beraber olmak istiyorum.” deyip öpüp koklayarak ona güzel güzel namazın ona kazandıracaklarından bahsedebiliriz. Sonra abdest almayı öğretmeli, bazı kısa sûreleri ezberletmeliyiz. Biliyorsunuz, o yaşlardaki çocuklar seve seve bunları yapar. Hele hele âilece kılınan cemaatle namazlar, kıldığı namazlardan sonra küçük sürprizler, hediyeler ve öpücüklerle yapılan ödüller ona çok câzip gelecektir. Bu eğitim, bu örnek olma, bu hediye vs ile teşvik; yani namaz eğitiminin tam yerleşmesi için Rabbimiz bizden evlatlarımıza üç yıl ebeveyn olarak emek vermemizi istiyor.

Unutmayalım, zahmet olmadan rahmet olmuyor. Bu üç yıllık emeğe rağmen hâlâ çocuk namaz kılmamakta diretirse, “Onu dövün!” diyor hadiste… Ama bu dövmek, bizim algıladığımız gibi bir dövmek değildir.

* * *

İslam’da çocuk haklarına göre, çocuk on yaşına gelene kadar hiçbir sebeple dövülemez. Çünkü onun henüz sorumlulukları başlamamıştır.

Hadîs-i şerîfte Peygamberimiz:

“Büluğa erinceye kadar çocuktan, uyanıncaya kadar uyuyandan, sıhhat buluncaya kadar hastadan kalem kaldırılmıştır (işledikleri suç yazılmaz).” buyurmaktadır.

İslam âlimlerine göre, sekiz yaşına kadar çocukların dövülmemesi hususunda görüş birliğinde bulunulmuştur. Sekiz yaşından sonra, doğruyu ve yanlışı ayırt edebildikleri “temyiz yaşı” başladığında, bu yaştan büluğa kadar yaptığı hatalarda önce uyarılır, hataya devam ederse azarlanır. Bu azarlama da onun edeplenmesi içindir.

Sadece on yaşına geldiğinde, üç yıl namaz için emek verildiği halde hâlâ namaz kılmamaya direnirse dövülebilir. Bu dövmenin de İslâm’a göre bir âdâbı ve hukuku vardır. Yüzüne vuramazsınız, öfkeli olduğunuz bir anda vuramazsınız. Vururken eliniz omzunuzdan yukarı kalkmadan, sadece kaba yerlerine vurabilirsiniz. Öfkeli olmadan, elinizi omzunuza kaldırmadan, nasıl vurulacaksa… Bundaki gaye, çocuktan hınç almak, intikam almak veya hastanelik etmek değildir. Kimsenin olmadığı bir yerde, sözlü olarak ikaz ederek, nefsini kırmaktır; hatasını anlamasını temin etmektir. Zaten o yaşa kadar hiç dövülmemiş bir çocuğun sırtına veya kaba etine hafifçe vursanız bile bu onu yeterince incitecektir.

İslâm’ın koyduğu bu hukuka dikkat eden ve çocuğunu hiç dövmeyen, tabiri câizse “dayak arsızı”na dönüşmeyen bir çocuk, üç yıl namaza teşvik edildiğinde, namazın hikmeti ve faydaları onun anlayacağı dille izah edildiğinde kaba etine dokunmaya bile gerek kalmayacaktır, namaza alıştırmak için…

Günümüzde ise, hiç emek vermeden, büluğ çağına kadar namaz kılması hatırlatılmayan, öğretilmeyen bir çocuğa, büluğa girer girmez:

“-Hadi namaz kıl, namaz sana farz!” deniyor. Sonra namaz kılmıyor denilerek, dövülüyor!.. Ve bu dindarlık icabı yapılıyor.

Bu, İslâm’a uygun bir metot değildir. Böyle yapılırsa çocuğun hakkına girilir. Faydadan çok zarar bile görülebilir.

Onun için sevgili ebeveynler;

Çocuklarımız bizim sanatımızsa, evvela sanatımıza kendimiz emek verip şekle sokmamız gerekir. Hamur kurumadan şeklini vermek gerekir, kuruduktan sonra yapılan sert müdahaleler o çanağın-çömleğin kırılmasına sebep olur çoğunlukla…

 

On yaşına geldiğinde namaza alışmış bir kız çocuk, aynı zamanda tesettüre de alışır. Çünkü günde beş defa namaz kılarken tesettüre riayet etmiş, onun tesiri de gönlüne yavaş yavaş girmiştir.

On yaşına kadar evinde bu eğitimleri alan çocuk, kursa geldiğinde seve seve yeni bilgiler öğrenip bulunduğu ortamın mâneviyâtı ile bunları hayatına geçirecektir.

Unutmayalım, kendimizden hesaba çekildiğimiz gibi, evlatlarımızdan da hesaba çekileceğiz. Âyet-i kerimede:

“Ey îman edenler! Nefislerinizi ve âilelerinizi, yakıtı, taşlar ve insanlar olan ateşten koruyun!” buyrulmaktadır. (et-Tahrîm, 6)

Abdullah bin Ömer:

“-Oğlunu iyi terbiye et, zira bundan mesulsün. «Terbiyesiyle ilgili olarak ne yaptın, neler öğrettin?» diye hesaba çekileceksin.” buyurmuştur.

Evlatlarımız, bize Rabbimizin emâneti… Dünyada sürûrumuz (sevincimiz), inşâallâh âhirette de yüz akımız olacaklar… Onların bize sadaka-ı câriye olması için, bu emanete daha çok emek vermeli ve daha çok zaman ayırmalıyız.

Rabbimiz cümlemizi bu hususta uyanık olan, gayret gösteren ve elindeki emaneti zâyi etmeyen, sâlih ve sâliha ebeveynlerden eylesin! Âmin.

PAYLAŞ:                

Halime Demireşik

Halime Demireşik

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle